İçindekiler
İslâm hukuku kuralları; din, can, akıl, nesil ve malın korunmasını hedefler. Din, can, akıl, nesil ve mal; insanın korunması gereken en temel haklarıdır. Diğer hak ve hürriyetler, bu beş hakkın içerisinde yer alır.
Dinî Hak ve Hürriyetler
Esas itibariyle dinler, insanlık tarihi boyunca, hak ve hürriyetlerin kaynağı ve koruyucusu olmuşlardır. Dinler aslî özelliklerini kaybedip bozulmaya başlayınca, hak ve hürriyetleri sınırlayabilmiş ve ortadan kaldırabilmişlerdir. İslâm; Kur’ân ve hadîs gibi temel kaynaklarına bağlı kalındığında, hak ve hürriyetleri korumuştur.
İslâm dini, Müslümanlara ve gayrimüslimlere inanç ve ibadet özgürlüğü tanımıştır. “Dinde zorlama yoktur.” (Bakara, 256.), “Sizin dininiz size, onların dini onlaradır.” (Kafirun, 6.) mealindeki âyetlerde ve benzer mealdeki hadîslerde, İslâm dininin kabul edilmesinde zorlama olmadığı ifade edilmektedir. Bu inanç ve ibadet hürriyeti sayesinde, İslâm ülkelerindeki gayrimüslimler, İslâm’ın ilk asırlarından günümüze kadar inançlarını koruyabilmiştir.
Yaşama Hak ve Hürriyeti
Yaşama hakkı, âyet ve hadîslerde korunması gereken en önemli haklardan biri olarak anlatılmış; insan öldürmek, büyük günah ve suç olarak tanımlanmıştır. İslâm hukukuna göre, bir insanı kasten öldürmenin cezası kısastır:
“Ey iman edenler! Öldürülenler hakkında kısas size farz kılındı.” (Bakara, 178.);
“Savaş gibi haklı bir sebep olmadıkça, Allah’ın dokunulmaz kıldığı cana kıymayın. Haksız yere öldürülen kimsenin velisine hakkını alması için yetki verdik. O da artık öldürmekte ileri gitmesin.” (İsra, 33.)
Yaşama hak ve hürriyetinin en temel dinamiklerinden birisi, vücut bütünlüğünün korunmasıdır. Bir insanı öldürmek yasak olduğu gibi, onun vücut bütünlüğünü ortadan kaldırmak da yasaktır.
“Biz Tevrat’ta onlara cana can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe diş ve yaralara karşı ödeşme yazdık. Ancak kim hakkından vaz geçerse, bu onun günahlarına kefaret olur.” (Maide, 45.)
İslâm; yaşama hakkının en fazla ihlâl edildiği savaşları bile kural ve kaidelerle düzenlemiştir. Bu ihlâllerin önüne geçmek için savaş hukuku çerçevesinde kanun ve kurallar belirlenmiştir. Buna göre, savaşlarda veya savaş dışı durumlarda soykırım yapılamaz. Savaş hâlinde kaçanlar ve yaralılar öldürülmez. Fiilen savaşa girmeyen kadınlar, çocuklar, din adamları ve işçiler öldürülmez. Hayvanlara ve bitkilere zarar verilmez.[1]Belkıs Konan, “İnsan Hakları ve Temel Özgürlükler Açısından Osmanlı Devletine Bakış”, Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C. XV, Yıl 2011, Sayı 4, s. 260.
Düşünme ve İfade Hürriyeti
Dinin ve hukukun korumayı hedeflediği üçüncü unsur akıldır. Din ve hukuk, akıllı olan insanları muhatap alır. Deliler, bunaklar, çocuklar, uyuyanlar, sarhoşlar dinî ve hukukî açıdan mesul sayılmazlar. Bu açıdan akıl, düşünme ve düşündüklerini ifade etme hürriyeti dinin ve hukukun temelinde yer alır.
Düşünme ve düşündüklerini ifade etme hürriyetinin önemli bir unsuru, “emr-i bi’l-maruf ve nehy-i ani’l-münker” (iyiliği emretme ve kötülüğü yasaklama) görevidir. Bir Müslüman kötü bir şeyle karşılaştığı zaman, o kötülüğü gücü yeterse eli, yetmezse dili ile engellemelidir. Buna da gücü yetmezse, o kötülüğe karşı kalbinden buğzetmelidir.[2]“Sizden kim bir kötülük görürse onu eliyle düzeltsin. Buna gücü yetmezse diliyle düzeltsin. Buna da gücü yetmezse kalbiyle buğzetsin. Artık bu kadarı imanın en zayıf … Okumaya devam et
İyiliği emretme ve kötülüğü yasaklama görevi, meşru muhalefet hakkı olarak da isimlendirilebilir. Meşru muhalefet hakkı, hukuk dairesi dışına taşmadan insanların, toplumun ve devletin icraatlarını eleştirebilmektir. Meşru muhalefet hakkı, insanların, toplumun ve devletin daha iyiye gitmesi için çok önemlidir. Bir toplumda ve devlette meşru muhalefet kanalları tıkandığı takdirde, insanlar kanundışı yollara sapmak zorunda kalırlar.
İslâmiyet’in ilk dönemlerinde iyiliği emretme ve kötülüğü yasaklama görevi hakkı ile yerine getirilirken, Emeviler’den itibaren hilâfetin saltanata dönüşmesiyle hükümdar korkusu sebebiyle bu vazife tam mânâsıyla yerine getirilemez olmuştur. Hâlbuki iyiliği emretme ve kötülüğü yasaklama, Müslümanlar için sadece hak değil, aynı zamanda bir görev, bir farzdır.[3]Osman Keskioğlu, İslâm Hukuku Açısından Hukuk ve İnsan Hakları, İzmir 1996, s. 135. “Sizden, hayra çağıran, iyiliği emreden ve kötülükten sakındıran bir topluluk bulunsun. İşte kurtuluşa erenler onlardır.” (Ali İmran, 104.) mealindeki âyet bunu Müslümanlara emretmektedir.
Aile Hak ve Hürriyeti
İslâm hukukuna göre, herkes aile kurmak, evlenmek ve çocuk sahibi olmak hakkına sahiptir. Fertler ailenin temelini oluşturduğu gibi, aile de toplumun temelini oluşturur. Maddî ve mânevî açıdan sağlıklı fertler, sağlıklı aileleri ve sağlıklı aileler de sağlıklı toplumları meydana getirir.
- “İçinizden bekârları, köle ve cariyelerinizden iyi olanları evlendirin. Eğer fakir iseler, Allah onları lütfu ile zenginleştirir.” (Nur, 32.);
- “Kadınlar sizin için birer elbise, siz de onlar için birer elbise gibisiniz.” (Bakara, 187.);
- “Gençler! İçinizden aile geçindirebilecek güçte olanlar evlensin. Çünkü evlilik gözü haramdan sakındırır, iffeti daha iyi korur. Evlenmeye gücü yetmeyenler ise oruç tutsun. Çünkü oruç şehveti kırar.” (Buhari, nikah 3; savm 10; Müslim, nikah 1.);
- “Evlenmek benim sünnetimdir. Sünnetimden yüz çeviren benden değildir. Evleniniz, çünkü ben diğer ümmetlere karşı sizin çokluğunuzla iftihar edeceğim.” (İbn Mace, nikah 1.)
gibi mealleri verilen âyet ve hadîslerle evlilik teşvik edilmiştir.
Aile haklarının önemli bir bölümünü, çocuk hakları oluşturmaktadır. İslâm hukukuna göre çocuk hak ehliyetine sahip olarak doğar, yedi yaşında temyiz kudretine ulaşır, ergenliği ile birlikte tam ehliyetli olur. Yeni doğan çocuk iyi bir isim verilmesi, akika kurbanı kesilmesi, iyi bir şekilde bakılması, güzel bir şekilde eğitilmesi, malları varsa korunması gibi temel haklara sahiptir. Ergenliğe ulaşana kadar bu şekilde haklarla korunan çocuk, ergen olduğu zaman tam ehliyete sahip olur, her türlü hukukî işlemi kendi başına yapabilir.
Kadın hakları da aile hak ve hürriyeti içinde yer almaktadır. İslâm dini kadını, erkek ile aynı statüde kabul etmekle birlikte, kadın ve erkeğin kendine has özelliklerinden dolayı bazı farklı düzenlemeler getirmiştir. Esas itibari ile kadın da erkek gibi dinî, hukukî, insanî, siyasî, ticarî hak ve hürriyetlere sahiptir. Bununla birlikte kadının kendisine has bazı hususiyetlere, erkeğin de kendisine has bazı özelliklere sahip olması sebebi ile hak ve hürriyetlerde bazı farklılıklar söz konusu olmuştur. Erkeğin birden fazla kadınla evlenebilmesi, bir erkek şahide karşılık iki kadın şahidin istenmesi bu farklılıklardandır. Kadının erken ergenliğe ulaşıp erken doğurganlık yeteneğini kaybetmesi, buna karşılık erkeğin geç ergenliğe ulaşmakla birlikte çok ileri yaşlara kadar baba olabilmesi, birden fazla kadınla evliliği gerektiren sebeplerden birisidir. Ayrıca savaşların çok olduğu dönemlerde sahipsiz kalan kadın ve çocukların korunup kollanması için de birden fazla evlilik gerekli görülmüştür.
İslâmiyet’in kadın hakları ile alâkalı getirdikleri ileri seviyede olmasına rağmen, İslâm tarihi boyunca geleneklerden kaynaklanan önemli kısıtlamalar sözkonusu olmuştur. Geleneklerden kaynaklanan bu kısıtlamalar, sanki İslâm dininin gereği gibi düşünülmüştür. Hâlbuki İslâmiyet, kadın ve erkeğin durumuna uygun hak ve hürriyetleri tanımıştır. Gelenekten kaynaklanan sınırlamaları ortadan kaldırmak, İslâmiyet’in kadına tanıdığı hakları uygulamak gerekmektedir.
Aile ile alâkalı haklardan birisi de, özel hayatın gizliliği ve konut dokunulmazlığıdır. İslâmiyet insanların özel hayatlarının gizli kalmasını esas alır, özel hayatın araştırılmasını yasaklar. Kişinin özel hayatı, diğer insanlara ve topluma zararlı değilse, devlet tarafından müdahale söz konusu olmaz. Aşağıda meali verilen âyetlerde bu husus açıkça belirtilmiştir:
- “Ey iman edenler! Zannın birçoğundan sakının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurlarını ve mahremiyetlerini araştırmayın. Birbirinizin gıybetini yapmayın.” (Hucurat, 12.);
- “Ey iman edenler, evlerinizden başka evlere, yakınlık kurup (izin almadan) ve (ev halkına) selam vermeden girmeyin. Bu sizin için daha hayırlıdır; umulur ki öğüt alıp düşünürsünüz. Eğer orada kimseyi bulamazsanız, size izin verilinceye kadar artık oraya girmeyin ve eğer ‘Dönün!’ denirse, siz de dönün, bu sizin için daha temizdir.” (Nur 27-29.)
Ekonomik Hak ve Hürriyetler
Mülkiyet hakkı, önemli bir haktır. İslâmiyet mülkiyet hakkını kabul etmiş ve korumuştur. Buna göre, herkes malını istediği gibi kullanma hakkına sahiptir. Ancak mülkiyet hakkı, başkasının hakkına dokunursa, kullanımı sınırlandırılır. Mülkiyet hakkını kullanırken, komşuların mallarına zarar verilemez. Meselâ, bir kimse malı üzerinde mülkiyet hakkını kullanırken, komşu binanın zayıflamasına veya yıkılmasına yol açamaz. Mülkiyet hakkı, kamu yararı sebebi ile devlet tarafından da sınırlandırılabilir. Bazı bina ve araziler kamu yararı sebebi ile kamulaştırılabilir. Komşuluk hukukundan başka, şuf’a ve irtifak hakları sebebi ile de mülkiyet hakkı kısıtlanabilir.[4]Ekinci, Osmanlı Hukuku, s. 203.
Ekonomik haklardan birisi de çalışma hakkıdır. İslâmiyet çalışma hakkı çerçevesinde herkesin meşru dairede istediği işte çalışmasına imkân vermiştir. Kişinin alın teri ile elde ettiği kazanca kimse müdahale edemez. Tasarruf ve teşebbüs özgürlüğü herkese tanınmıştır. Özel teşebbüs esas olmakla birlikte, sosyal adaleti sağlayacak tedbirlerin de alınması gerekir. Herkes meşru dairede her türlü işi ve ticareti yapma hakkına sahiptir. Devlet özel teşebbüsü artıracak, sosyal adaleti sağlayacak, çalışma hürriyetini temin edecek her türlü imkânı hazırlar. Bunun için devlet yolların güvenliğini sağlar. Soyulan tüccar ve vatandaşların zararlarını tazmin eder.[5]Ekinci, Osmanlı Hukuku, s. 203. Böylece vatandaşın çalışma hak ve özgürlüğünü tam mânâsıyla kullanmasını sağlamış olur.
Netice olarak; insan hak ve hürriyetleri tarih boyunca toplumların başlıca meseleleri olmuş ve hâlen de olmaya devam etmektedir. Kölelikten, sefaletten, en zor şartlarda çalıştırılmaktan bugünlere gelen insanoğlu, hak ve hürriyetlerinin artırılmasını istemektedir. İslâm dini ve hukuku, insana layık olduğu hak ve hürriyetleri vermiş olmakla birlikte, devlet ve toplumların bunları tanıyıp uygulamasında sıkıntılar yaşandığı görülmektedir.
Kaynak: Doç. Dr. Abdullah Demir, Sızıntı Dergisi, Sayı: 442.
Dipnotlar
⇡1 | Belkıs Konan, “İnsan Hakları ve Temel Özgürlükler Açısından Osmanlı Devletine Bakış”, Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C. XV, Yıl 2011, Sayı 4, s. 260. |
---|---|
⇡2 | “Sizden kim bir kötülük görürse onu eliyle düzeltsin. Buna gücü yetmezse diliyle düzeltsin. Buna da gücü yetmezse kalbiyle buğzetsin. Artık bu kadarı imanın en zayıf mertebesidir.” (Müslim, iman, 78). |
⇡3 | Osman Keskioğlu, İslâm Hukuku Açısından Hukuk ve İnsan Hakları, İzmir 1996, s. 135. |
⇡4, ⇡5 | Ekinci, Osmanlı Hukuku, s. 203. |