Bu soruya bakıldığı zaman bunun dinî bir hassasiyetten, sorumluluk duygusundan kaynaklanan bir soru olduğu anlaşılmaktadır. Bu açıdan öncelikle böyle bir endişeyi ve mesuliyet duygusunu takdir etmek gerekmektedir. Geçmişten bugüne her geçen günün bir önceki güne göre daha kötü olduğu düşüncesi hep seslendirilmiştir. Bunun belli bir nispette gerçeklik payı da vardır. Fakat bu şekilde bir çözüm acaba doğru mudur? Madem soru dinî, imani bir kaygıdan kaynaklanıyor, biz de konuyu dinî açıdan birkaç maddede ele alacağız.
1. Öncelikle; dinimizde herhangi bir konu hakkında açık bir nas, delil, hüküm, tavsiye varsa o konuda ihtimaller üzerine hüküm bina edilmesi doğru değildir. Nassın emrettiği üzere amel edilir, muhtemel tehlikelere karşı da önlem alınır.
Kat’i bir delile dayanmayan hükme ‘zan’ denir. Zan ise tam olarak hakikati ifade etmediği için onun üzerine bir hüküm bina edilmesi doğru değildir. Bu manadaki ‘zan’, Kuran’ın (Enam, 116; Yunus, 36, 66) ayetlerinde makbul görülmemiştir. Hukuki olarak da bu konu, Mecelle’nin 75. maddesinde “Tevehhüme itibar yoktur: Asılsız şüpheye, kuruntuya, vehme, delile dayanmayan ihtimale itibar edilmez.” şeklinde ifade edilmiştir.
Dinî ve dünyevi işlerde muhtemel bir kısım zararlar her zaman söz konusu olsa bile kula düşen tedbir almak, sebeplere riayet etmek ve sonra da dinin emrini, hayatın gerekliliklerini yerine getirmektir. Mesela savaş şartlarında cihat farzdır. Tabiidir ki cihatta bir kısım can ve mal kaybı olacağı kuvvetle muhtemeldir. Buna rağmen eğer savaş şartları oluşmuş ve cihat yapılması gerekiyorsa, cihat emrine uyularak muhtemel zarar ve kayıplar için tedbir alınır ve cihada çıkılır.
Yine mesela ticaret dinen meşru, hayat için zaruri bir faaliyettir. Ticaret yapmak isteyen bir kişi kazanabilir de kaybedebilir de. Kazanmak, kâr etmek için en başta iyi bir fizibilite, plan proje yapılır, ticaretin gerekleri yerine getirilir sonra da ticarete başlanır. Yani öncelikle sebepler yerine getirilir. Fakat her ne kadar ön hazırlıklar tamam olsa da ticarette kazanma da kaybetme de her hâlükârda söz konusudur. Kişi, bütün plan ve projelerini kazanmak, kâr etmek için yapar. Ancak zarar etmek de ihtimallerden biridir. Artık o takdirdir.
Bir başka örnekle konuya açıklık getirmek gerekirse, yolculuğa çıkıldığında gidilen yere ulaşma ihtimali olduğu gibi kaza geçirme, aracın bozulması vs. gibi engellerden dolayı ulaşamama ihtimali de vardır. Fakat bu kötü ihtimalden dolayı yolculuktan vazgeçilmez. Tedbir alınır, dikkatli gidilir ve hedefe ulaşılmaya çalışılır. Aracın bakım görümü yapılır, hava şartlarına dikkat edilir, trafik kurallarına uyulur, sonra da yola çıkılır. Bütün bunlara rağmen yine de kaza ihtimali vardır fakat o takdirdir, böyle bir ihtimalden dolayı yolculuktan vazgeçilmez. Yoksa hayatın akışı durur.
Görüldüğü gibi dinî ve dünyevi işlerde her zaman bir risk söz konusudur. Bu risk doğacak çocuklar için de geçerlidir. İşte Müslüman bir anne baba da henüz aile kuruluş aşamasında iken, mesela eş seçiminden çocuğun doğduğu vasatı hazırlamaya kadar bir kısım tedbirleri alırlar, sonra da dua ve tevekkül ile Allah’a sığınırlarsa hem sebepleri yerine getirmiş hem muhtemel tehlikelerden Allah’ın inayetine sığınmış olurlar. Nitekim İbrahim (as)
“Ya Rabbî! Burayı emin bir belde kıl, beni de evlatlarımı da putlara tapmaktan uzak tut.” (İbrahim sûresi, 14/35)
diye dua ederek Allah’tan bunu talep etmiştir. Bu yol dinî ve dünyevi olarak en uygunudur.
2- Dinimiz, gerekli şartlara sahip olan erkek ve kadınların evlenmelerini, salih nesiller yetiştirmelerini emretmiş/tavsiye etmişken muhtemel bir kısım korku, endişe, kaygı ve vehimlerden dolayı dünyaya çocuk getirmeyi terk etmek bir Müslüman için doğru bir davranış olmaz.
Şunu unutmamak gerekir ki; çocuk yetiştirmede çevre çok önemli bir faktör olsa da tek etkili faktör değildir. Bunun yanında yuva (anne baba) okul ve öğretmen de oldukça önemlidir. Dolayısıyla yuva ve okul beraber hareket ederek çevre faktörünün olumsuzluklarını bertaraf edebilirler. Musa (as) Firavun’un sarayında yetiştiği gibi, Firavun’un karısı da o sarayda Müslüman olmuş (Tahrim, 11), Mümin-i al-i Firavun olarak bilinen zat (Mü’min, 28) da çevre namüsait olmasına rağmen doğru yolu, hidayeti bulabilmiştir. Buna mukabil Hazreti Nuh ve Lut’un (as) eşleri ise (Tahrim, 10) peygamber ocağında olmalarına rağmen kocaları olan peygamberlere hainlik ederek dalalete sürüklenmişlerdir. Dün de bugün de her kültürden, her dinden insanlar İslam’ı seçebildikleri gibi Müslümanlar arasında doğup büyüdüğü halde Müslümanlıktan uzak pek çok insan göstermek de mümkündür. Hidayet ve dalalet her an herkes için söz konusudur. İşin bir tarafı insanın iradesine, diğer tarafı takdir-i ilahiye bakmaktadır.
3- Evlenmek, yuva kurmak, çocuk sahibi olmak insan fıtratının önemli bir yönüdür. Bu, kişilerin kendi iradeleriyle verecekleri bir karardır. Ancak müminler her konuda olduğu gibi bu konuda da Allah’ın (cc) emri, hükmü, muradı nedir ona bakmalı, onu gözetmeye çalışmalıdırlar.
Dini öğrendiğimiz temel kaynaklar yani Kur’an ve Sünnet açısından mesele değerlendirildiğinde bir Müslümanın bu konuda göz ardı edemeyeceği/etmemesi gereken birtakım hususların söz konusu olduğu açıktır. O halde Kuran ve sünnet bu konuda neler söylemektedir, ona bakmalıyız:
a- İslam’ın emri evlenmek, çocuk dünyaya getirmek ve onları iyi bir terbiye ile yetiştirmektir. Mümin bir kişi Allah’ın muradının bu olduğunu bilmeli ve bu emre imtisal etmeli, sebeplere sarılıp, dua ve tazarru ile Allah’a sığınarak çocuğuna iyi bir dinî terbiye vermeye gayret etmelidir.
İslam, evlenmeyi ve neslin çoğalmasını teşvik eder.
“Eşleriniz sizin elbiseleriniz, siz de eşlerinizin elbiselerisiniz. Allah, nefsinize güvenemeyeceğinizi bildiği için yüzünüze bakıp size lütufta bulundu. Artık hanımlarınıza yaklaşıp Allah’ın sizin için takdir buyurduğu neslin arayışı içinde olun!” (Bakara, 187)
Başka bir ayette de “İçinizden evli olmayanları, köle ve cariyelerinizden evlenmeye müsait olanları evlendirin!” (Nur, 32) buyrularak anne babalara ve topluma evlenmesi gereken fakat imkânı olmayanları evlendirmeleri emredilmektedir.
Peygamberimiz (as) da “Evlenin, nüfusunuzu artırın. Çünkü ben kıyamet gününde diğer ümmetlere karşı sizin çokluğunuzla gurur duyarım.” (Abdurrezzak es-San’ânî, Musannef 6/173) buyurur.
Çocuğum dinsiz imansız olacak şeklindeki bir kaygının yaygınlaşma eğilimi göstermesi neticesinde dindar insanların çocuk sahibi olmamayı tercih etmeleri çok yanlış bir karardır. Çünkü bu, yeni nesilde dindarların sayısının azalmasına sebebiyet verir. Bu ise dinî emir ve yasakların korumayı hedeflediği beş önemli maksattan olan ‘Neslin korunması’ ilkesine de, “Dinin korunması” ilkesine de terstir.
b- Kuran’da geçen bazı dualarda, Allah’tan, göz nuru, namaz kılan, muttakilere imamlık ve rehberlik yapabilecek iyi ve temiz nesillerin istenmesi, hayırlı ve salih nesillerin yetiştirilmesinin ne kadar önemli olduğunun altını çizmektedir. Şüphesiz Allah’ın (cc), dualarda talep edilmesini öğrettiği hususlar, O’nun nezdinde önemli olan hususlardır.
İşte Kur’an’daki bazı dualar:
“Ya Rabbî! Beni de, neslimi de namazı devamlı olarak ve gereğince kılan kullarından eyle! Duamı kabul buyur Ya Rabbi!” (İbrahim, 40)
“Ey keremi bol Rabbimiz! Bize gözümüzün, gönlümüzün süruru olacak temiz eşler ve nesiller ihsan eyle, bizi müttakilere önder eyle!” (Furkan, 25)
“Ya Rabbî, bana Senin tarafından tertemiz, hayırlı zürriyet ihsan eyle! Şüphesiz ki Sen duaları işitip icabet edersin.” (Al-i İmran, 38)
Dolayısıyla bir mümin için doğru olan şey kendi duygu düşünce ve hislerinden ziyade Allah’ın (cc) muradı olmalıdır.
c- Çocuk dünyaya geldiği zaman 0-4, genellikle de 0-6 yaşına kadar anne baba, yuva ve aile çevresinde neşet eder. Bu dönem, çocuğun şuuraltı kazanımları açısından bütün hayatını şekillendirecek temel duygu düşünce ve davranış biçimlerinin temelinin atıldığı bir dönemdir. Sorumluluk sahibi bir anne baba bu dönemde sergileyecekleri fedakârca çaba ile dinî duygu düşünce adına iyi bir temel atabilirler. Peygamber Efendimiz (as):
“Her çocuk İslam fıtratı üzere doğar. Sonra annesi babası onu Yahudileştirir Hıristiyanlaştırır veya Mecusileştirir.” (Buhârî, cenâiz 80, 93, tefsîru sûre (30) 1, kader, 3; Müslim, kader 22-25)
hadisi, çocuğun dinî kazanımları açısından, anne babanın çevre faktöründen önce geldiğini ifade etmesi bakımından oldukça dikkat çekicidir. Demek ki anne baba çocuklarını kendi dinleri üzerine yetiştirebilmektedirler. O halde çözüm çocuk dünyaya getirmemek değil, sorumluluk alarak iyi, hayırlı bir insan yetiştirmeye gayret göstermektir.
d- İyi ve salih insanlar sorudaki endişe kaynaklı sebeplerden dolayı çocuk dünyaya getirmekten kaçındıkları takdirde yeryüzü tamamen kötü ve şerir insanlara bırakılmış olacaktır. Halbuki Allah’ın (cc) buna rızası yoktur. Allah, insanı, halife-i arz olarak yani hadiselere müdahale etme konumunda yaratmıştır. Özellikle de kendisine inanan, yeryüzünde kendine kulluk eden, adil bir şekilde mahlukat arası hukuku düzenleyen, eşya ve hadiselere olumlu yönde müdahale eden müminleri bu vazife ile vazifelendirmiştir. Bu ise ancak hayırlı, salih ve iyi ailelerin nesillerini sürdürmeleri ile mümkündür. Bu bir mücadeledir. Bu mücadelede çocuk yapmamakla geri durmak, murad-ı ilahiye pasif manada muhalefet anlamına gelir. Mümin, salih, iyi insanlar şu fani dünyadan Allah huzuruna giderlerken kendi yerlerine varis olabilecek evlatlar yetiştirmekle yükümlüdürler. Hazreti Zekeriya’nın (as) dili ile Allah müminlere bunu öğretmektedir:
‘Zekeriyya’yı da an. Hani o Rabbine şöyle nida etmişti: “Ya Rabbî, beni evlatsız, tek başıma bırakma ki (lütf edeceğin evlâdım) bana vâris olsun. Bununla beraber iyi biliyorum ki, herkes fanidir, herkesten sonra baki kalan, bütün vârislerin en iyisi olan Sensin Sen!” (Enbiya, 89)
Netice olarak, evlenmek insan tabiatının bir ihtiyacıdır. Bunun en güzel semeresi de çocuktur. Dinimiz evlenmeyi, çocukların, iman, İslam, Kuran ahlakına göre yetiştirilmesini, bu kabil nesillerin çoğaltılmasını emreder. Hidayet ve dalalet Allah’tandır. Fakat anne baba gerekli şartları yerine getirerek çocuklarını olumsuz tesirlerden korumaya çalışmalı ve bu hususta dua ile Allah’tan yardım talep etmelidir. Muhtemel bir kısım şüphe, tereddüt, vesvese, vehim ve zanlardan dolayı dünyaya çocuk getirmemeyi düşünmemelidirler. Çünkü Allah’ın muradı, hayırlı nesillerin çoğalması istikametindedir.
Numan Yılmaz Yiğit