Soru Detayı: İham Kaynakları adlı eserin 158. sayfasında, 22. hadisin açıklamalarında, güzel ahlakın en aşağı mertebeleri sıralanırken 2. maddede “Zulmedenlere karşılık vermemek” ibaresi geçiyor. Zulme rıza da bir nevi zulüm değil mi? Zulüm karşısında susmak dilsiz şeytanlık değil mi? Bu maddeyi nasıl anlamalıyız?
İlham kaynaklarında geçen ifadeler şu şekildedir:
Güzel ahlâkın en aşağı mertebesi:
- 1- Dostların cefasına katlanmak.
- 2- Zulmedenlere karşılık vermemek.
- 3- Zulmedenlere ya merhamet veya adâlet etmek.
- 4- Zulmeden ve düşmanlık yapanlar için istiğfar etmek.
- 5- Bütün insanlığın ıslahını istemektir.
Aslında burada anlatılmak istenen şey, zulme zulümle karşılık vermemektir. Yoksa zulmü durdurmama, zulüm karşısında sessiz kalma demek değildir. Zira zulme rıza zulümdür. Bir müminin vazifelerinden biri de zulmü durdurmaktır. Bunu da gücü yetiyorsa gücüyle, yetmiyorsa, diliyle, onu da yapamıyorsa en azından kalbiyle buğz etmek ve Allah’a dua etmek suretiyle zulme karşı olduğunu bildirerek yapar. Nitekim Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur:
- “Zalim de olsa, mazlum da olsa kardeşine yardım et.” Bir adam: “Ya Resûlallah! Kardeşim mazlumsa ona yardım ederim. Ama zalimse ona nasıl yardım edebilirim ki?” diye sorar. Peygamberimiz şöyle cevap verir: “Zalimi, zulmünden vazgeçirirsin veyahut ona mâni olursun. Şüphen olmasın ki bu davranışın o kardeşine yardımdır.” buyurdu. (Buhârî, Mezâlim 4; İkrâh 6)
Eğer insanlar kendilerine yapılan her bir haksızlığı ve kötülüğü affetmeyerek, buna hemen o türden bir karşılık verecek olsalar, bu yapılan zulümlerin katmerleşmesine ve daha da artmasına sebep olacaktır. Ayrıca Bediüzzaman Hazretleri de “mukabele-i bilmisil kaide-i zâlimânesiyle” diyerek yapılana aynen karşılık vermenin adını, zalim bir kaide olarak gösteriyor. Mesela, düşman yurdumuzu basmış kadın, çocuk ihtiyar demeden öldürüp gitmişse, biz de onların köylerini basalım, kadınlarını, çocuklarını, ihtiyarlarını öldürelim diyemeyiz. Burada, bizim bize ait ölçülerimiz vardır ve bu ölçüleri Kur’an ve Sünnet koymuştur. Nitekim, düşmana ancak yaptığı kadarıyla karşılık verileceği beyan buyrulduktan sonra, “Eğer sabrederseniz, bu, sabredenler için daha hayırlıdır” buyrulmakta ve inananlar sabra teşvik edilmektedir. (Nahl Suresi, 16/126)
Aslında bu beş madde birbiriyle alakalıdır. Bu beş maddeyi hususiyle de ikincisini değerlendirdiğimizde, burada zulme rızadan ziyade kendisine yapılan zulümlere misliyle mukabelede bulunmama, af ve sabır yolunu seçme söz konusudur.
Diğer bir husus, insanın karşılık vermeyip sabretmesi istenen zulüm, kendi şahsına yapılan zulümdür. Böyle bir zulüm karşısında insan, nefsinden fedakârlıkta bulunarak sabreder ve sabrının sevabını kazanır. Yoksa başkalarına veya inandığı değerlere zulüm yapıldığında kişi aynı müsamahayı gösteremez ve bu zulmü ortadan kaldırma yollarını araştırır.
Diğer yönden meseleyi değerlendirdiğimizde zulmeden kişiye karşılık vermemek, pek çok zaman görüldüğü gibi o zalimi ya zulmünden döndürür, ya da daha sonra pişman olmasına vesile olur. Yani zulmü ortadan kaldırmanın bir çeşidi affetmek ve sabretmektir. Fakat bu kolay bir yol değildir. Yani yüce bir ruh, engin bir gönül ister. Bundan dolayı da, muhataptan gelen ve zulüm sayılabilecek haksızlıklara, eza ve cefalara katlanmak ahlakın bir yönü kabul edilmiştir.