Geleneksel bankacılık, parasal sermayenin borç verilerek ondan sabit gelir elde edilmesine, yani faiz esasına dayanır
Faiz, borç alınan paradan hiç kazanç elde edilemediği zamanlarda da ödenen veya kazanıldığında da eşitsiz paylaşılan bir gelirdir. Faiz, bir taraftan diğer tarafa karşılığı olmayan bir değer aktarımıdır. Faiz, hak edilmemiş veya eşitsiz paylaşılmış bir gelirdir.
Faizin onulmaz özelliği verilen ile alınan miktarlar arasındaki eşitsizliğin sebebi olmasıdır. Ticaret, karşılıklı rızaya, yani verilen ile alınan arasındaki eşitliğe dayanırken faizli işlemlerde bu eşitliğin gerçekleşme ihtimali son derece düşüktür.
Faizli işlemin neticesi baştan öngörülemediği için, ticaretteki karşılıklı rıza hâli de bunda görülmez. Dolayısıyla faiz, başta rıza olsa bile, sonunda iki taraftan birinin haksızlığa uğradığı dolayısıyla pişmanlığın yaşandığı işlemdir.
Geleneksel bankacılıkta bankanın verdiği kredi karşılığında aldığı faiz ile müşterinin kredinin kullanımından elde ettiği kazanç arasında veya aynı şekilde, bankaya yatırılan mevduattan bankanın elde ettiği kazanç ile mudisine ödediği faiz arasında denge kurmanın imkânı yoktur.
Zîrâ faizin miktarı baştan belli iken beklenen kazanç belirsiz olup, onu önceden tespit etmek mümkün değildir. Faizli bir işlemde belirli ve sabit faiz, belirsiz ve muhtemel bir kazanç üzerine bina edilmiştir.
Bu dengesizlik faiz sisteminin en önemli sorunu ve sonucu olup, finansal istikrarsızlık ve krizlerin de kaynağıdır.
Bazı durumlarda bankalar ciddi kârlar elde ederken mudiler ancak önceden belirlenen faiz gelirleriyle yetinmek zorunda kalır. Banka ile mudi arasında gelir paylaşım dengesi kurulamaz. Veya banka mevduattan hiç veya yeterince kazanç elde edemediği durumlarda da vaat ettiği faizi ödemek zorunda kalır. Yine denge kurulamaz ve banka iflâsları ortaya çıkar.
Faiz sisteminin doğurduğu kaçınılmaz netice, taraflar arasında gelir paylaşım adaletinin sağlanamamasıdır.