Değerli kardeşimiz,
Sözlükte “ölüm hastalığı” manasına gelen maraz-ı mevt, fıkıhta, tıbben ve hayat tecrübelerine göre ölümcül sayılan ve araya sıhhat hâli girmeden ölümle neticelenen hastalığa denmiştir.[1]Nihat Azamat, “Maraz-ı Mevt” mad., D.İ.A., 28/39.
Böyle bir hastalığın, sahibini diğer zamanlardan farklı bazı işlemler yapmaya yöneltebileceği düşünülerek, maraz-ı mevtte vuku bulan bazı tasarruflar farklı değerlendirilmiştir. Mesela maraz-ı mevtte bulunan bir adam varislerinden mal kaçırmak için borcu olmadığı hâlde sevdiği bir insana kendini borçlandırabilir.
Bu açıdan ölüm hastalığında bulunan bir adamın karısını boşamasına da ihtiyatla yaklaşılmış ve böyle bir boşama neticesinde kadının mirasçı olup olamayacağıyla ilgili farklı ictihadlar ortaya konmuştur. Çünkü böyle birisi, karısına miras bırakmak istemediği için onu boşamış olabilir.
Ebû Hanîfe, böyle bir boşamayı geçerli saymış ve kadının iddet müddeti içinde ölümün gerçekleşmesi hâlinde boşama ister ric’î (dönüşlü) ister bâin (kesin/dönüşsüz) talâkla vuku bulmuş olsun kadının kocasına mirasçı olacağını söylemiştir. Fakat koca kadının iddetinin bitiminden sonra vefat ederse, kadın ona mirasçı olamaz. Aynı şekilde boşamanın kadının rızasıyla gerçekleşmesi durumunda da kadın mirastan mahrum kalır.[2]Meydânî, el-Lübâb, 2/179; Ali el-Kârî, Feth-u Bâbi’l-İnâye, 2/127.
Selametle kalınız.
Hikmet.net
Dipnotlar