Hayat için bünyenin şart olup olmadığı konusunda iki görüş bulunmaktadır.
1) Eş’arî ve ona tabi olanların tümünün görüşü, hayat için bünyenin şart olmadığı şeklindedir. Hayat, hadd-ı zatında, bölünmez bir gerçektir. Onun bir bünyede tecelli etmesi, o bünyeye bağlı bulunduğunu gerektirmez. Çünkü hayat, ne o bünyenin genelinde ne de cüzlerinde değildir. Büyük bir bünyede tecelli eden hayat, basit bir tek parçada da tecelli edebilir. Hayat, madde ve cisimlerin bir tabiatı değil, bir emr-i İlahîdir.
2) Bu âlemdeki hayatta, istikraların gösterdiğine bakılırsa, hayat için bünye şarttır. Cinlerin de cismanî bir bünyesi olabilir. Ancak bizim her bünyeyi görmemiz gerekmediği gibi, gördüklerimizin de her parçasını görmediğimiz bilinen bir gerçektir.
İslâm filozoflarına göre de hayatın ortaya çıkması için mizaç ve ruhun uyum içinde bulunması gereklidir. Söz konusu uyumun sağlanabilmesi ise, bünyenin varlığı koşuluna bağlıdır. Herhangi bir şekilde beden çözülürse mizaç değişir ve uyum ortadan kalkar. O zaman hayat da son bulur.
İnsanın bir bedene sahip olduğunda şüphe yoktur. Hayat sahibi olduklarına göre, acaba melek ve cinlerin de bir bedeni var mı? Yoksa bunlar, bedenleri bulunmayan mücerret ruhtan ibaret varlıklar mıdır?
Melekler ve cinler, insan bedenine benzer, etten ve kemikten oluşan bir bedene sahip değiller. Ancak kendilerine has özelikler taşıyan misalî veya semavî diye isimlendirilen özel bir bedene sahiptirler. Ruhun da ister esir densin, ister başka bir isim verilsin, kendine has özellikleri olan bir maddeden oluşmuş, bu türden ikinci bir bedeni bulunmaktadır. Çünkü, tıpkı dünyevî bedenler gibi semavî bedenler de vardır. Bunlar kendilerine özgü bir davranış tarzına sahiptirler. Etten kemikten oluşan bedenimiz çürüyüp toprağa karışsa bile, maddî, fakat bizim algı gücümüzün tamamen dışında kalan bir maddeden meydana gelmiş olan bu semavî beden, bakî kalacaktır. Dolayısıyla insan, ölümden sonraki dirilişinde fizikî bedenini terk ettiği zaman, bilincinde bir kopukluk olmayacak, sadece daha ağır olan bedenini silkip atarak, ağırlığından kurtulmuş olacaktır. Zaten fizikî bedenin görevi bu spritüel bedene, dünya hayatı boyunca koruyucu bir kılıf olmaktan ileriye gitmez. Bu semavî bedenle, içinde yaşadığımız dünyada hiç bir engelle karşılaşılmadan dolaşılabilir.
Merağî’nin tefsirinde de şu ifadeler geçmektedir: “Ruh konusunda araştırma yapanlar, ruhun, bu bedenimize benzer ama esirden oluşmuş bir bedene sahip olduğunu söylerler. Ruh bu özel bedeniyle maddî bedende iş yapar. Kişi ölünce, ruhu bedeninden, bu özel bedeniyle beraber çıkar. Bu beden, ne bozulur, ne değişir, ne de çürür. Bu görüş İmam Malik’in görüşüne yakındır. O, ruhun cisme benzeyen bir bedeni olduğunu söyler. İşte âlimler bu surete esirî beden adını vermişlerdir. Esir, lâtif olsun, kesif olsun her maddeye nufüz edebilir. Nitekim güneş ışığını alır atmosfere aktarır. Durum böyle olunca, ölümden sonra ruhun bu bedeniyle, kuş şeklinde veya başka bir şekilde görünmesine herhangi bir engel olmamalıdır.”
Kısacası, ruh, melek ve cinlerin, tamamiyle mücerret olmayıp değişik özelliklere sahip pherespi, deduble, semavî, kozmik veya misalî beden adı verilen ve özel bir şeyden (maddeden) oluşmuş bir bedene sahip olduklarına dair görüş ağırlık kazanmış gibidir. Ama böyle bir bedeni kabul etmeyenler de vardır. Bunlar, özellikle meleklerin, bedenden müstağni, ancak istedikleri zaman istedikleri şekilde bir bedene, Allah’ın izniyle bürünebilen, varlıklar olduklarını ifade etmişlerdir.
Bütün bunlardan yola çıkılarak şunlar söylenebilir: Kur’an ve hadiste, melek, cin ve insanların yaratılışı ile ilgili verilen bilgilerden, her birisi için, ayrı özellikler taşısa da, birer beden bulunduğunu anlamak mümkündür. Melekler nurdan, cinler madde âlemine ait olan ateşten (Rahman, 55/15) insanlar ise topraktan (Rum, 30/20; Fatır, 35/11; Mü’min, 40/67) yaratılmışlardır. Ruhları ise, aynı kaynaktan neşet eden, aynı özellikleri taşıyan homojen bir yapıya sahiptir. Bazı âlimlere göre, zaten bütün kâinatta bir tek ruh vardır. Çünkü ruh bölünmez, ancak bedenlere taalluku cihetiyle birden fazla görünmektedir. Öyle ise bu varlıklar, menşei nur, ateş ve toprak olsa bile, ruhun dışında, beden adı verebileceğimiz ikinci bir unsur taşımaktadırlar. Ölümle insanın bedeninden ayrılan ruh için de, asıl kaynağına dönünceye kadar, böyle bir beden düşünmek mümkündür. Alimler, bunun esir maddesinden oluştuğunu belirterek, pherespi adını vermişlerdir. Melek ve cinlerin bedenine ise, semavî veya misalî beden adını vermişlerdir.
Öyle ise, melek, cin ve insanların hayatı denince, meleklerin ruhlarının nurdan, cinlerin ateşten, insanların ise topraktan bedenleriyle, keyfiyetini tam bilemediğimiz bir tarzda, ilişki içine girmesi kastedilmektedir. Bedenlerinin farklılığından ötürü, hayat tarzları ve yaşama özellikleri de değişiklik arz etmektedir. Meleklerin hayatı çok serbest, insanların hayatı çok kayıtlı, cinlerin hayatı ise ikisi arasında orta bir seviyede sürmektedir. Peki öyle ise, hayatları farklılıklar arz eden bu varlıklar için ölüm nedir?
Doç. Dr. Abdülhakim Yüce