Değerli kardeşimiz,
Günümüz dünyasında İslâm’ı eleştirmek isteyenlerin dillerine doladığı hususlardan birisi de kadının mirası meselesidir. Her şeyi yerli yerine koyan ve herkese hak ettiği konumu veren dinimiz, miras meselesinde de kadına, adalet ve hikmet çerçevesinde hakkını vermiştir.
Melekler, Allah’ın her işinde bir hikmet olduğunu Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle dile getirirler: سُبْحَانَكَ لَا عِلْمَ لَنَاۤ إِلَّا مَا عَلَّمْتَنَا إِنَّكَ أَنْتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ “Sübhansın ya Rab! Senin bize bildirdiğinden başka ne bilebiliriz ki? Her şeyi hakkıyla bilen, her şeyi hikmetle yapan Sensin.” (Bakara Sûresi, 2/32) Yani Kur’ân-ı Kerîm, meleklerin lisanıyla bizlere Allah’ın (celle celâluhu) her işinde bir hikmet olduğunu bildirmektedir. Buna göre Kur’ân-ı Kerîm’de bize bildirilen hükümlere itaat etmek bütün müminlerin şiarıdır.
İslâm miras hukukunda gözetilen en temel iki özellik “akrabalık” ve “adalet”tir. Yani miras, yakınlık derecesine göre ve adaletle dağıtılır. Bu yakınlık ve adalette elbette kadın da yerini almıştır. İslâm, kadına mirastan pay verdiğinde, erkeğin hâkim olduğu bir toplulukta bu bir inkılâp niteliğindeydi zira o gün itibarıyla ne Arap yarımadasında ne de dünyanın değişik yerlerinde kadının insanî hiçbir hakkı söz konusu değildi. İşte böyle bir ortamda İslâm dini, kadının mirastaki paylarını ayırmıştır. Kur’ân-ı Kerîm’de en ayrıntılı hükümlerin yer aldığı miras âyetlerinde kadının hisseleri kıyamete kadar değiştirilemeyecek şekilde ve açıkça sabit kılınmıştır.
Temel kaynaklarımızda “payları belirtilmiş kimseler” manasına ashâb-ı ferâiz denen bu kimseler onüç başlıktan oluşmaktadır. Bu başlıkların yedisi bizzat kadınlarla ilgilidir. Bunları sayacak olursak; anne, zevce (eş), kız, oğul kızı, öz kız kardeş, bababir kız kardeş, nene… Görüldüğü üzere bir aileye mensup olan kadınlara –şartlar oluşması hâlinde- paylar ayrılmıştır. Bu sayılanlardan anne, zevce (eş), kız her hâlükârda mirastan pay almaktadırlar. Yani bunların kendilerine bakacak eşleri olsa veya kızlar açısından düşündüğümüzde başka bir aileye gelin olarak gitseler bile dinimiz onlara da payını ayırmıştır.
İslâm dininin yayıldığı Arap yarımadasında ve hatta günümüzde bile, aileye ait malları başka ailelere taşıdığı gerekçesiyle kızlara mirastan pay ayrılmadığını düşünecek olursak vicdanlarda meselenin ehemmiyeti daha açık anlaşılacaktır. Miras âyetlerinin inmesine vesile olan olayda bu ehemmiyet açıkça görülür.
Buna göre; يُوصِيكُمُ اللّٰهُ فِٓي أَوْلَادِكُمْ لِلذَّكَرِ مِثْلُ حَظِّ الْأُنْثَيَيْنِ “Allah size, çocuklarınızın miras taksimi hususunda erkeklerin paylarının, kızların alacağı payın iki katı olmasını emretmektedir.” (Nisâ Sûresi, 4/11) âyeti inince bu hüküm, müşriklerin hoşuna gitmemiş ve şöyle demişlerdir: “Kadına dörtte bir, ya da sekizde bir, kız çocuğa yarım ve küçük çocuğa da mirastan pay veriliyor. Oysa onlar ne ata binebiliyor, ne de düşmanla savaşabiliyor. Küçük çocuğa da miras veriliyor, oysa çocuk hiçbir işe yaramıyor.”(Taberî, Câmiu’l-Beyân, 4/275)
Âyetin indiği ortamda kadın ve çocuklar, sosyal hayatta ve özellikle savaşlarda bir yarar sağlamadığından kendilerine bir değer atfedilmiyordu. Oysa dinimiz anne karnındaki bebeğin bile payını ayırmıştır. Evet, sağ doğması şartıyla bebeğin de mirasta payı mevcuttur.
Niçin erkekler mirastan iki kat fazla pay alıyor?
İslâm miras hukukunda, eleştiri konusu yapılan en önemli husus, kadınların erkeğe nispetle mirastan daha az pay almasıdır. İslâm miras hukukuna göre bir kadının erkekten az pay alması, sadece erkek kardeşiyle birlikte bulunması durumunda geçerlidir. Eğer erkek kardeş yoksa, bu durumda daha fazla pay da alabilmektedir. Âyette şöyle buyrulur: “Allah size çocuklarınızın miras taksimi hususunda, erkeklerin paylarının, kızların iki katı olmasını emretmektedir. Eğer bütün çocuklar kız olup ve ikiden fazla iseler, bunların payı, ölenin bıraktığı malın üçte ikisidir. Eğer mirasçı olarak bir tek kız ise mirasın yarısı onundur.”(Nisâ Sûresi, 4/11)
Şimdi, zâhiren haksızlık gibi görünen ve bazılarınca eleştirilen, erkeğin kızdan iki kat fazla miras almasının hikmetlerine temas edelim.
İslâm dinine göre erkeğin yapması gereken vazifeler vardır. Bunlar; askerlik, savaş, yakınlarının geçimini temin etme mesuliyeti, akrabaların işlediği cinayetler neticesinde kan bedeli ödeme sorumluluğu, evlenirken kadına verilecek olan mehirdir. Bu vazifeler arasında özellikle nafaka yükümlülüğü üzerinde durmakta fayda var. Dinimiz, ailenin nafaka yükünü erkeğe yüklemiştir. Buna göre bir ailenin, barınma, giyim-kuşam, yiyecek-içecek gibi temel masraflarını o evin erkeği karşılamak zorundadır. Yani evin hanımının ve çocuklarının, barınma, giyim-kuşam, yeme-içme, bunun yanında erkek çocuklarının emsali para kazanıncaya kadar, kız çocuklarının ise evleninceye kadar bütün masrafları erkeğin sırtına yüklenmiştir. Bunun yanında sadece eş ve çocuklar değil yerine göre anne ve kız kardeşler gibi aileye mensup diğer kadınların nafakaları, bakacak kimse olmadığı takdirde ilk olarak erkeğin sırtındadır. Evet, dinimiz hayatın ekonomik yükünü bütünüyle erkeğe yüklemiştir. İslâm dinine göre hareket edildiğinde bir kadın hayatın ekonomik yükünü çekmemelidir, zira her halükarda akrabalarından erkekler kendi nafakasını karşılamakla yükümlüdür. Bütün bu bilgiler ışığında insaflı olarak değerlendirilirse, mirastan erkeğin iki, kadının bir pay almasının, eşitsizlik değil, tam aksine adalet olduğu anlaşılacaktır. Ancak bu durum, erkeğin İslâm hukukuna göre vazifelerini yaptığında yerine gelmektedir. Ferdiyetçilik ve bencilliğin yaygın olduğu günümüzde erkeklerin üzerine düşen vazifeleri hakkıyla yerine getirmeyip, miras meselesine sıra gelince haklarını hatırlamaları bu meselenin de eleştirilmesine sebebiyet vermektedir. Buna göre erkekler, sadece miras hususunda değil bütün konularda üzerine düşen vazifeleri bilmelidirler. Çünkü dinimiz, insanlara akrabalarını gözetmelerini, yakınlarına bakmayı emretmiştir. (Nahl Sûresi, 16/90)
Aynı konuyu “Muhakemesiz medeniyet, Kur’ân kadına üçte bir verdiği için âyeti tenkit eder” şeklinde açıklayan Bediüzzaman Said Nursî, hükümlerin genel itibarıyla çoğunluğa göre olduğunu özetle şu şekilde ifade etmektedir:
Çoğunluk itibarıyla bir kadın kendini himaye edecek birisini bulur. Erkek ise ona yük olacak ve nafakasını ona bırakacak bir kadınla aile kurmaya mecbur olur. İşte bu konumdaki bir kadın, babasından erkek kardeşinin yarısı kadar miras alsa, kocası onun noksanını tamamlar. Erkek, babasından kız kardeşinin iki katı alsa, bunun yarısını evlendiği kadının geçimine verecek; böylece kız kardeşine denk hâle gelecektir. İşte Kur’ân böyle hükmetmiştir ve adalet bunu gerektirir.(Bediüzzaman, Sözler, s. 442)
Miras taksiminde gözetilen bu farklılığın sosyolojik ve psikolojik yönü ise daha farklı bir hususu ortaya çıkarmaktadır. Günümüzde bile pek çok yerde, kız çocuklara, “malımızı başkasına götürecek birisi” nazarıyla bakılmakta, bu da o masum kıza karşı bir olumsuz tavra dönüşmekte, bu tavır daha sonra onu mirastan mahrum bırakmaya kadar gitmektedir. Bu haksızlığa maruz kalan kız, babasından ve kardeşlerinden soğumakta, onların arkasından konuşmakta ve akrabalar arası ilişkiler bozulmaktadır. İşte dinimiz, Cahiliye’de yaşanan ve hâlâ da devam eden bu bakış açısını tadil etmek, aynı zamanda kızın hakkını da vermek için ona erkeğin yarısı kadar pay takdir etmiştir. Böylece hem kız, baba malından ve şefkatinden mahrum kalmayacak hem de baba ve erkek kardeşler, kızlarına ve kız kardeşlerine mallarını başkalarına götüren biri nazarıyla bakmayacaklardır. Neticede hüküm böyle verilmiş ve büyük bir sosyo-psikolojik inkılâp yaşanmıştır.
Bu durumu Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri özetle şöyle açıklamaktadır:
Şu halde, fıtraten nazik, nazenin ve yaratılış itibarıyla zayıf ve nahif kız, görünüşte az bir şey kaybeder fakat ona bedel akrabalarının şefkatinden, merhametinden tükenmeyen bir servet kazanır yoksa ‘Hakk’ın rahmetinden ziyade merhamet edeceğiz’ diye hakkından fazla ona hak vermek, ona merhamet değil, şiddetli bir zulümdür. Belki Cahiliye döneminde olduğu gibi vahşice ve merhametsizce bir kötülüğe yol açma ihtimali vardır. (Bediüzzaman, Mektubat, s. 50)
Bütün bu açıklamalar ışığında şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki dinimizin ortaya koyduğu bir hayat sistemi vardır. Bu sistem içerisinde erkeğin konumu ve vazifesi ile kadınınki farklı farklıdır. Dolayısıyla miras paylaşımı da farklı olacaktır. Erkek ailenin reisi ve aile geçiminin sorumlusudur. Öyleyse, kadına nisbetle daha fazla alacaktır. Zâhiren haksızlık gibi görünen bu meseleye erkekle kadının toplumda ve ailedeki malî sorumluluğunu nazara alarak baktığımızda dinimizin getirdiği hükmün ne kadar merhametli ve adaletli olduğu kendiliğinden ortaya çıkacaktır.
Kaynak: Kadın ve Aile İlmihali
Selametle kalınız.