Değerli kardeşimiz,
Kur’ân tefsirlerine baktığımızda: “Sana mahsus bir namaz olmak üzere gecenin bir kısmında kalkıp Kur’ân oku, teheccüd namazı kıl. Böylece Rabbinin seni Makâm-ı Mahmûd’a eriştireceğini umabilirsin.” (İsrâ, 17/79) âyetinin Hz. Peygamber’in (s.a.s.) ümmetine yapacağı şefâati olarak yorumlandığını görürüz.
Klasik müfessirlerimizden Kâdı Beydâvî, makâm-ı mahmûdu şöyle açıklar: O makamda duran kişi ve onu tanıyan herkes hamd eder. Bu makam yüksek değer ihtiva eden ve her mekan için söz konusu olan mutlak/kayıtsız bir makamdır. Meşhur olan görüş, bu makamın şefâat makamı olduğudur. Ebû Hureyre’den gelen habere göre Hz. Peygamber, “O makam benim ümmetime şefâat edeceğim makamdır.” buyurmuştur.[1]el-Beydâvî, III/462.
Zemahşerî ise makâm-ı mahmûd’u, makam sahibinin idrak ettiği bütün nimetler için hamdettiği makam olarak tarif eder. Ancak o, bu hamdin, şahsa verilen bütün nimetler ve üstünlükler hakkında umumî olduğunu vurgular. Akabinde de bu makam için şefâat makamı diyenler bulunduğunu belirtir.[2]ez-Zemahşerî, el-Keşşâf, II/660. “Şefâat makâmı”na dair görüşü ikinci bir görüş olarak zikretmiştir. Bu görüş onun Mu’tezile ulemâsı olmasından kaynaklanmaktadır. Mu’tezile’nin şefâate itiraz noktaları ileride ayrıca ele alınacaktır.
Seyyid Kutup ise, âyeti Hz. Peygamber (s.a.s.) değil de, bizim açımızdan yorumlar: “Övülmüş makama (Makâm-ı Mahmud) ulaşmanın yolu, gece namazı ve Kur’ân okumaktan geçer. O Mustafâ ve seçilmiş olan Peygamber, Rabbinin makâm-ı mahmûd’una erişmek için namaz, Kur’ân ve teheccüd ile emrediliyorsa, sonradan gelen bizlerin bu vesilelere ne kadar ihtiyaç duyacakları kıyas edilmelidir.”[3]Kutub, Fî Zılâli’l-Kur’ân, IV/2247.
Mevdûdî, âyeti, içinde bulunduğu sûrenin iniş ortamını ve zamanını dikkate alarak hem dünya hem de âhiret açısından tefsir eder: “Şimdi, senin düşmanların sana adlar takıyorlar, tüm memlekette senin adını kötüye çıkarmaya çalışıyorlar ve sana iftiralar yöneltiyorlar. Fakat dünyanın sana yapılan övgünün yankılarıyla döneceği günler çok uzak değil ve âhirette de bütün yaratılanlar seni övgü ile anacaklar. Hz. Peygamber’in kıyamet gününde şefâat etme makamına yükseltilmesi de makam-ı mahmûdun bir bölümüdür.”[4]Mevdûdî, Tefhîmu’l-Kur’ân, III/130..
Fahreddin Râzî ise, âyet üzerindeki mütâlaalarına geçmeden, âyette kullanılan ve ümit ifade eden ‘عَسَى’ (asâ) fiili üzerinde durur: Müfessirler, Allah’a nisbet edilerek kullanılan عَسَى kelimesinin ‘mutlaka, hiç şüphe yok ki’ mânâsına geldiği hususunda ittifak etmişlerdir. Meânî alimleri şöyle demişlerdir: ‘عَسَى’ kelimesi ümitlendirme mânâsına gelir. Binaenaleyh birisi birisine ümit verir, sonra da onu ümidinden mahrum ederse, bu bir ar ve utanç olur. Allah Teâlâ ise, bir kimseyi, ona herhangi bir şey verme hususunda ümitlendirip, sonra da vermemekten son derece münezzehtir.
Râzî, ifadelerine devam ederek Makâm-ı Mahmûd’un tefsirini yapar ve şöyle der: Ben derim ki, âyetin lafzı da Hz. Peygamber’in (s.a.s.) ümmetine yapacağı şefâat anlamını ihsas etmektedir. Çünkü insan, ancak birisi ona hamd edip medh-u senâ ettiği zaman mahmûd, yani övülmüş olur. Hamd ise ancak verilen nimete ve lütfa karşı yapılır. Binâenaleyh âyette bahsedilen Makâm-ı Mahmûd’un, Hz. Peygamber’in, bir grup insana in’âm ve iyilikte bulunup, o insanların bu iyilikten ötürü onu övdükleri bir makam olması gerekir. Bu iyilik, Hz. Peygamber’in (s.a.s.) dini tebliğ etmesi ve şeriatı öğretmesi olamaz. Çünkü bu zaten mevcuttu. O halde, âyetteki “Belki Rabbin seni bir Makâm-ı Mahmûd’a ulaştıracaktır” ifadesi, bir ümit vermedir. Halbuki insanı, zaten kendinde bulunan bir şeyi vaad ederek arzulandırmak imkansızdır. Binâenaleyh kendisinden ötürü mahmûd olunacak (hamd ve teşekkür edilecek) bu in’âmın (iyilik) insanlara daha sonra ulaşacak bir in’âm olması gerekir. Bu ise, Hz. Peygamber’in (s.a.s.) ümmetinin yanında şefâatçi olmasıdır. Dolayısıyla bu, âyetin lafzının, yani, “Belki Rabbin seni bir Makâm-ı Mahmûd’a gönderecektir” ifadesinin bu mânâda olduğunu gösterir. Hem sonra âyetteki “makâm” ve “mahmûd” kelimelerinin nekire (belirsiz) oluşu da o makamda Hz. Peygamber için, büyük bir övgünün, mükemmel bir hamdin (teşekkürün) olacağını gösterir. İnsanın, kendisini azaptan kurtarmaya çalışan kimseye karşı hamdi (teşekkürü, övgüsü), bir bakıma ihtiyaç duymadığı mükafatını artırmaya gayret gösterecek kimseye karşı olan hamdinden daha ileri olacağı mâlûmdur. Çünkü insanın, büyük elem ve kederlerinin giderilmesine duyduğu ihtiyaç, bir yönüyle, nimeti elde etmeye olan ihtiyacından çok çok fazladır. Binâenaleyh bunun böyle olduğu sübût kazanınca “Belki Rabbin seni bir Makâm-ı Mahmûd’a gönderecektir” ifadesi ile Ehl-i Sünnet’in inancına göre, cezaları düşürme hususundaki şefâatin kastedilmiş olması gerekir. Âyetin lafzı bu mânâyı çok kuvvetli bir biçimde hissettirmesi ve bu konuda sahih hadisler bulunması, âyeti bu mânâya hamletmemizi zorunlu kılmaktadır.[5]Fahruddîn Râzi, Mefâtihu’l-Ğayb, XXI/31. Hz. Peygamber’den nakledilen meşhur “Kim ezanı dinlediğinde ‘Ey bu tastamam olan dâvetin sahibi ve kılınmak üzere olan namazın emredicisi olan Allah’ım! Muhammed’e (bizim kurtuluşumuz için) vesilelik ve fazilet ihsan eyle. Onu, yüksek derecelere eriştir ve onu, vaad ettiğin Makâm-ı Mahmûd’a ulaştır’ diye dua ederse kıyamet günü ona şefâatçi olacağım”58 duası da âyetin anlamını açık bir şekilde destekler.
Selametle kalınız.
Kaynak: Dr. Mesut Erdal, 40 Soruda Şefaat İnancı.
Dipnotlar