Kâinat bir saray, bir bahçe, bir misafirhane olarak yaratılmıştır. Bu muhteşem sarayın en aziz misafiri insandır. Çünkü o, akıl, idrak, irade ve şuur sahibidir. İnsanın kâinattaki en önemli özelliği kulluğu ve halifeliğidir. Evet, o Allah’a kuldur ve kâinattaki diğer varlıklara karşı konumu itibariyle de halifedir. (Bakara Suresi, 2/30) Halifenin en bariz hususlarından biri, yeryüzüne müdahale hakkına sahip olmasıdır. Zira yeryüzü onun emrine verilmiştir. Bu husus, en yoğun ve açık şekilde şu mukaddes beyanlarda ifade edilir:
“Gökleri ve yeri yaratan Allah’tır. Gökten yağmur indirip size rızık olsun diye, onunla türlü türlü meyveler ve ürünler çıkaran da O’dur. İzni ile denizde dolaşmak üzere gemileri size râm eden, akan suları ve ırmakları da sizin hizmetinize veren O’dur. Mûtad seyirlerini yapan Güneş ile Ay’ı size âmade kılan, geceyi ve gündüzü istifadenize veren de O’dur.” (İbrahim Suresi, 14/32-34)
İnsan yeryüzüne müdahale edecektir ama bu müdahale tamamen yaratıcısının izni dairesinde ve kendisine bu yetkiyi verenin istediği istikamette gerçekleşecektir. Aksi takdirde, yetki sınırlarını aşmış olacak ve yetkiyi verene karşı isyankâr seviyesine düşecektir. Bu açıdan, yetkisini kullanırken dikkat edeceği bazı hususlar vardır ki, bunlara riayet ettiğinde çevre tahribatına girmemiş ve içinde yaşadığı tabiat evini yaşanmaz hale getirmemiş olur.
İnsanın dikkat edeceği hususlardan biri, kâinattaki dengedir. Ayette “Muhakkak ki Biz her şeyi bir kaderle, bir ölçü ile yarattık” (Kamer Suresi, 54/49) buyrularak bu dengeye işaret edilir. Evet, kâinatta baş döndüren bir denge vardır. Biz bugün bu dengeyi ilmin ilerlemesiyle daha net görebiliyoruz. En küçük varlığın, en ufak bir canlının bile ekosistemde çok önemli bir yeri var ve bu küçük şey, kâinattaki diğer varlıklarla doğrudan veya dolaylı olarak irtibat halinde. İlim dünyasında “kelebek tesiri” ismiyle anılan bu husus, bize hiç bir şeyin boşa yaratılmadığını bir kere de bilim diliyle göstermiş oluyor. Mesela bir ağacın, güneşle teması olduğu gibi, yağmur yüklü bulutlarla da alışverişi söz konusu. Aynı zamanda bu ağaç, toprağın üzerinde duruyor ve gölgesindeki, dallarındaki, kabuğunun altındaki canlılarla sıkı bir irtibat içinde. Hepsi de birbirlerinden etkileniyorlar ya da birbirlerini etkiliyorlar. Öyleyse, bir ağacın kesilmesiyle toprak, toprakta yaşayan canlılar, hava ve havada yaşayan varlıklar, güneş, bulut vs. pek çok şey etkilenmiş oluyor. İşte insan, yeryüzüne yaratıcısı adına kâinata müdahale ederken bütün bu denge ve ölçüleri hesap edecek ve mahlûkatın hakkına girmeyecektir. Ayette şöyle buyrulur:
“Göğü bu âhenkle O yükseltti ve bu mîzânı koydu ki siz de ders alıp ölçü dışına taşmayasınız. Öyleyse siz de dengeyi aksatmayın!” (Rahman Suresi, 55/7-9)
Evet, insan içinde yaşadığı bu muhteşem sarayın ölçülerine dikkat edecek ve düzeni bozmayacaktır. Aksi takdirde, hem bu dünyada cezasını çekecek hem de ahirette hesaba çekilecektir.
İnsan gibi aziz bir misafirin yeryüzünü kullanırken dikkat edeceği bir diğer husus, temizliktir. Temizlik, dinimizde imanın yarısı sayılmıştır. Zira temizlik olmadan ne ibadet yapılabilir ne insanlar arasında makul bir hayat sürülebilir ne de diğer mahlûkatla dengeli bir hayat ortaya konabilir. Bu açından da insan, şuurlu bir varlık olarak temiz olacak, temizlik yapacak ve dünya evini, kâinat sarayını hep temiz tutacaktır. Allah’ın isimlerinden biri de Kuddüs’tür. Temiz olan ve temizleyen manalarına gelir. Kuddüs isminin, kanın içindeki alyuvarlardan rüzgârlara, göz kapaklarımızdan yağmura kadar kâinatın en küçük ve en büyük parçalarında yansımaları vardır. Allah’ın isimlerinin en önemli mazharı insan olduğuna göre inanmış bir insan, bu isme de hakkıyla layık olmaya çalışmalı ve temiz olmamak suretiyle hem Kuddüs ismine hem de mahlûkata karşı saygısızlık yapmamalıdır.
Buradan Allah’ın mübarek isimlerinin tecellî etmesi mevzuuna geçmiş oluyoruz ki, insanın çevre konusunda dikkat etmesi gereken diğer bir husus da budur. Evet, kâinat Allah’ın isimlerinin tecellî ettiği bir sahnedir. Kâinattaki bütün faaliyetler, Allah’ın aziz isimlerinin yansımalarıdır. Yukarıda bahsettiğimiz Kuddüs ismi gibi yüzlerce binlerce isim, yeryüzünde her an bizlere çeşitli şekil ve keyfiyette görünmektedirler. Mesela, güneş Allah’ın Nur ismine mazhardır. Su, hayat veren manasındaki Hayy ismine, toprak Kadîr, Alîm, Hakîm gibi isimlere mazhardır. Genel manada bütün canlılar Allah’ın Hay ismine mazhardır. Elbette bu saydıklarımız birer örnektir. Bazen bir şeyde on isim birden tecellî eder.
İsimlerin tecellîsi konusunda insanın özel bir yeri vardır. Zira Allah, kâinatta olduğu gibi insanda da pek çok ismini tecellî ettirmiştir/ettirmektedir. Bu tecellîler sayesinde insan, güneşi de denizi de ağacı da dağı da kendine yakın hisseder. Onlarla içten bir kardeşlik kurar. Zira Yaratan ve yaratanın tecellî birliği vardır. Bu birlik sayesinde Bediüzzaman hazretlerinin dediği gibi yeryüzü bir bahçe olur, güneş bir lamba, diğer mahlukat da birer dost ve arkadaş.. Böylece kâinat, insan için bir kardeşlik yurdu haline gelir. Gelir de her şey insana bu tecellîler sayesinde güzel görünür, her nesne insana Sonsuz’dan mesajlar sunar. Bu mesajları en iyi okuyan da insandır. Zira onun aklı, şuuru, iradesi vardır.
İşte insan kendisine yapılan iki taraflı bu özel iltifata layık olmaya çalışacak, hem kâinatı iyi okuyacak hem de Allah’ın isimlerine tam mazhar olmaya çalışacaktır. Bu da kâinattaki her bir varlığı yerli yerince kullanmaya, onlar üzerinde düşünmeye, onlarla barışık yaşamaya, onlardan Allah’ın belirttiği sınırlar içerisinde istifade etmeye bağlıdır. Diğer türlü kâinata karşı da Allah’ın isimlerine karşı da cinayet işlenmiş olur. Bunun cezası da büyük oranda dünyada görülmekle beraber ahirette de hesabı sorulur.
İnanmış bir insanın çevreyi koruma konusunda üzerinde titremesi gereken diğer bir husus israftır. İsraf, sınırı aşmak, dengesiz yaşamak, ihtiyacın ötesine geçmek demektir ve bu her konuda geçerlidir. Yeme içmede israf olabileceği gibi konuşma, insan istihdam etme, harcama ve zamanı kullanma konularında da israf söz konusudur. Allah (c.c.), “Yiyin, için fakat israf etmeyin; çünkü Allah israf edenleri asla sevmez.” (A’raf Suresi, 7/31) buyururken yeme-içme, tüketme konusundaki dengeye dikkatlerimizi çeker ve aşırı gitmememizi emreder. İnanmış insan, kâinattaki her şeyi Allah’ın bir emaneti ve hizmete arz edilmiş bir hizmetçi olarak görür ve emaneti korumadaki hassasiyetini gösterir. Böylece, her şey ondan o da her şeyden memnun olarak yaşayıp gider. Aksi takdirde emanete hıyanetin, saçıp savurmanın ve sınırı aşmanın cezasını hem burada hem de ötede çeker.
Bir müminin çevreye bakışı, saydığımız bu hususlar ve benzerleri çerçevesindedir. Yani, insan Allah’ın yeryüzündeki halifesi olduğunu bilir, yeryüzüne müdahale ederken Yaratanının müsaadesi ölçüsünde eder, israfa girmez, temizliğe dikkat eder, canlı cansız bütün mahlûkat arasında var olan ve baş döndüren dengeye saygı duyar, o dengeyi bozmamaya itina gösterir. Her şeyin kendi hizmetine amade kılınmış olduğunu bilir, bunu bir nimet olarak idrak eder ve bu nimetlerin elden kaçmaması için titrer. Vazifesini suistimal etmez, her şeye ve her nesneye dost ve kardeş olarak bakar. Kâinatı bir kardeşlik yurdu olarak görür. Allah’ın yarattıklarını değiştirme ya da bozma saygısızlığına düşmez. Kendi bencil duygularına kapılarak yeryüzünü tahrip etmez ve gelecek nesillere güzel bir yeryüzü bahçesi armağan etmeye çalışır. Dahası, çevreyi korumak suretiyle daha cennetlere gitmeden bu dünyada cennet-âsâ bir bahar yaşar.
Eğer böyle değil de keyfince yaşamayı tercih eder, halk ifadesiyle har vurup harman savurursa bir zaman sonra –maalesef günümüzde olduğu gibi- yeryüzünü bozup atması mukadderdir. Allah Teâlâ Kur’an’da şöyle buyurur:
“Allah’ın buyruklarını umursamayan şu insanların kendi tercihleri ile yaptıkları işler yüzünden karada ve denizde (bütün dünyada) bozukluk ortaya çıktı, nizam bozuldu. Doğru yola ve isabetli tutuma dönme fırsatı vermek için Allah, yaptıklarının bazı kötü neticelerini onlara tattırır.” (Rum Suresi, 30/41).
Ayette de buyrulduğu gibi, şu an yaşadığımız çevre problemleri ve kendi kendimize ettiklerimizin neticesi olan bugünkü kötü durum, insanoğlunun kendine gelerek Allah’ın istediği istikamette yeryüzünü değerlendirmesiyle düzelecektir. Bu da, tamamen inançla alakalıdır. Evet, inanmış insanlar çoğalıp güçlenerek ve inandıkları değerleri yaşayarak yeryüzündeki esas konumlarına sahip oluncaya kadar yeryüzündeki bu dengesizlik, kirlilik, israf ve hoyratlık devam edeceğe benzer.