1) Çocuğun görme ve duyma atmosferine akseden şeylerin müspet, temiz ve öğretici olmasıdır.
2) Yetiştirme adına çocuklara karşı verilecek her hizmetin şefkat ve samimiyetle edâ edilmesidir.
Çocuk, daha ilk dünyaya gelişiyle etrafında olup biten şeyleri tecessüse koyulur. Ancak, onun eşyâ ve hâdiselerle bilerek münasebete geçmesi, temyiz dönemiyle başlar. Bu devrede o, hem etrafındaki değişik renk ve keyfiyetleri, hem de kendi benlik ve şahsiyetini sezerek, çevresinde olup bitenlerle, iç-intibaları arasında, mekik gibi gelir gider ve bir şeyler anlamaya çalışır.
Çocuğun zevkleri, acıları, hüsn-ü kabulleri ve reaksiyonları bütünüyle bu devrede belirmeye başlar. Çevresinde cereyan eden şeylerin hoş ve güzel olanları, herkes gibi onu da sevindirir; üzücü, zevksiz ve çirkin olanları ise, müteessir eder. Bu itibarla da, etrafıyla daimî münasebette olan ruhunun, daimî teessür ve daimî hazları olur. O, minicik görme ve işitme uzuvlarıyla her an hâdiselerin içine girer ve ruhuna yeni yeni bilgiler kazandırır. Bu yolla, her gördüğü, ve işitip bellediği şey, ilerde benliğini kurmağa yarayan malzeme olarak, şuur-altına taşınır durur. Evet, durmadan iç-aleminde petekleşen bu şeyler, ilerde onun benlik ve şahsiyetini oluşturacakları gibi, bütün bir hayat boyu onun hareketlerini baskı altında bulundurarak ona, menfi, müspet istikamet ve yön de verecektir. Denebilir ki; insanın müstakbel hayatında, davranışlarına en çok tesir eden şeylerden biri şüphesiz şuur-altı birikimleridir.
Nice birikimler vardır ki; altın oluklarla yavrunun içine akıtılmış kevserler gibidir. Bu birikimler; onun iç-âlemini, ünsiyetin, vefânın, sevginin barındığı bir cennete çevirir. Ve nice birikimler vardır ki, siyahtır, zifttir, bulaşıktır, çocuğun gönlünü vahşetin, kinin, nefretin kol gezdiği bir gayyâ hâline getirir.
Onun içindir ki, bu dönemde yuvanın, çocuk karşısındaki tavrı çok mühimdir. Yuva, ona neyi gösterir; neyi işittirir ve neyi anlatırsa, yavru onunla kendi benlik ve şahsiyet peteğini örmeye çalışır. Evet, çocuk, içinde doğup büyüdüğü yuvanın çocuğu olarak gelişir ve şekillenir. Biz farkına varalım, varmayalım, o, telkinlerimizden daha çok, yuvada gördüğü ve duyduğu şeylerin tesirinde kalarak, benlik ve şahsiyete erer. Vâkıa, telkinin de yavruya kazandıracağı pek çok şey vardır ama; bunlar hiç bir zaman onun göz ve kulak yoluyla yuvadan aldığı, sessiz öğütleri kadar tesirli değildir. Belki telkinin gerçek tesiri de, yuvada verilen şeylerin üzerine bina edildiği nispettedir. yuvadan destek görmeyen bir telkin zayıf ve tesirsiz; yuvada verilenlere ters bir telkin ise, çocuğun ileride bunalımlara sürüklenmesine vesile olacaktır.
Evet, bir taraftan aile hayatındaki düzensizlik ve huzursuzluklar, beri taraftan dürüstlük, ahlâk ve fazilet telkinleri, zavallı çocuğu lâubalî ve huysuz kılacaktır.
Bu bakımdan anne, baba ve evdeki diğer büyükler, kendilerini her an gözeten ve gördüğü duyduğu şeyleri, kendi ölçüleri içinde değerlendiren çocuğun mevcudiyetini bir lâhza hatırdan çıkarmamalıdırlar. Hatırdan çıkarmamalıdırlar, çünkü çocuk yuvada bir talebe ve bu talebenin en çok tesirinde kalacağı dersler de çevresinde görüp duyduğu şeylerdir.
O halde, yavrunun nasıl olması arzu ediliyorsa, behemehal öyle olunmalıdır. Yani, aile muhitindeki hayat akışı, çocuğun tasavvur edilen geleceğiyle sımsıkı alâkalı olmalıdır. Ve onun atmosferi için cereyan eden her şey, ona yapılacak telkinlerin hazırlığı ve yapılmış telkinlerin de temrinatından ibaret bulunmalıdır.
Mesela, Yüce Yaratıcıya imân ve saygı; O’nu bize anlatan hakikat-erlerine hürmet ve minnet; anneye, babaya iyilik; insanlara sevgi ve alâka; vatan ve millete bağlılık, yuvanın, fâsılasız üzerinde durması gereken şeylerdendir. Bunlar, çocuğun duygu ve düşünce atmosferini çepeçevre sarmalı; çocuk her lâhza bunları teneffüs etmeli ve aile fertleri durmadan bunları solumalıdır.
Evet, hiçbir ders, yuvadan alınan bu samimi öğütler kadar tesirli olamaz. Elverir ki, bu derste, hal ve dil yanyana gelsin ve anlatılmak istenen şey gönülden ve devamlı olsun. Evet, hangi ders, kainattaki baş döndürücü nizâm ve âhengi anlattıktan sonra, hayret içinde iki büklüm olmak kadar ona tesir edebilir? Ve hangi ders, Yüce Yaratıcının, çilekeş elçilerini anlattıktan sonra iki damla gözyaşı dökme kadar onun üzerinde silinmeyen iz bırakabilir?
Bırakın çok konuşmayı; felsefe yapmayı ve esrarlı beyanı. Ne olmayı düşünüyorsanız; geliniz öyle olunuz! Ve çocuklarınıza da öyle görününüz. Rica ederim; bana uzun uzun psikolojinin kanunlarından, pedagojiye ait prensiplerden bahis açmayınız! Bana şu mevzuda müspet bir şey söyleyebilir misiniz? Bir sorumluluk karşısında hiç renginizin sarardığı ve kaddinizin büküldüğü oldu mu? Bir vazifede gösterdiğiniz kusurdan ötürü yemeden içmeden hiç iştihanızın kaçtığı oldu mu? Hayat ve saâdetinizi ona borçlu bulunduğunuz, biricik sevgiliye vuslatı düşünüp de, bir kere olsun inlediniz mi? Kursağınıza giren gayr-i meşrû bir lokmadan dolayı, kaktüs yutmuş gibi ıstırap çekip kıvrandınız mı? Bağrı kanayan bir insan gördüğünüzde âh edip sızladınız mı; sızlayıp da “Al! Bu para, bu elbise, bu yiyecek senin olsun”diyebildiniz mi? Makamda, mansıpta, dünya menfaatlerinde, hattâ manevî zevk ve füyûzât hislerinde başkalarını nefsinize tercih edebildiniz mi? Mukaddes değerleriniz için, ruhlarınızı her an fedâya hazır bulunduğunuzu, bir kaç defa çevrenizin ruhuna duyurabildiniz mi? Bunlardan başka, yuvanın semâsını, fenalıklardan, inkâr ve ilhaddan temiz tutabildiniz mi?…
Evet, çocuğa karşı bu en çetin imtihanı başarıyla verebildiniz mi? Verebildi iseniz, artık uzun boylu yorulmanıza ihtiyaç kalmamış demektir. Yoksa, nazarî bilgilerle onun ruhunu değiştirebileceğinize inanmak oldukça zordur. Evet, bir kere daha hatırlanmalıdır ki; çocukta; inanç, ihlâs, safvet, derinlik ve hayâli, iffetli olma bekleniyorsa aile fertlerinin bu yüce mefhumlara karşı saygılı olmaları şarttır. Ve eğer onun, mukaddes mefhumlar uğrunda hayatını hakir görmesi ve fedakarlıkta bulunması arzu ediliyorsa, ona, bu hususta verilecek misâller, tarihî üstûrelerden alınmamalıdır. Çocuk bu misâllerini, sabah, akşam baş-ucunda soluklarını duyduğu kimselerden alabilmelidir. Aksine, kendisine anlatılan kahramanlıklara mukabil, etrafını saran nâsihler ruh ve karakter itibariyle hımbıl kimselerse bunlar çocuğun bakışını bulandıracaktır. Böyle zıtlıklar içinde yetişen çocuk ise bir talihsiz ve buhranlara terkedilmiş bir zavallıdır.
Kaynak: Sızıntı, Temmuz 1981, Sayı 30.