Efendimiz (sav)’in, ne nübüvveti öncesinde, ne de nübüvveti döneminde sakalını kestiği vâkidir. Gerçi, M. Ebû Zehra gibi bazı âlimler, Efendimiz’in sakal bırakmasını devrin âdeti şeklinde telâkkî ediyorlarsa da,[1]Muhammed Ebû Zehra, Usûlü’l-fıkh s.38. Efendimiz’in bizzat sakalı emretmesi ve sakal bırakması, sakalın sünnet olduğunun münakaşa edilemeyeceğini göstermektedir. (Bkz.: Buhârî, libâs 64, 65; Müslim, tahâret 52-55.)
Ne var ki, sakal bırakmak sünnet ise de, bırakmamak haram değildir. Bilhassa günümüzde, bir Müslümanın içtimaî hayatın çarkları arasında farzları ikame ettikten sonra, bir kısım sünnetlerdeki kusurundan dolayı tenkid edilmemesi esasdır. Bu itibarla, bazı önemli mülâhazalarla sakal bırakmayan Müslümanların kılık-kıyâfet ve dış görünüşlerinden ziyade, gerçek niyetlerine ve sergiledikleri tavra bakılmalıdır.
Yeri gelmişken, bir husûsa daha temas etmeden geçemeyeceğim. Efendimiz, ashabını, öncelikle müşriklere benzemekten men etmiş (Buhârî, libâs 64; Müslim, tahâret 54), Ehl-i Kitab’a benzeme hususunda bir sınırlandırma getirmemişti. Çünkü, menşe’ itibarıyla onlar semâvî bir dine dayanıyorlardı. Daha sonra, müşriklere de, ehl-i kitaba da benzememe O’nun bir şiarı oldu.[2]Bkz.: Ebû Dâvûd, salât 88; Abdurrezzak, el-Musannef 4/287; el-Bezzâr, el-Müsned, 8/406
O, saç-sakal dâhil her şeyde Müslümanın kendisi olmasını arzu ediyor ve İslamî şahsiyet, İslamî kimliğin korunmasını hedefliyordu. Mühim olan da budur. Aşamadığımız birtakım gerçekler olsa bile, Müslüman daima kendi olmaya çalışmalı, takıldığı yerde de niyetini sağlam tutarak, her şeye rağmen farzları ve hususiyle bugün en önemli farz olan imân ve Kur’ân hizmetini ikameye devam etmelidir.
Kaynak: Fasıldan Fasıla II, “Sakal Bırakma”
Dipnotlar