Eski ve yeni telâkkiler hakkında bu kısa açıklamadan sonra, kitabımızda hâkim olan ve muhtelif mevzuların işlenmesinde bize yön vermiş bulunan islâmî terbiye görüşünü şöylece hülâsa edebiliriz:
1) Kur’ân-ı Kerîm’in de bildirdiği üzere insanlar, “annelerinin karnından, hiçbir şey bilmezler olarak” dünyaya gelmektedirler (Nahl, 78). Bu sebeple ferd, hayatta kendisine lüzumlu olan bütün bilgileri sonradan almak zorundadır. Bu bilgiler dinî bilgiler olabileceği gibi, sıhhatiyle ilgili olabilir, dünyadaki gayesiyle, yapacağı işle, çevresindeki eşya ile v.s. ilgili olabilir.
2) insan, dünyaya, beşeriyete has bir kısım ahlakî, aklî, fikrî, hissî kabiliyet ve temayüllerle gelmektedir, mutluluk ve saadeti kazanabilmesi için, bunların ahenkli bir şekilde gelişmesi lâzımdır.
3) insan, cemiyet içinde yaşamak zorunda olduğu için, başkalarıyla münasebetlerinin tanzimini, içtimâi değerleri v.s. öğrenmesi, bir kısım sosyal alışkanlıklar kazanması gerekmektedir.
Şu halde ferdin, bütün bunları, gerek dünyevî ve gerek uhrevî, gerek kendisinin ve gerek cemiyetin saadet ve inkişâfı jçin kazanması, iktisab etmesi gerekmektedir. İşte bu “iktisab”ı gerçekleştirecek faaliyetlerin tümüne kısaca terbiye diyoruz.
Bir başka ifade ile, ferdin, fıtratında doğuştan getirdiklerine tabiat, sonradan kazandıklarına da kültür diyecek olursak terbiyeyi, daha veciz bir ifade ile: “Teraküm eden beşer kültürünü yeni nesillere aktaran ve doğuştan getirdiği kapasitelerini inkişâf ettirme faaliyeti” şeklinde tarif etmemiz de mümkündür. Bu “kültür aktarması”nda aktarılan şey, dinî ve dünyevî olabilir, alışkanlık olabilir, cemiyetin değerleri olabilir, fıtratın yani fikrî, aklî, hissî ve bedenî kuvvelerin istikametlendirilmesi ve inkişâfı olabilir.
Şu halde terbiye; ‘hayvan-ı nâtık’ olan insana, insanlığı öğreten, hayatı öğreten, fizikî, coğrafî ve içtimaî çevre ile uyumu öğreten, beşeriyetin yüzlerce asırlık kültür birikimini aktararak yaşadığı asrın seviyesine çıkaran yegâne vasıtadır, medeniyetin sebebidir, insanı hayvandan ayıran insanın mümeyyiz vasfıdır.
İnsan hayatında terbiyenin işgal ettiği ehemmiyet nispetinde, Hz. Peygamber, tebligatında terbiyeye ve terbiyenin bir bölümü olan ilim talebine ısrarla teşvik etmiş, büyük ehemmiyet vermiştir. “Ben bir muallimim” diyerek, peygamberlik mesleğinin esas itibariyle bir öğreticilik, bir mürebbilik mesleği olduğunu, insana hayrı-şerri öğreten, faydalı ve zararlıyı belirten, Rabbini, Rabbinin kendinden istediklerinin neler olduğunu bildiren, “insanların gerek nefislerine, gerek hemcinslerine ve gerekse Haliklarına karşı vazifeleri nelerdir, bu keşmekeş âlemde seçilmesi gereken yol ve istikamet ne olmalıdır?”bunları açıklayan, kısacası insanlığın saadeti ve medeniyetin terakkisi için lüzumu olan her şeyi talim edip öğreten bir hocalık olduğunu ifade etmektedir.
Meşhur bir rivayette Hz. Resûlüllah: “Her insan fıtrat üzere doğar, anne ve babasının telkin ve terbiyesi sonunda Hıristiyan, Yahudi, Mecusî veya müşrik olur” buyurmaktadır. Bu hadîste, terbiyenin kişi üzerindeki mutlak hükmünün çok açık bir şekilde dile getirildiğini görmekte ve bu rivayete dayanarak ferdin şahsiyetini yapan akîde (inanç), bilgi, tecrübe, alışkanlık v.s. nevinden bütün iktisabatını, terbiye yoluyla kişiye kazandırıldığını anlamaktayız. Resûlüllah (sav) hadîste bunlardan en mühimi olan akîdeyi zikrederek, şahsiyetin tamamının terbiye eseri olarak ortaya çıktığını ifade etmiş olmaktadır.
Prof. Dr. İbrahim Canan