Feminizm, batıda ortaya çıkmış sonra da bizim dünyamıza taşınmış bir meseledir. Kadın-erkek eşitliğini savunan bu akımın temeli, batıdaki ortaçağ döneminde yaşanan karanlık düşüncenin, kadına olan aşağılayıcı bakışına gösterilen tepkiye dayanır. O dönemde kadının bir varlık olarak kabul edilip edilmeyeceği tartışılıyor, hatta kadın bir şeytan olarak görülüyordu. Yüzyıllardır bu ve buna benzer anlayışlar devam etti ve son yüzyılda renk değiştirdi.
Yaklaşık bir asırdır kadın, alenen aşağılanmasa da, birinci ve ikinci dünya savaşlarının da tesiriyle yaşanan fakirliğe bir çare olarak yuvasından çıkarıldı ve pazarın, ekonominin, piyasanın bir parçası haline getirildi. Böylece kadın, para kazanan, ekonomiye destek veren bir varlık haline gelerek bir nevi hürriyet kazandı. Fakat bu hürriyet sadece ekonomik alanda kaldı. Zira o bir taraftan çalışıp para kazanırken diğer taraftan cismani yönüyle istismar edildi, maddeten özgürmüş gibi yaşasa da onuruyla, ruhuyla ayaklar altında kaldı ezildi. Şeklî cazibesi, onun şahsiyetine karşı gösterilmesi gereken hürmetin kırılmasına hatta yok olmasına sebebiyet verdi ve kadın önceki esaretten kurtulayım derken bu sefer başka bir esaretin altına girdi.
Kadının, hürriyet gibi eşitlik aradığı saha da genel itibariyle yine ekonomik saha oldu. Zaten onun erkekle aynı şartları paylaşmaya başladığı alan da ekonomi olmuştu. Erkek çalışıyorsa ben de çalışmalıyım benim de kazancım ve ekonomik özgürlüğüm olmalı düşüncesinden yola çıktı ve para kazanmaya başladı. Bu durum cinsi istismarı da beraberinde getirdi. Zira kadının şahsi cazibesi bir taraftan erkek üzerinde malum rolünü oynarken bir taraftan da maddi geliri arttırmaya yaradı. Bu ise kısa zamanda kadını imaj ve reklâm aleti haline getirdi. Kadın da bu modern kılıflı aşağılanmaya bir tepki olarak kendini savunmaya aldı ve haklarını kazanmaya çalıştı. Fakat bunu yaparken dengeyi koruyamadı ve bugün yaşanan aşırılıklara girdi. Netice itibariyle, kadına karşı ortaçağlardan beri takınılan tavır bir ifrattı, fakat bu ifrata karşı gösterilen tepki de ayrı bir tefrit çizgisi oluşturdu. Zaten tepki olarak ortaya konan bir hareketten itidalli, orta yollu bir gidişat da beklenemezdi.
Evet, feminizm, gayri memnunlar tarafından başlatılıp devam ettirilen bir tepki hareketidir. Yuvasından, eşinden, çocuklarından, anne-babalarından koparılarak daha çok ekonomik sebeplerle piyasaya sürülen kadınlar, zamanla nazik ve nazenin fıtratlarının gereği tepki vermeye başladılar. Garip bir tecellidir ki, problemin yaşandığı zeminden uzaklaşarak değil de o problemlerin içine dalarak haklarını almaya çalıştılar. Ekonomik ve siyasi sahada kendi haklarında yapılan suistimallerden kurtulmak yerine bu alanlarda erkeklerle kendilerini aynı görmek gibi bir yanlışa düştüler. Hâlbuki bir kadın ve erkek, her ne kadar genel haklar açısından ve kulluk yönüyle eşit olsalar da, fıtrat, psikolojik yapı, beden, hayatın içinde yer alma ve mükellefiyet açısından eşit değildir. Bu açılardan onu erkekle eşit görmek, ona karşı bir saygısızlık ve haksızlıktır.
Kadının erkeğe eşit olmadığı hakikati, bugün yaşanan hayatla da ispatlanmış durumdadır. Zira meclisten, adliyeye, askeriyeye, emniyete, yargıya, oradan da hayatın diğer sahalarına kadar hemen her yerde kadından çok erkek bulunmaktadır. Hatta feminizmi savunan ülkelerde bile kadın hâkimiyeti ve kadınların çeşitli sahalarda söz sahibi olmaları erkeklerden çok azdır. Öyleyse denebilir ki, vak’a (realite), kadınla erkeğin eşit olmadığının/olamayacağının ispatlarından biridir. O zaman şöyle bir soru aklımıza gelebilir: Kadınla erkek eşitse, neden bu görüşün savunucuları bunu gerçekleştiremiyorlar. Cevaben diyebiliriz ki, fıtrat buna müsaade etmiyor da ondan. Allah’ın insana da erkeğe de verdiği fıtrat ve yükümlülükler eşit olmadığından bugün insanlık bütün imkânlarını birleştirip bunu uygulamaya çalışsalar da başarılı olamayacaklardır. Zira bu, fıtratla savaşmak manasına gelecektir. Fıtrat ise kendini bozucu mahiyetteki müdahaleyi kabul etmez. Eğer fıtrata yanlış yollardan müdahale edilirse, ortaya ne olduğu belli olmayan garip bir varlık çıkar. Yani bir çeşit anomali olur. Feminizm işte böyle eli ayağa tutmayan, kör, sağır doğmuş sakat bir çocuk (anomali) gibidir.
Asıl olan, kadınla erkeği birbiriyle yarıştırmak, birbirine vuruşturmak değil aksine kadını da erkeği de kendi konumunda kabul edip ikisinin de toplumdaki rolünü göz önünde bulundurmak, ikisini de saygıyla karşılamak ve insanlığın sağlıklı bir şekilde devam etmesi için iki fıtrattan da en azami verimi almaya çalışmaktır. Dinimizin ortaya koyduğu bakış açısı da budur. İslam, kadını kendi konumunda kabul eder, ona, uygun şartlarda çalışma, kazanma, öğrenme, öğretme, fikir bildirme, karar verme hakkı tanır. Mutluluk asrı olan Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) döneminde bu haklar tamamıyla uygulanmış, O’ndan sonraki dönemlerde de bu uygulamalar en hassas şekliyle devam ettirilmiştir. Tarihin bazı dönemlerinde İslam coğrafyasında şahsi ve dar çerçeveli bazı yanlış uygulamalar olmuşsa da bunlar uzun ömürlü olmamıştır. Evet, Müslümanlar arasında hiçbir zaman kadın hor görülmemiş, hakkı elinden alınmamış ve dolayısıyla da “kadın hakları”, “feminizm” gibi kavramlara da hiç gerek duyulmamıştır. Bugün her yerde kadına verilmeye çalışılan haklar, bizim dünyamızda her zaman kadının elinde olmuş ve bunlar rahatlıkla pratik hayatta yaşanmıştır. Öyleyse bugün bize düşen, dinimizin kadına bakışını iyi bilmek, bu bakışı uygulamalarıyla pratik hayatımızda göstermektir/göstermeye çalışmaktır.
Kaynak: Kadın ve Aile İlmihali