Fıkhî ifadesiyle bir sûret-i mesele yaparak onun üzerinde soruyu cevaplamaya çalışalım. Birisi bir başkasından bir yıl sonra ödenmek şartıyla 10 bin TL borç alıyor. Ülkemizde yıllık %10 enflasyonun olduğunu kabul edecek olursak, bu borcun ödeme günü geldiğinde, 10 bin TL, %10 nisbetinde bir alım gücü kaybına uğramıştır. Bu durumda 11 bin TL olarak bu borç ödenirse, fazlalık olan bin TL hükmen faizdir; 10 bin TL ödenirse, borç vererek iyilik yapan şahıs bin TL zarardadır.
Böyle bir meseleye üç ayrı açıdan yaklaşabiliriz:
Bir; karz-ı hasen, tamamen iyilik, başkalarına yardım duygu, düşünce ve inancı üzerine bina edilen bir müessesedir. İhtiyacı olmayan bir insanın, gidip başkasından borç istemesi düşünülemez. İşte böyle muhtaç birine verilen borcun, fazlalıklı olarak istenmesi veya ödenmesi durumunda, asıl zarar görecek olan şahıs, yine muhtaç halde bulunan kişidir. İyiliğin, ihsanın ve sevabın devam edebilmesi için borç olarak verilen paranın aynıyla iade edilmesi hatta af edilmesi gerekir. İçtimaî hayat içinde birbirlerine daima muhtaç olan insanların, bu müesseseyi böylesine uygulamalarla müracaat edilmez bir konuma getirmesi her zaman için bahis mevzuudur. Bundan netice itibariyle zarar görecek olan da yine insanlardır.
İki; son yarım asırda bütün dünya çapında uygulanan iktisadî, siyasî, askerî, kültürel politikalar neticesi, çok ciddi boyutlarda para dalgalanmaları yaşanıyor. Bunun sebeplerine girecek değiliz. Fakat şu kadarını ifade edelim ki, hakim devletlerin iktisadi politikaları, emperyalist gayeleri, bu uğurda yapılan savaşlar, telekominikasyon vasıtalarıyla dünyanın olabildiğine küçülmesi, yolsuzluk, arz-talep dengesi gibi sebepler bugün içinde bulunduğumuz halin ilk başta gelen sebepleri arasındadır. Dolayısıyla ifade ettiğimiz misal içinde paranın değer kaybı ve bu suretle asıl para sahibinin zarar etmesi doğrudur. Halbuki “İslam’da zarar etme de, zarara uğrama da yoktur.” (İbn-i Mâce, Ahkâm 17) O halde çözüm yolu nedir?
Aslında bu mesele, Hanefi mezhebinde İmam-ı Azam ile İmam-ı Ebu Yusuf’un farklı mütalaalarına konu olan bir meseledir. İmam-ı Azam, böyle bir durumda borçlu almış olduğu parayı aynıyla iade edecek, fazlası -ne kadar olursa olsun- faizdir ve haramdır derken; İmam-ı Ebu Yusuf “yevm-i kabz” yani paranın ödünç olarak alındığı gündeki alım gücüne göre iade edilmesi gerekir demiştir. İmam-ı Ebu Yusuf’un görüşüne göre ortak bir madde tesbit edilecek, mesela buğday; 10 bin liraya kaç ton buğday alınıyorsa, borcu ödeme gününde de o kadar ton buğday karşılığı ödenecektir. (Resail-ü İbn-i Abidin, 2).
Pekala, günümüzde İmam-ı Ebu Yusuf’un görüşüyle amel edilebilir mi? denecek olursa, bu gibi meselelerde bütün ümmetin hükmünü kabulleneceği âli bir heyetin bunu tekrar gözden geçirmesi ve kararı onun vermesi gerekir. Aksi halde verilecek olan münferid kararlar, fetvalar, teşettüt-ü ârâ’ya yani fikir dağınıklığına sebebiyet verir ki, bu da yeni bir kargaşa ortamı demektir.
Üç; işte böyle bir heyet kurulup, kararını verinceye kadar, bize göre en uygun çıkış yolu; her iki tarafı da zarara sokmayacak, değer kaybına uğramayan altın, döviz gibi şeylerle borçlanma cihetine gidilmelidir. Bu durumda haram bir muamelenin içine girilmemiş olur, hem de parayı alan şahıs, onu çok akıllıca kullanır, kâr etmenin yollarını araştırır ve günü geldiğinde de aldığı birim üzerinden borcunu öder. Karz-ı hasen müessesesini öldürmemek gerekir. Aksi halde tefecilik bir toplumda hayat bulur. Tefecilik ise, birçok açıdan o toplumun ölümü demektir.
**
Aşağıdaki linklere de bakabilirsiniz: