Allahu a’lem, İmam Gazali Hazretlerinin (r.a) bahsettiği akıl, vahiyden kopuk olan ve tek başına yol almaya çalışan müstakil akıldır. Vahye dayanmayan akılla elbette hakikat bulunmaz, bunda ehl-i sünnet müttefiktir. Nitekim İslam’a göre ilmin kaynağı üçtür: Haber-i Mütevatir (vahiy ve mütevatir hadis), akıl ve havâssı selime (görme, işitme gibi duyu organları). Burada da görüldüğü üzere akıl tamamen bir tarafa bırakılmıyor, bırakılamaz da. Zira akıl, Allah’ın bir nimetidir ve kullanalım diye bize verilmiştir. Üstad Hazretlerinin yaptığı şey ise, Kur’an ve Sünnete dayalı bir akıl ve mantıkla, imanın şubelerini isbat etmektir. Onun aklı, erken yaşlardan itibaren Kur’an ve Sünnetle beslenmiş, vakti gelip de vazifeye başladığında ise tamamen Kur’ani ve Sünni konuşmuştur. Kullandığı üslup Kur’anidir. Mesela, temsiller ve teşbihlerde bulunur. Bu, Kur’andan alınan bir üsluptur. Mesela, bir meseleyi evirip çevirip değişik tarzlarda tekrar tekrar sunar, bu da Kur’an’ın üslubudur. Bütün bu ve benzeri mantıki ve tefekküri usulleri kullanmakla beraber Üstad Hazretleri neticeyi yine ayet ve hadise dayandırır. Zaten o, Risaleleri hep Esma-i Hüsna’nın gölgesinde yazmıştır. Tabiri diğerle, önce ayet ve hadisi kendisine esas almış, sonra ortaya koyacağı bütün akli mantıki delilleri o ayet ve hadisin/hadislerin gölgesinde ortaya koymuştur.
Ayrıca aklın ve mantığın ürünlerini kullanmak, dine ters bir durum arz etmedikçe caizdir. Nitekim kullanalım diye aklı ve mantığı veren de Allah’tır. Problem, vahyi göz ardı edip sadece aklı ölçü alarak ilerlemeye çalışmaktadır. Bu şekilde doğruyu, hakikati bulmak ise mümkün değildir, neticesi dalalete varır. Pek çok felsefeci, bu sebeple yoldan çıkmış ve dalalete gömülmüştür. İmam Gazali’ye bu sözü söyleten sebeplerden biri de herhalde, kendi zamanında mücadele verdiği o dönemin yoldan çıkmış felsefecileridir. Evet, akıl tek başına insanı hakikate götürmez, götürmek şöyle dursun onu şüpheler içinde boğar. Doğru yolu ise ancak vahyin gölgesine sığınmakla bulur.