İlk defa çocuğa, din, dil, millî yapı ve millî karakter öğretilerek, ona göre içtimaîleştirilmesi ve içinde yaşadığı devrin şartları nazar-ı itibara alınarak, ruh köküne sımsıkı bağlılık içinde, ilimler adına inkılapçı, daha doğrusu dâimi bir dirilişle hep yeni ve hep taze bir anlayışa ulaştırılması ve orada korunması; sonra da, bu noktadan hareketle, sanat, ticaret, ziraat, ilim ve teknik gibi meselelere alıştırılması, adapte edilmesi sayılabilir.
Arz edilen hususları şu şekilde takdim etmek mümkündür:
1) Ferdin iç istikameti, yaratıcı karşısındaki durumu, inançları ve mükellefiyetleri gibi (Farz-ı ayn) olan şeyler.
2) Ticaret, ziraat, sanat gibi çeşitli mesleklere ait bilinmesi gerekli ve lüzumlu olan (Farz-ı kifaye) gibi şeyler. Buna millet ve toplumun hayat, istikamet ve izzetli yaşaması için, bilmesi zaruri olan şeyleri de ilave edebiliriz.
Evet, bir toplumun güven içinde yaşayabilmesi, geçmişi geleceğe bağlayarak, yeni yeni çok buutlu dünyalar kurabilmesi, ancak bu ilk esaslarla mümkün olacaktır. Cihanı fetheden en güçlü ordular ve dünyayı saltanat sınırlarına dar gören tâc darlar, arz edilen hususlar karşısındaki hassasiyetleri nispetinde, uzun ömürlü olabilmişlerdir. Aksine, bu hususlardan birinde gösterdikleri ihmal nispetinde de -belli bir meselede çok sivrilseler bile- varlıklarını koruyamamış ve çabucak silinip gitmişlerdir.Evet, bir toplumun âhenk içinde ve sürekli olarak varlığını sürdürmesi inanç ve ibadete; inanç ve ibadetin yanında sanat, ticaret ve ziraata; bunların yanında da devletler arası dünya muvâzenesinde yerini alma gayret ve çabasına bağlıdır. “Bütün inananların toptan seyre çıkmaları doğru değildir. Her topluluktan bir cemaat, dini iyice öğrenmesi ve (sefere giden) kavimleri kendilerine döndükleri zaman (kaçınılması gerekli ve zaruri olan şeylerden onların) kaçınmaları için (uyarıda bulunmaları) behemehal gereklidir.”(k)
Bir toplum, âlim, münevver ve yetişmiş kadrolarıyla fâtih ordulara rehber; sanat ve ticaret erbabına mürşit ve bütün hayatî meselelere öncüler yetişmiyorsa o toplum mefluç ve gelecek adına talihsiz ve nasipsizdir. Bundan dolayıdır ki; dünya işlerinin âhenk içinde yürümesi için gerekli olan şartların bilinmesi (Farz-ı kifâye) sayılmış ve bu şartların bütünüyle terk edildiği bir topluma mücrim nazarıyla bakılmıştır. Masum bir toplum, vicdanının duruluğu, ledünniyatının derinliği ve samîmi kulluğunun yanında, kunduracılıktan terziliğe, ondan çiftçiliğe ve ondan da sanayiinin bütün dallarına kadar her sahada varolan; hatta İmam-ı Gazali’nin ifadesine göre, her meslekte maharetli, yani, günümüzün anlayışıyla, mütehassıs insanlara sahip bulunan toplumdur.
Bu itibarla, fertleri, iç-aydınlığa, vicdanî safvete erememiş bir toplum masum olamayacağı gibi, sanattan ticarete; ondan ziraata, ondan da askerliğe; hatta teknik ve teknolojinin en ince teferruatına kadar -mesâiler tanzim suretiyle- herşeyi kucaklamayan bir toplum da masum değildir.
Kaynak: Sızıntı, Ekim 1981, Sayı 33.