Ezan lügatte “bilmek ve bir şeyi bildirmek, ilan etmek, duyurmak“[1]Feyrûzabadî, Kamus, II, s. 1545; İbn Faris el-Mekayîs fi’l-Luğa, s. 65 demektir. Tövbe sûresinde: “Haccın en büyük günü, Allah ve Resulünden insanlara şunu ilan edin ki; Allah da, Resulü de müşriklerden berîdir…”ayetinde “ezan” kelimesi bu manada kullanılmıştır.[2]Ezan kelimesi Kur’an’da dört vecihte gelmektedir. Birisi yukarıda belirttiğimiz gibidir. Diğer ayetler için bkz.:Yusuf, 70; Araf, 70; Hac, 27. Şer’î manada ise ezan, farz namazlarının vaktini bildiren, nasla belirlenmiş belli lafızlardan müteşekkil bir semavî ilandır.[3]Cürcanî, Ta’rifat, s. 16
Mana ve muhtevası yönüyle ezan, hem tevhid, hem İslam hem de namaz için bir çağrıdır. Yani ezan vasıtasıyla insanlar bir taraftan namaza çağrılırken; diğer taraftan İslam’ın temel ilkelerini oluşturan esaslar da duyurulur.
Namaz vaktinin girdiğini bildirmek üzere ezan okuma, usul olarak belirlenmeden önce, Müslümanlar, Mescid-i nebevî’de bir araya toplanıp namaz vaktini beklerlerdi. Bazen de geldiklerinde namaz kılınmış olurdu. Bu bir şekle ve disipline bağlanmalıydı. Peygamberimiz bir gün, ashabını toplayarak Müslümanları namaza çağırmak için ne yapmak gerektiğini onlarla istişare etti. Bazıları şöyle dedi; “Namaz vakti gelince bir bayrak dikelim! Onu görenler birbirlerine haber versinler.” (Ebu Davud, Salat, 27) Fakat Allah Resulü bunu beğenmedi. Bir başkası boru öttürülmesini veya çan çalınmasını teklif etti. Peygamber Efendimiz bu tekliflerin de hiç birini kabul etmedi. Ashab-ı Kiram, bir ara çan çalmayı uygun gördüler. Hatta Hz.Ömer, çan için gerekli olan iki ağaç parçasını satın almayı da üzerine almıştı. Fakat bu yöntem de uygulanmadı. Bunun üzerine yüksekçe bir yerde ateş yakalım denilince; Kainatın Efendisi bu tavsiyeyi, uygulamanın Mecûsîlere ait olduğunu söyleyerek kabul etmedi. Zira İslam toplumu Mecûsîlere veya bir başka topluluğa ne iç yapısı ne de dışıyla hiçbir şekilde benzeyemezdi. “Bir kavme benzeyen onlardandır“[4]Münavî, Feyzu’l-Kadîr, VI, s. 104 buyuran Allah Resulü (s.a.v)’in bu teklifleri kabul etmesi düşünülemezdi.
Arayışlar devam ediyordu. Herkes bir arayış ve bekleyiş içindeydi. Aradıklarını bulamıyorlardı. Fakat araştırmaya devam ediyorlardı.[5]Bu konudaki rivayetler için bkz., Buharî, Ezan, 1; Müslim, Salat,1; Tirmizî, salat, 139; İbn Mace, Ezan, 1; Nesaî, Bed’u’l-Ezan, 1; Ebu Davud, Salat, 27 Her arayışın güçlü bir fiilî dua olduğunu biliyorlardı. Henüz bekledikleri de Resulüllah’a bildirilmemişti. Davet için getirdikleri teklifler de, taklitten öteye gitmiyordu. Halbuki taklit, taklit edilen şeyi hatırlatır. Taklit edilen şeyin aslına ait ritüelleri, manayı veya manasızlıkları akla getirir. Kaldı ki “sapıklıkları üzere devam etmekte olan milletlere dinî nişaneler konusunda muhalefet etmek gerekir.“[6]Şah Veliyyullah Dihlevî, Hüccetullahi’l-Baliğa, (İslam Düşünce Rehberi, Trc., M. Erdoğan) I, s. 538. Bundan dolayı teklif edilen yöntemler kabul görmemişti. Aynı zamanda taklitle bir yere varılamazdı. Taklit, hakikate giden yol olamazdı. Dolayısıyla Müslümanları namazı çağırmak için öyle bir yol bulunmalıydı ki, güzelliği, etkileyiciliği ve evrenselliği ile insanlığı kuşatsın. İnanan çok şey anlar ve imanla dolarken, inanmayan hiç olmazsa bir şey anlasın. Gözleri, gönülleri hakka bağlasın. Allah’a kulluk haricinde, her şeyden zihinleri arındırsın. Kalpleri ibadete hazırlasın. İnsanı vicdanının derinlikleriyle yakalayıp mescide bağlasın. İnsan, dinlerken ağlasın..Ağlarken içi şuur bağlasın. Yüce divana kulluğa durdurduğunda, içinde, huşu ve huzur çağlasın. Yoksa insanlar, çan ve boru öttürme vs. gibi teklif edilen şekillerin herhangi birisiyle de namaza çağrılabilirdi.
İşte “İlahî hikmet, ezanın sadece bir duyuru aracı olarak kalmamasını; aksine dinî şeairden biri olmasını, okunduğunda gaflet halinde olanlara dini hatırlatıcı bir özellik içermesini, bir topluluğun onu kabul etmesi halinde Allah’ın dinine boyun eğdikleri manasına gelici bir mahiyet arz etmesini gerektirmiştir. Bu sebeplerden dolayı ezanın, Allah’ın zikri, kelime-i şehadet ve namaza çağrı ifadelerini içermesi vacip olmuştur. Böylece ezana, kendisiyle ne kastedildiği herkesçe anlaşılan bir muhteva kazandırılmıştır.”[7]Şah Veliyyullah Dihlevî, I, s. 538
Sonuçta bu arayış ve kavlî-fiilî dualara, hızlı bir icabette bulunulmuştu. Bu bekleyiş ve arayışlar sırasında ezan, sadık bir rüya ile Abdullah b. Zeyd‘e öğretilmişti.[8]Abdullah b. Zeyd’in, bu rüyayı görmeden sekiz gün öncesinde, Cebrail (a.s)’ın ezanı Resûlüllah’a getirdiği veya ezanın Miraç sırasında peygamberimize vahyedildiği de ifade … Okumaya devam et) Aynı zamanda İslam alimleri, Maide sûresinin 58. ayetinin de, ezanın sırf rüya ile değil, Kur’an’ın nassı ile de sabit olduğunu gösterdiğini belirtmişlerdir.[9]Bkz. Fahreddin er-Razî, (Maide, 58’de) Bu ayette “O kafirleri de dost edinmeyiniz ki namaza çağırdığınız zaman o ezan veya namazı eğlence ve oyun yerine tutar, alay ederler.” buyrulmaktadır. Bu ayet ezanın dayanağıdır. Ayrıca ezanla alay edip hafife almanın küfür olduğuna delalet eder.[10]Suat Yıldırım, Kur’an-ı Hakî ve Açıklamalı Meali, (Maide, 58’de) Abdullah b. Zeyd’in gördüğü rüyayı Hz. Ömer (r.a) da görmüştü. Bu iki sahabenin ezanla ilgili rüyaları, onlara ilahî bir ihsan ve ikramdı. Bu bir tevafuktu. Allah Resulünün: “Bu rüya haktır, inşaallah” demesi de bu ikramın bir teyididir. Burada insanın aklına “ezanın bu şekilde teşriinin hikmeti nedir?” diye bir soru gelebilir. Buna şu şekilde cevap verebiliriz: Ezan, Hz. Muhammed (sas)’in şahsını da yücelttiği için, hikmet-i ilahi onun, başka bir müminin diliyle meşru olmasını dilemiştir. Böyle bir takdirden dolayı ne ilahî hikmeti, ne de O’nun mutlak iradesini asla sorgulayamayız. Allah, hak ve hakikati kullarına nasıl duyuracağını, nasıl öğreteceğini, en iyi bilendir. “…Şüphesiz ki Allah ne dilerse yapar.” (Hac, 18)
*Dr. Selman Kuzu
Dipnotlar
⇡1 | Feyrûzabadî, Kamus, II, s. 1545; İbn Faris el-Mekayîs fi’l-Luğa, s. 65 |
---|---|
⇡2 | Ezan kelimesi Kur’an’da dört vecihte gelmektedir. Birisi yukarıda belirttiğimiz gibidir. Diğer ayetler için bkz.:Yusuf, 70; Araf, 70; Hac, 27. |
⇡3 | Cürcanî, Ta’rifat, s. 16 |
⇡4 | Münavî, Feyzu’l-Kadîr, VI, s. 104 |
⇡5 | Bu konudaki rivayetler için bkz., Buharî, Ezan, 1; Müslim, Salat,1; Tirmizî, salat, 139; İbn Mace, Ezan, 1; Nesaî, Bed’u’l-Ezan, 1; Ebu Davud, Salat, 27 |
⇡6 | Şah Veliyyullah Dihlevî, Hüccetullahi’l-Baliğa, (İslam Düşünce Rehberi, Trc., M. Erdoğan) I, s. 538. |
⇡7 | Şah Veliyyullah Dihlevî, I, s. 538 |
⇡8 | Abdullah b. Zeyd’in, bu rüyayı görmeden sekiz gün öncesinde, Cebrail (a.s)’ın ezanı Resûlüllah’a getirdiği veya ezanın Miraç sırasında peygamberimize vahyedildiği de ifade edilmiştir. Bu rivayetler zayıftır. Sahih rivayetlere göre ezan Ashab-ı kiramdan Abdullah b. Zeyd ve Hz. Ömer’in rüyaları ve Allah Resulünün onları tasdikiyle sabit olmuştur. (Bkz. İbrahim Canan, Hadis Ansiklopedisi, VII, s. 495) Şayet burada bir vahiy söz konusu ise “vahyin inişi bu zamana rastlamış olabilir. Dolayısıyla o zaman ezan sadece bu sadık rüya ile değil vahiyle de sabit olmuş olur.”(Bkz. Vehbe Zuhaylî, I, s. 534 |
⇡9 | Bkz. Fahreddin er-Razî, (Maide, 58’de |
⇡10 | Suat Yıldırım, Kur’an-ı Hakî ve Açıklamalı Meali, (Maide, 58’de |