Biz her şeyimizi Allah’tan isteriz. Çünkü O’nun her şeye gücünün yettiğini/yeteceğini biliriz. Vermeyi dilediğinde her şeyi verebilir. Vermemeyi dilediğinde de bir hikmetten dolayı vermez. Bu yüzden, istediğimiz şeylerin hayırlısını istemek gerekir. İslam’da, Allah’tan zenginlik istemek yasaklanmamış ama tavsiye de edilmemiştir. Çünkü hakkımızda neyin hayırlı olduğunu bilemeyiz. Bu yüzden Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem, azdıran zenginlikten, Allah’ı unutturan fakirlikten Allah’a sığınmıştır. Bize düşen de bu tavırdır. Yani, Allah’tan sürekli hidayet, istikamet, başkasına muhtaç olmamayı istemek, eğer mal veya herhangi bir dünyalık isteyeceksek ahiret merkezli istemek ve “Allahım eğer şükrünü eda edebileceksem ve bu mal beni dünyada ve ahirette rezil rüsvay etmeyecekse” gibi şartları da beraberinde zikretmektir. Çünkü inanmış bir insan, zenginliği bile kendisi için değil Allah yolunda kullanarak şükrünü arttırmak ve ebedi saadeti yakalamak için ister. Eğer bu mal bizi şımartacak, Karun misali bizi Allah’tan uzaklaştıracaksa istememek icab eder.
Nitekim sorunuzla alakalı olarak bir rivayet vardır. Medine Müslümanlarından olan Sâlebe’nin, mala-mülke karşı aşırı derecede hırsı vardı. Zengin olmak istiyordu. Bunun için Rasûlullâh sallâllâhu aleyhi ve sellem’den dua istedi.
Onun bu talebine Allâh Rasûlü sallâllâhu aleyhi ve sellem, şöyle cevap verdi:
“Şükrünü eda edebileceğin az mal, şükrünü eda edemeyeceğin çok maldan hayırlıdır…”
Bu ifâde üzerine isteğinden vazgeçen Sâlebe, bir müddet sonra hırsının yeniden depreşmesi ile tekrar Rasûlullâh sallâllâhu aleyhi ve sellem’e gelip:
“Yâ Rasûlallâh! Duâ et de zengin olayım!” dedi.
Bu defa Hazret-i Peygamber sallâllâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Ben senin için kâfi bir örnek değil miyim? Allah’a yemin ederim ki, isteseydim şu dağlar altın ve gümüş olarak arkamdan akıp gideceklerdi; fakat ben müstağni kaldım.”
Salebe, yine isteğinden vazgeçti. Fakat içindeki ihtiras fırtınası dinmiyordu. Kendi kendine; “Zengin olursam, fakir fukarâya yardım eder, daha çok ecre nâil olurum!” şeklinde zannî bir sebebe sarılmış ve nefsinin şiddetli talebine yenilmiş olarak üçüncü kez Hazret-i Peygamber sallâllâhu aleyhi ve sellem’in yanına gitti ve:
“Seni hak peygamber olarak gönderene yemîn ederim ki, eğer beni zengin ederse, fakir fukarâyı koruyacak, her hak sâhibine hakkını vereceğim!..” dedi.
Nihâyet bu kadar ısrar karşısında Allâh Rasûlü sallâllâhu aleyhi ve sellem:
“Yâ Rabbî! Sâlebe’ye istediği dünyalığı ver!” diye dua eyledi.
Çok geçmeden bu dua vesilesiyle Allah Teâlâ, Sâlebe’ye büyük bir zenginlik ihsan etti. Sürüleri dağı taşı doldurdu. Lâkin o âna kadar “mescid kuşu” ifâdesi ile vasıflandırılan Sâlebe, mal ve mülkü ile uğraşmaktan yavaş yavaş cemâati aksatmaya başladı. Gün geldi sadece Cuma namazlarına gelir oldu. Ancak bir müddet sonra Cuma namazlarını da unuttu.
Bir gün onun durumunu sorup öğrenen Allâh Rasûlü sallâllâhu aleyhi ve sellem:
“Sâlebe’ye yazık oldu!..” buyurdular.
Sâlebe’nin gaflet ve cehâleti, bu yaptıklarıyla kalmadı. Kendisine zekât toplamak için gelen memurlara:
“Bu sizin yaptığınız düpedüz haraç toplamaktır!” deyip, daha evvel vereceğini va’dettikleri şöyle dursun, fakir fukarânın âyetle sâbit olan asgarî hakkını dahî vermekten kaçınacak kadar ileri gitti. Münâfıklardan oldu.
Bu hâl, âyet-i kerîmede şöyle buyurulur:
“Onlardan (münâfıklardan) kimi de: Eğer Allâh, lutuf ve kereminden bize verirse, mutlaka sadaka vereceğiz ve elbette biz sâlihlerden olacağız! diye Allâh’a söz verdi. Fakat Allah, onlara lutfundan (zenginlik) verince, onda cimrilik edip (Allah’ın emrinden) yüz çevirerek sözlerinden döndüler.” (1)
Kendi ahmaklığı yüzünden Hazret-i Peygamber sallâllâhu aleyhi ve sellem’in îkâzını dinlemeyerek hareket edip de sefîl ve perîşân bir şekilde bedbaht ve hazîn bir âkıbete dûçâr olan Sâlebe, dünyanın geçici servetine aldanarak ebediyyet fukarâsı olmuştu. Büyük bir pişmanlık içinde ölürken kulaklarında Hazret-i Peygamber sallâllâhu aleyhi ve sellem’in şu sözleri çınlıyordu âdeta:
“Şükrünü edâ edebileceğin az mal, şükrünü edâ edemeyeceğin çok maldan daha hayırlıdır.
Evet, bu kıssadan hissemizi almamız gerekir. Selametle…
(1) Tevbe Suresi, 75-76