1) Mezhep ne demektir? Mezheplerin çıkışındaki mantığı nasıl anlamalıyız?
Anlama ve yorumlama çabası: Mezhepler birer anlama ve yorumlama çabasının neticesidir. Mezhep imamları, parti kurar gibi ben mezhep kuruyorum diye ortaya çıkmamışlardır. Hepsi, dinin temel kaynakları olan Kur’an ve Sünneti anlamaya ve yorumlamaya çalışmışlardır. Bu yorumlar zamanla insanlar tarafından benimsenip uygulanmış ve böylece mezhepler oluşmuştur.
Yorum ve anlamadaki farklılıkların tezahürü: Anlama ve yorumlamada elbette farklı neticelere ulaşılmıştır. Bu gayet tabiidir. Çünkü her insan farklı farklı yaratılmıştır. Dolayısıyla farklı düşünmek, insanın yapısında vardır. bu yapıya bir de yetişilen, yaşanan çevre ve kültürün tesiri eklenince, insanın yorumlarında farklı sonuçlara ulaşmasının ne kadar fıtri olduğu daha iyi anlaşılır. Mezheplerin ve mezhep imamlarının farklı yorumlarda bulunması da bundan ibarettir.
2) Mezhep imamlarının dini yorumlarken, anlamaya çalışırken takip ettikleri metot genel itibariyle nasıl olmuştur?
Bir mesele olduğunda ya da bir soru sorulduğunda imamlar önce Kur’an’a bakmışlar, orada bulamamışlarsa ya da buldukları ayetlerin açıklanmasına ihtiyaç duymuşlarsa Sünnet’e müracaat etmişler. Orada da bulamamışlarsa Sahabe uygulamalarına ve görüşlerine dikkat etmişler. Orada da bulamamışlarsa kıyasa başvurmuşlardır. Kıyas bir içtihattır. İçtihat ederken, imamların yetiştiği kültür ortamı, bulundukları coğrafya, araştırdıkları konunun oluşturduğu ihtiyaç ve zaruret durumlarının önemli tesiri olmuştur.
3) Mezhep bir ihtiyaç mıdır?
Evet. Çünkü mezhepler dinin çeşitli derinliklerini temsil eden müesseselerdir. Dini bütün derinlikleriyle yaşamak zordur hatta mümkün değildir. Mezhepler dinin değişik derinliklerini temsil ederek halkın dini kolayca yaşamasını sağlamıştır. Diğer yandan Mezheplere ihtiyaç olmasaydı, din tek bir kalıpta, yoruma kapalı olarak gelirdi. Herkes o kalıbı yaşamakla mükellef kılınırdı. Hâlbuki dinin sabit bazı esasları olmakla beraber yoruma açık yanları da vardır. Bu yanları, Efendimiz yorumlayıp açmış. O’nun açmadığı yerler de sahabeye ve daha sonraki büyük imamlara kalmıştır. Zaten her mezhebin dayandığı, daha çok görüş aldığı mutlaka bir veya birkaç sahabi vardır. Bu sahabiler, Efendimiz zamanında da içtihatlarda bulunmuşlar, Efendimiz ise onları bundan men etmemiştir. Demek ki, dini anlamaya çalışmak bir ihtiyaçtır. Bu ihtiyacı görürken farklı fikirlere varmak da gayet normaldir, fıtridir. Efendimiz, kendi döneminde farklı içtihatlarda bulunan sahabeye bir şey demediğine, hatta düşünme, içtihat etme hakkı verdiğine göre, mezheplerin ortaya çıkması gayet tabiidir. kaynaklarını yorumlamak, görüş bildirmek bir ihtiyaçtır. Bu ihtiyacın karşılanması için dinimiz insana irade hürriyeti, fikrini bildirme hürriyeti vermiştir.
4) Doğru bir tane değil midir? Neden dört mezhebin dördü de haktır?
Bir anda birden fazla doğru olabilir. Mezhep imamları en doğruyu bulmaya çalışmışlardır. Ebu Hanife hazretleri, bana göre en doğru budur demiş ve daha doğrusunu bulan olursa ona tabi olacağını söylemiştir. Onlar en doğruyu bulma yolunda içtihat etmişlerdir. Bu içtihat yetkisini ise onlara Allah ve Resulü vermiştir. Eğer doğru bir tane olsaydı, Allah Teala onu Kur’an’da ya da Efendimiz’in beyanında açıkça bildirirdi. Bildirmediğine göre bunun bulunmasını içtihatlara bırakmıştır. Mezhep imamları, çeşitli metodlarla doğruyu bulma çabasında bulunmuşlardır. Dolayısıyla ortaya çıkan bütün neticeler doğru kabul edilmiştir. Bediüzzaman Hazretleri bu meseleyi açıklarken su misalini kullanmıştır. Su bazı hastalar için zararlıdır, dolayısıyla haramdır. Bazıları için şifadır, onlar için su içmek farzdır. Bazılarına az zarar veriyorsa su içmek ona mekruhtur., Bazılarına zarar vermeden menfaat sağlar. Onun için su içmenin hükmü sünnettir. Bazılarında ise ne yararı ne de zararı vardır. Su içmek onun için mubahtır. Görüldüğü gibi bunların hepsi de doğrudur. Su içmek, şartlara ve şahıslara göre hüküm almıştır. (Yirmiyedinci Söz)
5) Mezhepler nasıl meydana gelmiştir?
Her şey ilgiyle, merakla, hakikat aşkıyla başlamıştır. Sahabe efendilerimiz, Kur’an ve Sünnet’e olan merakları, aşkları şevkleri ile araştırmalar yapmışlar, düşünmüşler ve çeşitli neticelere ulaşmışlar. Efendimiz’den sonra bu sahabiler, çeşitli şehirlere yerleşmişlerdir. Mesela İbn Abbas hazretleri (radiyallâhu anh) Mekke’de bulunmuş, Muaz b. Cebel Şam’a hicret etmiş, İbn Ömer (radiyallâhu anh) Medine’de kalmış, İbn Mesud (radiyallâhu anh) ise Kufe’ye gitmiştir. Bu ve benzeri sahabiler bulundukları yerlerde hem irşad tebliğ vazifesini yerine getirmişler hem de talebe yetiştirmişlerdir. Yetiştirdikleri talebeler de ayrıca talebe yetiştirmişlerdir. Mesela İmam Azam Ebu Hanife hazretleri, İbn Mesud’un yetiştirdiği talebelerin talebesidir. O da Kufe’de mescidde talebe yetiştirmiştir. Zamanla onun fikirlerini benimseyenler bir mezhebin oluşmasına vesile olmuşlar. Yaklaşık hicri 3. asrın sonlarına doğru artık Hanefi mezhebi diye bir mezhep ortaya çıkmıştır.
7) Mezheplerin dört oluşundaki rahmet ve hikmet nedir?
Dört sayısının hikmetleri üzerinde durulabilir. Ancak önemli olan, mezheplerin birden fazla olmasıdır. Bunun da kendine ait hikmetleri vardır. Bunlardan birini şu şekilde arz edebiliriz: Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) “Ümmetimin ihtilafı rahmettir” buyurmuştur. Dinimizin değişik hükümlerini her insan, olduğu gibi yaşayamazdı. Mezhepler dinimize ait derinlikleri değişik şekillerde ortaya koymuştur. Tek bir kalıpta yaşanan bir din olsaydı, insanların bu dini yaşamaya gücü yetmezdi. Allah’ın rahmet eseri olarak dört tane mezhep ortaya çıkmıştır. Bir kimse, meşrebine, mezakına, karakterine hangi mezhebi yakın buluyorsa ona tabi olmuştur. Bunu bugünkü veya bundan üç dört asır önceki insanlar değil, İslam’ın ilk üç-dört asrındaki âlimler yapmıştır. Âlimler, kaynakları ve delilleri değerlendirerek mezhep imamlarına tabi olmuştur. Sonunda hicri üçüncü (miladi onuncu) asırda mezheplerin oluşması tamamlanmış ve artık mezhep kelimesi kullanılır olmuştur. Ondan sonra gelen âlimlerin her biri bir mezhebe bağlı olarak ilmini yaymış ve yaşamıştır. Halk da nerede doğup yaşamışsa orada hâkim olan mezhebe tabi olmuştur. Böylece halk dini nasıl yaşayacağına dair sistemi önünde hazır bulmuştur. Bu sebeple halkın mezhebi yoktur derler. Yani halk, kaynaklara inerek, delilleri değerlendirerek bir mezhebi tercih etme konumunda değildir. Onun buna gücü yetmez. Onun için Allah bu ümmete âlimler nasib etmiştir. Âlimler, birer mezhep imamının görüşünü benimseyerek onların arkasında yerini almış, pek çok alimin bu şekilde yapmasıyla mezhepler oluşmuştur. Halk da önünde yaşayabileceği büyük bir yol bulmuştur. Bu da onlar için Allah’ın bir rahmetidir. Aksi durumda, dinin hükümlerini ortaya koymak, buna göre bir mezhep tercihinde bulunmak onlar için zorluk olacaktı. Bu açıdan halka düşen şey, o âlimlerin açtığı yola tabi olup, dört mezhepten birine bağlı olarak yaşamaktır.