Kazâya kalmış namazların kazâsı da farzdır. Esâsen, namazı bile bile kazâya bırakmak büyük günahtır.
İmam Şafiî ve İmam Malik’e göre, farz namazların sünnetleri, kazâ niyetiyle o namazın kazâsı olarak kılınabilir. Çünkü farz, sünnetten çok daha faziletlidir.
Hanefî fukahâsı, sünnetlerin kaza yerine kılınmasına yumuşak bakmamıştır. “Sünneti sünnet yerine, kazâyı da kaza yerine kılmak gerekir” demişlerdir. Gerçi İbn Nüceym, bu hususta İmam Şafiî ve İmam Mâlik’in görüşünü benimsemişse de, farz namazını terkle, zaten büyük bir günaha girmiş olan insanın, o açığını kapatmak için bir de sünnetleri terk etmesi pek uygun olmasa gerek. Namazı kazaya kalan kişinin sabah-akşam Rabbisine duâ ve tazarrûda bulunması gerekirken, Allah Rasûlü (sav)’nün seferde ve hazerde terk etmediği ve kılana cennet köşk ve saraylarının va’dedildiği, tamamı 12 rek’atı bulan revâtib sünnetlerin kazâ namazına fedâ edilmesi akla da, tab’a da münâsip gelmemektedir.
Ayrıca, Allah Rasûlü (sav), bir hadis-i şeriflerinde, Cenâb-ı Hakk (cc)’ın, kulunun eksik farzlarını kıldığı nâfilelerle tamamlayacağını beyân buyurmuşlardır. Bu sebeple, fevt edilmiş farz namazlar kazâ edilmeli, nâfileler de nâfile olarak kılınmalıdır. “Kazâ namazım çok, ömrüm hepsini kılmaya yetmez” diyenler varsa, Allah böyleleri için inşâallah, o âna kadar kazâ adına sergiledikleri gayret ve kalplerinde taşıdıkları azim, niyet ve kararlılığına göre hüküm verir.
*Gülen, Fasıldan Fasıla 2.