İçindekiler
Sihir sözlükte, bir şeyi olduğundan farklı göstermek, aldatmak, oyalamak, birisinin ilgisini çekmek; hile, sebebi gizli kalan iş manalarına gelmektedir. Istıhalî olarak ise; “şeytanla yakınlık kurarak ondan yardım alma ve nesnelerin şeklini değiştirme iddiası”; “kötü ruhlu varlıklar tarafından ortaya konulan bazı fiil ve gösteriler”; “meydana geliş şekli açık olmayan bir olayı gerçeğe aykırı biçimde gösteren faaliyetler” gibi farklı manalarda tanımlanmıştır.[1]İlyas Çelebi, “Sihir”, DİA, c. 37, s. 170. Sihir, “Bir şeyi hakikatinden başka bir şeye çevirmek” şeklinde de tarif edilmiştir.[2]İbrahim Canan, Kütübü Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları, c. 8, s. 83. İbn Abidin ise sihir hakkında şöyle demiştir: “Sihir öyle bir ilimdir ki, ondan nefsani bir meleke hâsıl olur ve o meleke ile gizli birtakım sebeplere dayanan garip fiiller yapılabilir.”[3]İbn Abidin, Haşiyetu reddi’l-muhtar, c. 1, s. 37.
Halk arasında daha ziyade, kötü niyetli insanların fizik ötesi güçleri kullanmak suretiyle gayr-i meşru yollara başvurarak başkalarına zarar vermesine sihir/büyü dendiğini görüyoruz. Sihri, metafiziğin fiziğe tesir etmesi veya fizik ötesi bazı kuvvetlerin ruh ve cesedi etkilemesi neticesinde insanın tuhaf şeyler hissetmesini, duymasını ve görmesini sağlamak şeklinde tarif edenler de olmuştur.[4]Gülen, İkindi Yağmurları, Nil Yayınları, İstanbul, 2009, s. 43.
Sihir gerçektir
Ehl-i sünnet inancına göre sihir ve büyü vardır, haktır ve insan üzerinde müessirdir. Ancak insan üzerinde meydan gelen bu tesir kesinlikle sihirbazdan veya bir kısım metafizik güçlerden kaynaklanmaz; bilakis bu tesir, sihirbazın veya büyücünün bir kısım sebeplere müracaat etmesi neticesinde Allah’ın yarattığı bir tesirdir. Biz, mucizeye bile “peygamberin eliyle Allah’ın yarattığı harikulade bir hal” nazarıyla bakıyoruz. Bu açıdan meydana gelen hadiseler metafizik dünyaya ait olan, sihir, büyü, hokkabazlık, falcılık, medyumluk, kâhinlik, cincilik, muska, tılsım, burçlar, uğursuzluk, nazar vb. gibi her ne aracılığıyla meydana gelirse gelsin, bunların hepsi Cenab-ı Hakk’ın ilmi dâhilinde olup, onun yaratmasıyla vücut bulur. Her şeyden önce bir Müslüman, Cenab-ı Hakk’ın meşieti olmadıkça hiçbir şeyin meydan gelmeyeceğine ve yine O dilemedikçe gerek fiziki gerekse metafizik dünyaya ait olsun hiçbir şeyin insana zarar veremeyeceğine iman etmelidir. Nitekim Hz. Süleyman Aleyhisselam zamanında Babil’de Harut ve Marut isimli iki melekten sihir yapmasını öğrenen insanların, öğrendikleri sihri karı kocanın arasını açmak için kullandıkları ifade edildikten sonra, ayetin sonunda bu sihirbazların yaptıkları sihirlerle insanlara zarar vermesi ancak Allah’ın iznine bağlanmıştır. Söz konusu ayet-i kerime şu şekildedir:
فَيَتَعَلَّمُونَ مِنْهُمَا مَا يُفَرِّقُونَ بِهِ بَيْنَ الْمَرْءِ وَزَوْجِهِ وَمَا هُم بِضَآرِّينَ بِهِ مِنْ أَحَدٍ إِلاَّ بِإِذْنِ اللّهِ “İşte bunlardan koca ile karısının arasını açacak şeyler öğreniyorlardı. Fakat Allah’ın izni olmadıkça onlar bununla hiç kimseye zarar veremezlerdi.” (Bakara Suresi, 2/102.)
Kadimden bu yana birçok toplumda varlığını devam ettiren sihir ve büyü, cahiliye döneminde de birçok çeşidiyle biliniyor ve uygulanıyordu. Nitekim hadis kitaplarında Lebîd inb-i A’sam tarafından Allah Resûlü’ne (s.a.s) de büyü yapıldığı ve O’nun (s.a.s) bundan dolayı rahatsız olduğu anlatılmıştır. Bazı rivayetlerde Efendimizin (s.a.s) bu rahatsızlığının altı ay kadar sürdüğü haber verilmiştir. Daha sonra Cenab-ı Hakk iki melek göndererek Efendimiz’e (s.a.s) kendisine büyü yapıldığını haber verir. Buna göre büyü malzemesi olarak bir tarakla saç döküntüsü ve bir de erkek hurma tomurcuğu kullanılmış ve bunlar Zervân kuyusuna atılmıştır. Bunun üzerine Allah Resûlü (s.a.s) ashabından bir gurupla beraber kuyunun yanına gider ve bu büyü malzemelerini çıkartarak yere gömülmesini emreder. Hz. Aişe’nin yanına döndüğünde şöyle demiştir: “Ey Aişe! Allah’a yemin olsun, kuyunun suyu sanki kına ıslatılmış gibi (bulanık) ve (o kuyu ile sulanan) hurma ağaçlarının başları da sanki şeytanların başları gibiydi![5]Bkz; Buhari, Tıbb 47; Müslim, Selâm 43. Bazı rivayetlerde Hz. Aişe kendisine yapılan büyüden muzdarip olan Allah Resulünün (s.a.s) dua etmeyi arttırdığını ve başka bir tedavi arama cihetine gitmeden mütemadiyen Cenab-ı Hakk’a dua ettiğini rivayet etmiştir ki, Efendimizin (s.a.s) bu tavrı, bu tür bir rahatsızlığa yakalanan bir kimsenin sadece Allah’a sığınması gerektiğini göstermesi açısından önemlidir. Bazı rivayetlerde ise bu hadise üzerine Efendimize (s.a.s) muavvizeteyn surelerinin indirildiği ve onları okuyarak bundan kurtulduğu ifade edilmiştir.[6]İbrahim Canan, Kütübü Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları, c. 8, s. 99-100.
Sihir yapmak, sihre sihirle karşılık vermek haramdır
İslam bütün çeşitleriyle sihri haram kılmıştır. Nevevi, bu konuda icma olduğunu söylemiştir. İslam’a göre sihir, büyük günahlardan birisidir. Sihrin haram olduğuna dair birçok naslar varid olmuştur.[7]Heyet, “Sihir”, el-Mevsûatu’l-fikhiyyeti’l-Kuveytiyye, c. 24, s. 263-264.
Cenab-ı Hak bir yerde: وَلَا يُفْلِحُ السَّاحِرُونَ “Sihirbazlar iflah olmazlar.” (Yunus Suresi, 10/77) ifadesiyle sihirbazlar için kurtuluşun mümkün olmadığını ifade etmiş; Felak suresinde de, وَمِنْ شَرِّ النَّفَّاثَاتِ فِي الْعُقَدِ “Düğümlere üfleyip büyü yapan büyücü kadınların şerrinden” buyrularak sihirbazların şerrinden Cenab-ı Hakk’a sığınmamız talim edilmiştir. Başka bir surede ise Harût ve Marût isimli iki melekten sihir öğrenerek bunu kötü yolda kullanan insanlar hakkında şöyle buyrulmuştur: “Onlar kendilerine zarar getirip fayda vermeyen şeyler öğreniyorlardı. Büyüye müşteri olan kimsenin ahiretten nasibi olmadığını pekiyi biliyorlardı. Karşılığında kendi varlıklarını sattıkları şey ne kötü! Keşke bunu anlasalardı!” (Bakara Suresi, 2/102) Efendimiz (s.a.s) sihrin, yedi büyük günahtan birisi olduğunu (Buhari, Vesâyâ 23; Müslim, İman 144), sihre ve sihirbaza inanan insanın cennete giremeyeceğini (Müslim, Birr 18; Ahmed b. Hanbel, Müsned 2/484), sihir yapan kişinin Allah’a ortak koşmuş olacağını (Nesaî, Tahrîm 19) ifade etmiş; diğer yandan da, “sihir yapan veya yaptıran kimse bizden değildir”[8]Fethu’l-kebir, c. 3, s. 67, “kim bir falcıya veya sihirbaza giderek ondan gayb hakkında bir şey sorar ve onun söylediğine inanırsa, Muhammed’e (s.a.s) indirilen dini inkâr etmiş olur” buyurmuştur. (İbn-i Mace, Tahâra 122.)
Bazı hadislerde sihrin büyük günahlardan birisi olduğu üzerinde durulurken, bazı hadislerde ise sihir yapanın kâfir olacağı ifade edilmiştir. Demek ki, yapılan sihrin çeşidine ve gayesine göre hükmü de farklı olacaktır. Yani sihrin içinde öyle bir ferdi vardır ki, ona başvuran insanı kâfir yapar. O halde, bu konuda en salim yol bütünüyle sihirden uzak durmaktır. Yukarıdaki hadis-i şeriflerde dikkat edilmesi gereken bir diğer husus da, sadece sihirbaz ve büyücünün değil, onlara başvurarak sihir yaptıran insanların da aynı günaha ortak olacağıdır.
Sihir yapanın cezası
Sihir ve büyüyle ilgili beyan edilen yukarıdaki nasları değerlendiren fakihlerimiz, sihir yapan insana uygulanacak cezanın mahiyeti üzerinde durmuşlardır. Cessas, selefin, sihir yapan insanın öldürülmesinin vacip olması konusunda ittifak ettiklerini söylemiştir. Bazıları büyücünün kâfir olacağını söylemiş; bazıları onun önce tevbeye çağrılacağını, tevbe ederse öldürülmeyeceğini ifade etmiş; bazıları ise tevbe etmesi istenmeksizin hakkında ölüm cezası uygulanır demiştir. Sihirbazın mürted hükmünde olduğu da fukahanın kavilleri arasındadır.[9]Cessâs, Ahkâmu’l-Kur’an, Beyrut: Daru’l-fikr, 1993, c. 1, s. 71-72. İmam-ı Azam ve İmam-ı Malik sihirbazın öldürüleceğine hükmederken, İmam-ı Şafii sihrin tek başına ölüm cezasını gerektirmeyeceği görüşündedir.[10]Muhammed Ali es-Sabûnî, Ravâiu’l-beyân tefsiru âyâti’l-Kur’an, Dımeşk; Mektebetü’l-Gazzâli, 1980, c. 1, s. 85-86. Bizim fukahanın bütün bu görüşlerini aktarmaktaki maksadımız, sihir ve büyünün İslam nazarında ne kadar çirkin ve kötü bir fiil olduğudur.
Aslında büyü hakkındaki bütün bu ifadelerimizden anlaşılmıştır ki, büyü, İslam nazarında öyle merdut ve mezmum bir fiil ki, onu hiçbir gaye doğrultusunda kullanmak caiz olamaz.[11](Cumhur-u fukaha sihir ve büyünün her çeşidini öğrenmeyi ve kullanmayı küfür/haram kabul ederken, bazıları kendisine büyü yapılmış insana yardımcı olmak için öğrenilip … Okumaya devam et İslam’da önemli bir kaide-i külliye vardır: Meşru maksatlara meşru vasıta ve yollarla ulaşılır. Yani bizim ulaşmak istediğimiz gaye, elde etmek istediğimiz semere ve fayda meşru olması gerektiği gibi, ona ulaşmada kullandığımız vasıta ve yolların da meşru olması iktiza eder. Buna göre bir insan karıyla kocanın arasındaki bir problemi halletmek için veya onları birbirine kaynaştırmak ve ısındırmak için büyü yaptıramaz. Hele hele karı koca arasını ayırmak gibi zaten bizatihi haram olan bir fiili yine haram olan başka bir fiille gerçekleştirmeye çalışmak daha büyük bir cinayet olur. Zira İslam, ailedeki dirlik ve düzenin devam ve temadisi adına, aile fertleri arasındaki ülfet ve ünsiyete, sevgi ve merhamete büyük önem vermiştir.[12]“O’nun (varlık ve kudretinin) delillerinden birisi de: Kendilerine ısınmanız için, size içinizden eşler yaratması, birbirinize karşı sevgi ve şefkat var etmesidir. Elbette bunda … Okumaya devam et Dolayısıyla eşler arasındaki bu sevgi atmosferine zarar verecek, hürmet ve muhabbeti ortadan kaldıracak, eşleri birbirine düşürecek hiçbir hareket ve davranış tecviz edilemez.
Her şeyi büyüden bilmemeli
Maalesef günümüzde insanların birçoğunda başlarına gelen her türlü menfi hadisenin altında bir büyü arama gayreti görülüyor. Evlenemeyen bekâr, evde huzursuzluk yaşayan karı-koca, işleri ters giden işadamı, bir rahatsızlığa yakalanan hasta, sınavlarında bir türlü başarılı olamayan öğrenci, çocuğu huysuz olan veya çocuk sahibi olamayan anne-baba vb. insanlar başlarına gelen bütün bu olumsuzlukların kendilerine yapılan bir büyüden kaynaklandığını düşünebiliyorlar. Ardından da kendilerine yapıldığını düşündükleri bu mevhum büyüyü çözdürme adına kapı kapı dolaşmaya başlıyorlar. Böylece Cenab-ı Hakk’a müracaat ederek dua dua ona yalvarıp yakarma yerine, bir büyücüden diğerine, ondan bir başkasına giderek büyük günah işliyor ve belki de küfürle karşı karşıya geliyor. Hatta bazen öyle bir fasit daire içine giriliyor ki, bırakalım büyüden fayda görmeyi, susayan kimsenin deniz suyu içmesi gibi dert ve sıkıntı katmerleşebiliyor.
Efendimizin (s.a.s) ifadeleriyle nazar hak olduğu gibi (Buhari, Tıbb 36; Müslim, Selam 41.), büyü de hak ve gerçektir. Onun hak ve gerçek olmasını yanlış anlamamak gerekir. Hak olması, onu kullanma ruhsatını vermez. Fakat kötü düşünceli insanlar sihri kullanarak masum insanlara zarar vermek isteyebilirler. İşte sihrin hak olmasının ifadesinden maksat, onunla karşı karşıya kalındığında derhal Allah’a sığınılması gerektiğidir. Evet, sihre maruz kalan insan gidip kendisi de sihre başvurmayacak, hemen Allah’a sığınacak, dua dua yalvaracak, ağzı dualı insanlardan da dua talebinde bulunacaktır. Zira bu bir imtihandır ve imtihanı en güzel şekilde atlatmak gerekmektedir. Bunun en sağlam yolu ise, sünneti seniyyeye sarılmaktır. Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem, sihre maruz kaldığında duaya sarılmış ve Allah’ın izniyle sihrin tesirinden kurtulmuştur.
Büyüye karşı ne yapılmalı?
İnanan bir insan başına bir bela geldiğinde öncelikle bunu hemen bir büyüden bilmemelidir. Başa gelen her şeyi büyüye yamamak, hissî, mantıkî ve dinî boşluktan kaynaklanır. Yaşadığı olumsuzlukları, cinden, periden, büyüden, sihirden vs. bilen bir insan daha baştan kendi iradesini felç etmiş ve çözüme giden yolları kapamış sayılır. Aynı zamanda böyle bir halet-i ruhiye insanın vesvese ve evhama kapılmasına, kuvve-i maneviyesinin kırılmasına ve ye’s bataklığına düşmesine sebep olacaktır ki, bu da ayrı bir felakettir. Çünkü bu duruma düşen bir insan Cenab-ı Hakk’ın kendisine bahşettiği irade ve ruh gücünü kullanamaz.[13]Gülen, Prizma 2, Nil Yayınları, İstanbul, 2007, s. 115. Bu açıdan öncelikle insanların yaşadıkları sıkıntıların sebeplerine eğilmeleri, hastalığı doğru teşhis etmeleri, yaşadıkları problemi güvendikleri insanlarla istişare etmeleri ve sonra da çözüm adına çareler aramaları gerekir.
Mesela, karı-koca arasında bir uyumsuzluk ve geçim problemi var. Böyle bir durumda eşlerin yapmaları gereken, öncelikle oturup yaşadıkları problemlerin kaynağını bulmaya ve karşılıklı istişareyle çözüm aramaya çalışmalarıdır. Eğer meseleyi aralarında çözemiyorlarsa, aklı eren kimselerden yardım istemeleri daha da olmazsa, ailelerden birer hakem tayin ederek çözümü onlardan beklemeleri gerekebilir. Daha bunun gibi ailede yaşanan problemlerin birçok sebebi ve yine birçok da çözümü vardır. İşte bunların hiçbirisini yapmadan, bu konuda kafa çatlatmadan hemen bir büyücünün kapısına koşmak ve çözümü onda aramak büyük bir günahtır, insanı bazen imanından bile edebilir.
Evet, bir yandan dua elden bırakılmamalı, Allah’ın her türlü problemi çözeceğine inanmalı, diğer taraftan da sebepler planında yapılması gerekenler yapılmalıdır. Sebepleri yerine getirmek de ayrı bir duadır. Bu fiili duayı yaptıktan sonra şifa da Allah’tan beklemeli, sebeplere verilmemelidir.
Büyü konusunda şu husus hiçbir zaman hatırdan çıkarılmamalıdır: Allah’ın çözemeyeceği hiçbir büyü ve sihir yoktur. Sihirbazlar katiyen Allah’ın irade ve kudretinin üstünde bir iş yapamazlar. Fakat dünya imtihan dünyası olduğundan dolayı, sihir yapmaya kalkıştıklarında Allah onların o istediği şeyi yaratabilir. Yaratması ayrı bir meseledir, ondan razı olmaması ayrı bir meseledir. Şeytanı da Allah yaratmıştır ama ondan razı değildir. Yaratmasının sebebi hikmeti ise imtihandır.
Bunun yanında büyüye karşı hususi olarak İhlâs, Felak ve Nâs sureleri okunabilir. Çünkü Efendimiz (s.a.s) kendisine büyü yapıldığı zaman bu sureleri okuyarak şifa bulmuştu. İki elini yan yana getirmiş, İhlâs, Felak ve Nas surelerini okuduktan sonra avucuna üflemiş ve sonra da baştan aşağı bütün vücudunu meshetmişti. Fatiha suresiyle Ayete’l-Kürsî de buna ilave olarak okunabilecek dualar arasındadır. Bunların yanında dua mecmularında büyük zatların tavsiye ettiği dualar da, büyüye maruz kaldığına veya habis ruhların kendisine musallat olduğuna inanan bir insanın müracaat kaynağı olmalıdır. Bir insan bunları kendisi okuyabileceği gibi eşler ve ailenin diğer fertleri de birbirlerine okuyabilirler. Son olarak gecesi aydın, ağzı dualı, hiçbir beklenti ve iddiası olmayan samimi kimselere dua ettirme de bu hususta şifa adına başvurulması gereken yollardan biri sayılabilir.[14]A. g. e, s. 117.
Dipnotlar
⇡1 | İlyas Çelebi, “Sihir”, DİA, c. 37, s. 170. |
---|---|
⇡2 | İbrahim Canan, Kütübü Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları, c. 8, s. 83. |
⇡3 | İbn Abidin, Haşiyetu reddi’l-muhtar, c. 1, s. 37. |
⇡4 | Gülen, İkindi Yağmurları, Nil Yayınları, İstanbul, 2009, s. 43. |
⇡5 | Bkz; Buhari, Tıbb 47; Müslim, Selâm 43. |
⇡6 | İbrahim Canan, Kütübü Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları, c. 8, s. 99-100. |
⇡7 | Heyet, “Sihir”, el-Mevsûatu’l-fikhiyyeti’l-Kuveytiyye, c. 24, s. 263-264. |
⇡8 | Fethu’l-kebir, c. 3, s. 67 |
⇡9 | Cessâs, Ahkâmu’l-Kur’an, Beyrut: Daru’l-fikr, 1993, c. 1, s. 71-72. |
⇡10 | Muhammed Ali es-Sabûnî, Ravâiu’l-beyân tefsiru âyâti’l-Kur’an, Dımeşk; Mektebetü’l-Gazzâli, 1980, c. 1, s. 85-86. |
⇡11 | (Cumhur-u fukaha sihir ve büyünün her çeşidini öğrenmeyi ve kullanmayı küfür/haram kabul ederken, bazıları kendisine büyü yapılmış insana yardımcı olmak için öğrenilip kullanabileceğini tecviz etmişlerdir. (el-Mevsuatu’l-fıkhıyyeti’l-Kuveytiyye, c. 24, s. 264-265) Ancak biz sihir işiyle meşgul olmanın caizliğine dair Kitap ve sünnette yer alan bir delil bilmiyoruz. |
⇡12 | “O’nun (varlık ve kudretinin) delillerinden birisi de: Kendilerine ısınmanız için, size içinizden eşler yaratması, birbirinize karşı sevgi ve şefkat var etmesidir. Elbette bunda düşünen kimseler için ibretler vardır.” (Rum Suresi, 30/21). |
⇡13 | Gülen, Prizma 2, Nil Yayınları, İstanbul, 2007, s. 115. |
⇡14 | A. g. e, s. 117. |