İçindekiler
Ülkemizde, özel finans kurumları’nın 1983 yılında çıkarılan kanunla temeli atılmıştır. İslami Bankalar da denilen özel finans kurumlarının kurulmasının esas amacı faizden uzak bir bankacılık sistemi kurmaktır. Bu kurumlar İslam ekonomisinin hayata taşınma çabasının birer ürünüdür. Harama girmeden yatırım yapmak veya parasını muhafaza etmek isteyen ya da peşin parası olmadan vadeyle ev, araba, makine vs. almak isteyen kişilere Kur’an ve Sünnetin temel disiplinlerine uygun olarak imkân sağlamaktadırlar. Bu kurumlar faizin söz konusu olmadığı her türlü bankacılık işlemini gerçekleştirmektedir.
Biz, finans kurumları’nın yaptıkları işlemlerin detayına girmeden daha ziyade onlar hakkında çokça sorulan ve merak edilen birkaç husus üzerinde durmaya çalışacağız.
Bankalarla Finans Kurumlarının Farkı
Yapılan işlemlerin içeriğine ve mahiyetine dikkat etmeyen veyahut bu kurumların yaptıkları işlemlerin dayandığı esaslardan habersiz olan bazı kişiler, zahiren ve görünüş itibariyle bu işlemlerin bankaların yaptığıyla benzer olduğunu dolayısıyla da caiz olmadığını iddia ediyorlar. En azından bu kurumları itham ediyor ve zan altında bırakıyorlar. Hâlbuki birbirine benzeyen fakat mahiyetçe ve hükümce birbirinden farklı dünya kadar iş ve işlemler gibi bu meselede de muameleler benzer olsa da aralarında büyük farklar vardır.
Bankalar faiz üzerine kurulmuş ve faizle büyüyen kurumlardır. Bir manada paranın ticaretini yaparlar. Finans kurumları ise para ticareti değil mal ticareti yaparlar. Muamele ve işlemlerinde faiz yoktur. Zaten finans kurumlarının kurulma gayesi dinî hassasiyeti olan Müslümanları faizden uzak tutmak ve meşru dairede onların ihtiyaçlarını karşılamaktır.
Günümüzde çok eleştirilen hususların başında bankaların verdiği faiz oranıyla, finans kurumlarının dağıttığı kâr oranlarının birbirine yakın olması gelir. Ancak bu oranların yakın olması hiçbir şekilde finans kurumlarının dağıttığı kârları faiz yapmaz. Zaten isimlerinden de anlaşılacağı üzere, bankalar daha baştan müşterileriyle faizli bir akit yapmaktadırlar. Müşteri belirli bir miktardaki parasına tayin edilen belirli bir zaman içinde verilecek faiz miktarını düşünerek bankaya para yatırmaktadır. Onun daha baştan tespit edilen anaparasından fazla olarak alacağı miktar, bir karşılığı olmadığı için faizdir ve haramdır. Burada para, para kazandırmaktadır.
Bankalar müşteriden aldığı parayı kullanırken zarar da etse kâr da etse mutlaka taahhüt ettiği faiz miktarını ödemektedirler. Banka müşteriden aldığı parayı kullanmak suretiyle kâr da etmiş olsa, bu kâr miktarının müşteriye verdiği faiz oranıyla orantılı olma ihtimali çok düşüktür. Buna göre iki ihtimal vardır. Ya banka ya da müşteri zarar edecektir. Hâlbuki Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) zarar vermeyi ve zarara zararla mukabele etmeyi yasaklamıştır. (Muvatta, Kitabu’l-Akdiye 1426). Diğer yandan Allah’u Teala “böylece ne haksızlık eder, ne de haksızlığa uğrarsınız” (Bakara Suresi, 2/279) buyurmak suretiyle faizli muamelelerden uzak durulmasının neticesini göstermiştir. Faizin olduğu yerde ise zulümden kaçınmaya imkân yoktur.
Finans kurumlarının işlemlerine baktığımızda ise, böyle bir sakıncanın bulunmadığını görürüz. Bu kurumlar, kendilerine para yatıran müşterileriyle bir nevi ortaklık temin etmiş oluyorlar. Havuzlarında biriken parayı, müdarabe, müşareke, murabaha ya da kiralama yöntemleriyle kullanarak elde ettikleri kârdan baştan belirledikleri oranlara göre müşterilerine veriyorlar. Müşterilerine verdikleri kâr yaklaşık yüzde seksendir. Yani özel finans kurumları, bir işletme gibi çalışarak müşterileriyle bir nevi ortaklık kuruyorlar ve topladıkları bu mevduatları kullanarak kâr elde ediyor ve bu karın da bir miktarını müşteriye veriyorlar. Faizde daha baştan mevduat sahibinin alacağı oran belirli iken, burada böyle bir şey yoktur. Çünkü elde edilecek kârın ne kadar olacağı daha baştan bilinemez. Hatta finans kurumu zarar ettiğinde, mevduat sahipleri de bu zarar ortak olurlar.
Faiz ve Kâr Oranları
Finans kurumlarının verdikleri kârın bankaların verdikleri faiz oranlarıyla birbirine yakın olmasının da makul gerekçeleri vardır. Birincisi, finans kurumları yukarıda saydığımız dört işlemden yüzde doksanın üzerinde murabahayı kullanıyorlar. Bu, kârlı satış demektir. Yani, finans kurumu müşterilerden topladığı fonlarla, peşin fiyatına mal aldıktan sonra üzerine belirli bir miktar kâr ekleyerek satıyor. Elde ettiği bu kârın yaklaşık yüzde yirmisini kendisi alırken, yüzde seksenini mevduat sahibine veriyor. Bunların murabaha yöntemiyle satacakları mallardan alacakları vade farkı veya kâr ile yatırım hesabına para yatıran müşterilere verdikleri kâr arasında doğru bir orantı vardır. İşte finans kurumları bu oranları belirlerken elbette, piyasa şartlarını ve bankaların verdikleri faiz oranlarını göz önünde tutmak zorundadır. Bunun ise yapılan işlemlerin meşruiyetine ve cevazına bir etkisi olmaz.
Finans Kurumları Niçin Zarar Etmiyor?
Aslında buradan hareketle, niçin finans kurumlarının hiç zarar etmediklerini ve devamlı yatırım hesabı sahiplerine –miktarı değişse de- kâr verdiklerini de anlayabiliriz. Çünkü ellerinde bulunan fonları kullanırken çok riskli işlere girmiyorlar. Bu fonları büyük oranda mürabaha işlemlerinde kullanıyorlar. Bunun ise tek riski finans kurumları aracılığıyla ev, araba, ev eşyası veya makine gibi mallar alan kimselerin aylık taksitlerini yatırmamalarıdır ki, bu oran da çok düşüktür.
Bankalar ya da Finans Kurumları Aracılığıyla Mal Almak
Günümüzde ev veya araba almak için bankalardan kredi çeken insan sayısı bir hayli fazladır. Finans kurumları da bu imkânı sunmaktadır. Yine bu iki kurumun sağladıkları bu imkânı değerlendiren bazı kimseler, bankalarla finans kurumlarının yaptıklarını bu işlemin arasında fark olmadığını söylüyorlar. Bu da yine meselenin mahiyetini bilmemekten kaynaklanıyor. Hâlbuki aralarında büyük fark vardır.
Burada bankaların yaptığı işlem, ev veya araba almak isteyen kimseye faizli para vermektir. Bankaların alınan malın alım ve satımıyla bir ilgisi yoktur. Sadece alacakları paraya karşılık, müşterinin satın aldığı malı ipotek etmektedirler. Müşteri bankadan aldığı faizli parayla, istediği bir arabayı, arsayı veya evi satın alıyor ve tahakkuk eden faizle birlikte aldığı parayı taksitler halinde geri ödemeye başlıyor. Hatta bankalar ortada hiçbir mal olmadığı halde bile ihtiyaç kredisi altında faizli para veriyorlar.
Finans kurumlarının yaptığı işlem ise tamamen farklıdır. Sadece görünüşte bir benzerlik vardır. Yani her iki kurum da peşin parası olmadığı halde bir mal almak isteyen kimseye bu imkânı sağlıyor. Burada finans kurumlarının yaptığı işlem şudur: Onlar müşterinin seçip beğendiği bir evi veya arabayı kendileri satın alıyor ve sonra bunu belirli bir kâr karşılığında vadeyle müşteriye satıyorlar. Mesela, fiyatı yüz bin lira olan bir evin parasını ev sahibine peşin olarak ödeyerek evi satın alan finans kurumu, bu evin üzerine yirmi bin lira daha ekliyor ve iki yıl vadeyle müşteriye satıyor. Burada finans kurumunun aldığı bu fark vade farkıdır ki, alışverişlerde çokça uygulanan bir işlemdir ve caizdir. Mal alımında para hiçbir şekilde müşterinin eline geçmiyor, doğrudan mal sahibine ödeniyor.
Son olarak bir hatırlatmada bulunmak istiyoruz. Özel finans kurumları kuruldukları günden beri, İlahiyatçı hocalara danışarak işlemlerini yapmaktadırlar. Faizden uzak durmak onların en önemli gayesidir. Günümüzde uyguladıkları işlemlerin tamamının ideal olduğunu söylemek zordur. Çünkü günümüzde kurulmuş bir ekonomik sistem vardır. Bu sistem esas itibariyle İslami olmaktan ziyade, batı kökenlidir. Bundan dolayı finans kurumları da bazı işlemlerini İslami usullere göre yapmakta zorlanıyorlar. Ancak bu hiçbir zaman onların faizli kurumlarla aynı olduğunu söylememizi gerektirmez.