Konu edindiğimiz hadis-i şerif, kadınlarla alâkalı iki meseleyi ihtiva etmektedir. Biz burada rivayetin ikinci kısmında vurgulanan ‘nâkısâtu aklin ve dînin’ ifadesini izaha çalışacağız.
Öncelikle belirtmiş olalım ki hadis imamlarının -hadis kriterleri açısından- senedinde bir problem görmediği bu nebevî beyan, başta Buhârî ve Müslim’in Sahihleri olmak üzere hadis külliyatının tamamına yakınında yer almaktadır. Bu rivayetin “Kur’ân’ın ruhuyla/ilkeleriyle telifi zordur!” şeklindeki yaklaşımlara gelince, bunlar iyice düşünülmeden ortaya atılmış iddialardır. Bu itibarla biz burada doğrudan hadisin bize vermek istediği mesaj ve hikmeti anlamaya çalışacağız.
Söz konusu rivayetin Türkçe anlamını vermeden önce, hadiste geçen نَاقِصَاتُ عَقْلٍ وَدِينٍ terkibinin anlamı hususunda hadis şârihlerimizin vermiş olduğu bilgileri kısaca hatırlatmak istiyoruz:
Sahih-i Müslim şarihlerinden İmam Nevevî, bu ifadenin ‘kalîlâtu’z-zabt’ manasına geldiğini belirtir ki bu, ‘zabtı (hıfzı ve kavraması) az olanlar’ demektir. Buhârî şarihlerinden İbn Hacer el-Askalanî ve Kastalanî gibi zevat ise -Nevevî kadar açık bir ifade kullanmamış iseler de- bu terkibin ‘zabtın azlığını hissettiren’ bir manayı ifade ettiğini belirtirler. Dinen noksanlığa gelince, bazıları bunu dinin özüyle irtibatlandırır, bazı âlimlerimiz de bu durumu ‘taât ve ibadetin noksanlığı’ şeklinde ele alırlar.[1]bkz. Nevevî, Şerhu’n-Nevevî, 2/68.
Sağlıklı bir çeviri yapabilmemiz için akıl mefhumuyla alâkalı önemli gördüğümüz iki noktaya dikkat çekmek istiyoruz.
1- Kelime olarak ‘bağlamak ve tutmak’ gibi anlamlara gelen akıl kavramı, insanın anlama, idrak etme, kavrama gücünü ifade eder. Anlaşılacak şeyler onunla anlaşılır, onunla kavranır, onunla değerlendirilir ve onunla bir neticeye bağlanır.
Ak(ı)l, Kur’ân-ı Hakim’de bir isim olarak yer almaz. Mesela âyet-i kerîmelerde akıl ‘onun aklı, onların akılları’ anlamında (akluhu, akluhâ veya çoğul kalıbı içerisinde ukûluhum, ukûluhünne) şeklinde ifade olunmaz. Bu kuvve ilgili âyetlerin tümünde “ya’kılûn, ta’kılûn, akelû” gibi fiil kalıplarıyla kullanılır.
Bu kullanım şekli bize nuranî bir kuvve olan aklın aynı zamanda ruhun önemli bir sıfatı, fonksiyonu, hayati bir dinamiği olduğunu göstermektedir. Nitekim Kur’ân’da bu sıfat kalbe nispet edilmiştir: لَهُمْ قُلُوبٌ لَا يَفْقَهُونَ بِهَا “Kalbleri vardır, onlarla akletmezler.” (A’raf Sûresi, 7/179). Kalb ise bâtını/esası ruh olan rabbanî bir latifedir.[2]bkz. Cürcanî, et-Ta’rifât, s. 178. Dolayısıyla kalbe nispet edilen akıl aynı zamanda ruha da nispet edilmiş demektir.
Bu özet bilgiyi, hadiste geçen نَاقِصَاتُ عَقْلٍ ifadesindeki akl kelimesine faal bir anlamın yüklenebileceğini belirtmek için verdik. Daha açık bir ifadeyle, aklın Kur’ân’da faal akıl olarak kullanılmış olması gerçeğinden hareketle bu hadis-i şerifteki عَقْل kelimesini ‘akletme (bir meseleyi bir hükme/neticeye bağlama)’ anlamıyla da ele alabiliriz. Buna göre bu terkibin manası ‘aklı eksik, aklı kısa’ olmayıp ‘akletme işini/aktivitesini eksik bırakanlar’ olacaktır.
Bu cümleden olmak üzere, نَاقِصَاتُ عَقْلٍ ifadesindeki eksikliğin, bizatihi aklın kendisinde/özünde değil, aklın aktivitesinde (akletmede) düşünülmesi gerekir. Şöyle ki; kadının yaratılışından gelen zengin hayal dünyası, hisleri-heyecanları ve buna bağlı olarak meydana gelen kararsızlık halleri, onun zihin faaliyetleri üzerinde mühim tesirler icra eder. Bu yönleriyle bir kadın zihnin aktivitesinde (işleyiş tarzı hususunda) erkeğin berisinde kalabilmektedir.
2- Eksiklik nisbî/göreceli bir mefhumdur. Dolayısıyla tek başına bir anlam ifade etmez. Öyleyse bu cümlede dile getirilen ‘akletmeyi eksik bırakma’ vurgusu, bir başkası düşünüldüğünde bir anlam ifade edecektir ki o da erkeklerdir. Buna göre burada şu anlamın düşünülmesi icap eder:
“Kadınlar –erkeklere nispetle- akletme aktivitesini eksik bırakanlardır.” Bu madde içinde vurgulanması gereken bir diğer husus da şudur: Bu durum, her hususla ilgili değildir; bu sadece kadının sevgi, şefkat veya korku hissini tesiri altına alan, rikkatini derinden etkileyen bazı konular için söz konusudur. Bu noktayı dikkate alarak ilgili cümlenin anlamını daha geniş bir açıdan şu şekilde düşünmemiz gerekir: “Kadınlar –şefkat ve rikkatlerini yakından ilgilendiren bazı konularda, erkeklere nispetle- akletme işini eksik bırakanlardır.”
Burada izahına çalıştığımız mesele şudur: Pratik hayatta da açıkça görüleceği üzere, bir kadın his dünyasını zorlayan bazı hâdiseler karşısında –rahat konsantre olamaması sebebiyle- mevcut akletme gücünü bir erkek kadar ileri götürememektedir. O, yaratılışının neticesi olarak bir noktadan sonra akletme yerine yola, hissî temayülleriyle devam etmektedir. Daha açık bir ifadeyle, metanet, soğukkanlılık ve cesaret isteyen bir konuda bir erkek akletme gücünü (söz gelimi) yüzde doksan nispetinde kullanıyorsa, hislerinin öne geçmesiyle kadın bunun altında bir oranda bu gücünü kullanabiliyor. Dolayısıyla ortaya -aklın kendisinde değil, onun kullanılması (akletme) noktasında- nisbî/göreceli bir noksanlık çıkmış oluyor.
Yine bu çerçevede -maddeler hâlinde- birkaç noktaya temas etmek istiyoruz:
a. Kadınların bazı konularda erkeklere nazaran daha zayıf olmaları yaratılışlarının neticesidir, ayrıca bunun böyle olması ilahî bir maslahat ve hikmet gereğidir. Dolayısıyla kadının bu yapısı asla onun insanî konum ve onurunu küçük düşürücü bir hâl değildir zira buna karşılık erkeğin de kadına göre eksik ve zayıf kaldığı hususlar vardır. Mesela kadın erkeğe nazaran daha şefkatli, daha merhametli, daha zarif ve daha ince ruhludur. Burada kadın erkeğin çok önündedir ve bu noktada erkek kadınla boy ölçüşemez. Şimdi bu gerçekten hareketle de diyebiliriz ki erkekler kadınlara nazaran ‘nâkısû’l-his’tirler. Yani, sevgi ve şefkat hisleriyle yaklaşılması gerektiği bir yerde erkekler duygularını işletme/sergileme yönüyle kadınlara nispetle ‘eksik cinsler’dir.
b. Şu hâlde karşımıza birbirine muhtaç ve tek başına hareket ettiklerinde ‘eksik kalan iki cins’ tablosu çıkmaktadır. Esasında bu durum varlığın umum yapısıyla ilgili bir durumdur. Şöyle ki “zerrelerden bitkilere, ondan hayvanlar ve insanlar arasındaki erkeklik ve dişiliğe kadar her şey çift ve birbirine muhtaçtır; elektron protona, gece gündüze, yaz kışa, yeryüzü gökyüzüne ne kadar muhtaçsa kadın ve erkek de birbirlerine (öylesine) muhtaçtır. Tek olan Allah’tan başka her şey eksik olduğu gibi varlığını sürdürebilmek için de hiçbir şey kendi kendine yeterli değildir. Bu itibarla eksik olan erkek ve kadın bir araya gelmekle birbirlerini tamamlamaktalar ve böylece bir bütünlük oluşturmaktadırlar. Zaten bütünde asıl olan da budur.”[3]Gülen, Prizma, 1/177. Nitekim erkeklere hitapla bir âyette bu hususa dikkat çekilir:
“Kadınlar, (eksiklerinizi kapatıp tamamlama hususunda) sizin için bir örtü, siz de (aynı şekilde) onlar için bir örtüsünüz.” (Bakara Sûresi, 2/187).
c. İlahî hikmet, bir bütünün iki eşit yarımı (şakîki) olarak yarattığı kadın ve erkeği birbirine muhtaç kılmakla onları birbirlerine yöneltmiş ve hayatlarını kaynaştırmıştır. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm şöyle buyurmuştur:
“O’nun (varlığının ve kudretinin) delillerinden biri de sizin onlarla onların da sizinle, huzur ve sükûna ermeniz için size kendi cinsinizden eşler yaratması, aranızda sevgi ve merhamet var etmesidir. Bunda da düşünen kimseler için ibretler vardır.” (Rum Sûresi, 30/21).
Eğer her iki cins de birbirinin aynı (farksız) bir tonda yaratılmış olsalardı, birbirlerine sığınma ihtiyacı duymayacaklardı, dolayısıyla aralarında kolayca bir yakınlaşma da meydana gelmeyecekti.
Bu hususu müşahhas bir teşbihle ele almak gerekirse: İki mıknatısın farklı kutuplu uçları yan yana getirildiğinde birbirlerini çeker, aynı uçların (‘iki eksi’ veya ‘iki artı’ ucun) bir araya getirilmesi ile de birbirlerini iterler. İşte bunun gibi erkek erkeklik duygularıyla, kadın da kadınlık hisleriyle kalabildiği müddetçe birbirlerini cezbederler. Aksine, erkekleşmeye çalışan bir kadının bir erkekle, kadınsı tavırlara özenen bir erkeğin ise bir kadınla hayatlarını sürdürmeleri oldukça zordur.
Hâsılı, kadın sevgi, şefkat, nezaket, duyarlılık ve zerafet gibi daha zengin olduğu özelliklerle erkeği cezbederken, erkek de metanet, soğukkanlılık, cesaret, fizikî güç ve hislerine hâkimiyetiyle aklen daha mutedil oluşu gibi önde olduğu yönleriyle kadını yanına çeker. Böylece erkeğin ve kadının kendisine has bu özellikleri onları birbirlerine derinden bağlayan vesileler olur.[4]Benzer yorumlar için bkz. Ramazan el-Butî, el-Mer’e, s. 174-175.
İlgili Hadis ve Tercümesi
Arz edilmesinde yarar gördüğümüz bu açıklamalardan sonra hadis-i şerif için şu şekildeki bir tercümenin daha muvafık olacağını düşünmekteyiz:
Ebû Saîd el-Hudrî (radıyallahu anh) rivayet ediyor: Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem) bir kurban veya ramazan bayramında namazgâha çıktığında kadınlara uğradı ve onlara şöyle dedi:
“Ey kadınlar!… Akletme işini ve dini (dinî vecîbelerini) eksik bırakan sizden birisi kadar, tedbirli ve kararlı bir erkeğin aklını çelen bir başkasını görmedim. Onlar ya Resûlallah: ‘Akletme ve din(î vecîbelerimizi yerine getirme) mevzuunda noksan bıraktığımız (hususlar) nedir?’ dediler. (Allah Resûlü de) ‘Kadının şahitliği erkeğin şahitliğinin yarısı kadarı değil midir?’ diye sordu. Onlar, ‘Evet’ dediler. Allah Resûlü: ‘İşte bu (durum), onun akletmeyi eksik bıraktığı işlerden (biri)dir.’ buyurdu. (Sonra) Allah Resûlü: ‘Kadın hayız gördüğü zaman da namaz kılmaz ve oruç tutmaz, değil mi?’ buyurdu. Onlar, ‘Evet’ deyince, ‘Bu da onun dini (taât ve ibadetlerini tam olarak yerine getiremeyip) eksik bıraktığı meselelerden (biri)dir’ cevabını verdi.” (Buhârî, hayz 6).
Hadis-i şerifte kadınlarla alâkalı vurgulanan bir hususa daha temas etmek istiyoruz: Şöyle ki kadın Allah’ın Cemîl ismine erkeğe nispetle daha ziyade mazhardır. O bu mazhariyetle gelen cemal (güzellik) ve letafet yönünden erkeklerin önünde bulunmaktadır. Bu özellikleriyle kadın kendisinden daha tedbirli ve kararlı bir erkeğin aklını devre dışı bırakabilmektedir.[5]Bunda erkeğin kadına olan zaafının da unutulmaması gerekir. Nitekim Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) bu taaccübünü: “Ey kadınlar!… Akletme işini ve dinî (vecîbelerini) eksik bırakan sizden birisi kadar, tedbirli ve fikren daha kararlı bir erkeğin aklını çelen bir başkasını görmedim.” sözleriyle ifade buyurmuştur.
Kadın ve erkeğin meşru dairedeki bağ ve ilişkileri her iki cins için de bir huzur ve sükûn vesilesi olurken, bunun dışına çıkılması hâlinde kadının kendisine has kadınlık cazibesinin bir fitne sebebi olması kaçınılmaz olmaktadır. İşte Peygamberimiz bu nebevî beyanıyla aynı zamanda erkeklere bu gücün etkisi karşısında uyanık olmalarını işaret buyurmaktadır.
Hâsılı, gerek Kur’ân’da gerekse hadis-i şeriflerde erkeğin kadından üstün olduğu hissini uyaran ibareler, farklı kabiliyetleri ifade sadedinde beyan buyrulmuş vurgulardır çünkü kadın ve erkek bir bütünü tamamlayan cinslerdir.
Kadın ve erkek arasındaki nisbî/göreceli farklılık -pek çok maslahat için hususi yaratılmış olup- ontolojik anlamda (‘varlık olarak birbirlerinin daha az veya daha çok gelişmiş şekli’ manasında) bir farklılık değildir.
Bu cümleden olmak üzere: Kadınlarla alâkalı olarak hadis-i şerifin temas ettiği nisbî eksikliği, aklın bizatihi kendisinde değil, onun aktivitesinde (akletmesinde) düşünmemiz; dinen eksikliği de dinin bizzat özünde değil, ‘bazı ibadetlerin edasında eksik kalma’ şeklinde değerlendirmemiz daha isabetli olacaktır.[6]Bu yazı, Doç. Dr. Yener Öztürk’ün “Aklen ve Dinen Eksik Olma, İfadesini Nasıl Anlamalıyız” isimli makalesinden özetlenmiştir.
Dipnotlar
⇡1 | bkz. Nevevî, Şerhu’n-Nevevî, 2/68. |
---|---|
⇡2 | bkz. Cürcanî, et-Ta’rifât, s. 178. |
⇡3 | Gülen, Prizma, 1/177. |
⇡4 | Benzer yorumlar için bkz. Ramazan el-Butî, el-Mer’e, s. 174-175. |
⇡5 | Bunda erkeğin kadına olan zaafının da unutulmaması gerekir. |
⇡6 | Bu yazı, Doç. Dr. Yener Öztürk’ün “Aklen ve Dinen Eksik Olma, İfadesini Nasıl Anlamalıyız” isimli makalesinden özetlenmiştir. |