Allah Resulü’nün (sas) kadınları dövme tavsiyesi diye bir şey yoktur. Veda hutbesinde söyledikleri herkesin malumudur. Cevabı istenen husus ise Nisa Suresi’nin 34. ayetinde anlatılan mevzûyla alâkalıdır. Bu ayette anlatılan ve erkeklere tavsiye edilen maddeler ise şunlardır:
Birincisi: Serkeşlik, küstahlık ve başkaldırmasından endişe edilen kadınlara erkeklerin yapacağı ilk iş onlara nasihat etmektir.
Kadınlar sizin elinizin altında bulunurlar, istediğiniz işleri görürler, neslinizi devam ettirirler, siz de bir mürşit gibi, nasihat eder, irşad da bulunur ve onları insanlık semasına yükseltmeye çalışırsınız. Onların bir kısım zaaf ve temayülleri vardır. Bu mevzuda siz daima onlara payanda olacak ve istikamet yolunu göstereceksiniz. Belki onlar kendilerine ait kozları kullanmak isteyecekler; fakat size düşen ilk vazife onları Cenâb-ı Hakk’ın murakabesine ulaştırmaktır. (Feizûhünne) emri en kısa ve hülasa manasıyla bunu âmirdir.
İkincisi: Kadınların erkeklere diş geçireceği ve onları alt edeceği yer yatak odalarıdır. Kadın orada erkeğe diş geçirirse, hayatın diğer safhalarında da erkek ona söz dinletemez. İşte onların hâkim olduğu o yerde, erkek, edep sınırını aşmadan ve yaptığından evin içindekileri veya başkalarını haberdar etmeden, meselenin mahremiyetini koruyarak, kadına karşı iradesinin hakkını verir ve orada mağlûp olmazsa, psikolojik olarak kadının hizaya gelmesi çok daha kolay olacaktır. Yalnız çok hassas davranılması gereken bu noktada ifrat ve tefritten kaçınmak lâzımdır. Zira her ikisinden de, beklenen neticeyi elde etmek mümkün değildir. Erkek odayı terk etmeyecek, kendine ayrı bir yatak yapmayacak belki aynı yatakta sırtını kadına dönerek mesafeli duracak. Zaten iradesinin hakkını vermekte o esnadaki dirayetiyle belli olacaktır. Böylece onu, kendi silâhıyla alt etmiş olan erkek, kadına koz kullanma fırsatı vermemiş ve onun benlik gösterilerine kendi Beniyle cevap vermiş olacaktır.
Ancak, hatırlatma gerekir ki, ayette anlatılan hususlar belli bir tertip içinde anlatılmaktadır. Her ne kadar Ebû Hanife’ye göre “vav” lar mutlak cem içinse de, cumhura göre tertip içindir ve belli bir sıra takibi şarttır. Yani evvela nasihat gelmektedir. Eğer nasihatten hiçbir fayda elde edilemezse, o takdirde yatakta onu kendi haline bırakma safhasına teşebbüs edilir. “Vehcürûhünne filmadâci'” emrinden biz bunu anlıyoruz.
Üçüncüsü: Bazen bütün bu yapılanlar da kâr etmez. Kadın huysuzluğunu sürdürür durur. İşte bu noktada, belli prensipler dâhilinde ve bir arızaya meydan vermemek şartıyla hafifçe dövmek üçüncü merhalede kabul edilen bir çaredir ki “Vadribûhünne” bunu ifade etmektedir.
İşte, bu üç merhale nazara alınarak meseleye öyle bakmak iktiza eder; yoksa ister lehinde, ister aleyhinde gidip hemen dövmeye takılmak dengesizliktir. Bir kere dövme esas değildir. Medine devrinde erkekler, Allah Resulüne gelerek kadınların huysuzluğundan şikâyet ederler. O da “Fazla acıtmadan hafifçe okşayın” buyurur. Bir müddet sonra da Hane-i saadetin odaları, kocalarından dayak yiyen şikâyetçi kadınlarla dolar. Ezvâc-ı Tahirat, durumu İki Cihan Serveri’ne bildirirler. Bunun üzerine Allah Resulü, mescide gelerek sahabeyi toplar ve onlara “Duydum ki kadınları dövüyormuşsunuz. Bundan böyle kadınlar dövülmeyecektir” der ve meseleyi kesip atar. Önce onlara bir ruhsat vererek, şikâyetin meydana gelmesine imkân hazırlamış ve şikâyet vukû bulunca da “Dövmeyeceksiniz” demiştir
Dövmemek esastır
Kadını dövmeme hususunda Allah Resulü’nden şeref sudûr olan bir çok hadîs-i şerîf vardır. Âdeta bu hadisler ayette mücmel bırakılan bazı hususları tafsil ve beyan etmiştir. Bilhassa, gündüz, kadını hayvan döver gibi dövüp, gece de yanına gitmeyi sert bir lisanla kınamıştır. Gece bütün bağları koparmak zorunda olan insanın Sabahki tavrı hiç de hoş karşılanmamıştır.
Dövmek en son ve mecburi istikamet neticesi ruhsat verilen bir hareket tarzıdır. Yukarıda da belirttiğimiz gibi birinci ve ikinci maddelerin fayda vermediği yerde kullanılır. Yani istisnâî bir durumdur. Başka türlü yola gelmeyen ve fıtratı ancak dövmekle yola gelmeye müsait olanlara tatbik edilebilir. Döverken de, canını fazla yakmayacak ve bilhassa yüze vurmaktan da kaçınacaktır. Zira Allah Rasûlü “Vettekil veche” (yüzden sakın) buyurur.
Yüz, Cenâb-ı Hakk’ın rahmâniyet ve rahîmiyetini temsil eden en parlak aynadır. Yüzde o manaya ait çizgi1er vardır, dolayısıyla yüze vurulmamalıdır. Haddizatında dövmekten gaye, onun onur ve gururunu harekete geçirmektir. Bunu temin için en asgari ölçü neyse o kullanılmalıdır. Ben, şu satırların yazıldığı sırada elli küsur yaşındayım. Ve ilkokul öğretmenimin hafifçe kulağımdan tutup: “Sen de mi?” deyişini hâlâ hatırlıyor ve hatırladıkça da içimde o te’dipten aldığım nasihati aynen o günkü gibi hissediyorum.
Kadını dövme ıslah için başvurulan en son çaredir, dedik. Ve katiyyen can yakıcı olunamayacağını da ilâve ettik. Buradan şu noktayı da belirtmemiz îcâb edecektir: Islah düşüncesinin dışında ve can acıtıcı şekilde dövmelerde, erkek Allah katında mes’ul olur ve bu şekildeki davranışlar da katiyyen caiz değildir.
Nasıl ki nasihatle onun düzelmesini düşünüyor, nasihat ediyor ve nasîhatın bütün yollarını kullanıyoruz, nasıl ki yatağını terk etmekle ona karşı boykot yapıyor, fakat gururunu, onurunu kırmıyor, onu mahcup etmiyor ve sadece salahını düşünüyoruz, aynen öyle de, şayet, hafif bir dövmekle düzelecekse, o zaman da onu tatbik edeceğiz. Yoksa bana baş kaldırıyor, serkeşlik yapıyor diye, hayvan döver gibi onu dövmek; maksadı, manası, hedefi olmayan, cahilce ve acemice bir harekettir ki, Allah katında insanı muhakkak mahcup ve mes’ûl eder. Bu, bütün terbiye şekilleri için de geçerli bir husustur. Meselâ bir hoca talebesini, te’dib ve ıslah gayesinin ötesinde dövemez, aksi halde o da mesul olur.
Şimdi ben size sorayım: Bu türlü kademelerle gelinip ulaşılan bir dövmeye hangi akıl ve mantık sahibi itiraz edebilir. Hem yüz kadından birinde böyle bir dövme, müspet tesir icra ederek o kadını yola getirecekse, İslâm dini niçin böyle bir çarenin önünü tıkasın? Bu bir terbiye usul ve metodudur. Efendimiz, “Vurun” derken bu ölçü içinde demiştir “Vurmayın” diye men ederken de işkence, eza, cefâ ve intikam alma hissiyle yapılan dövmelere karşı kadını korumak için demiştir.
Kadın neden dövemiyor?
Bu mevzuuyla alâkalı olarak akla gelebilecek bir husus da şudur: Kadının “nüfuz” ve baş kaldırması karşısında erkek kadını dövüyor da erkeğin bu türlü bir davranışı karşısında kadın niçin onu dövemiyor?
Erkek kavvâmdır. Ayet “Erricâlü kavvâmûne alen’nisâ = Erkekler kadınlara kavvamdır” der (Nisa Suresi, 4/34). Hükmün menâtı da anlatılır:
“Bimâ faddalallahu ba’dahüm âlâ ba’dın = Allah bazınızı bazınıza, bazı noktalarda üstün kılmıştır.”
Erkeklerin birçok noktalarda kadına karşı üstünlüğü vardır. Fakat bu üstünlüğü, aynı organizmaya bağlı uzuvlar arasındaki üstünlük gibi değerlendirmek gerekir. Meselâ, erkek bu organizmada şayet, göz gibiyse, kadın da kulak gibidir veya erkek beyinse kadın kalptir. İkisi arasında işte böyle ciddi bir irtibat vardır. Biri kan pompalarsa diğeri yaşar, onda bir kanama olursa diğeri de durur. Hayatları iç içe girmiş bir vücudun ayrı ayrı yanları gibidir. Böyle bir hususiyeti kabul etmekle beraber, mutlak manada erkeğin kadından, üstün oluşunu da inkâr edemeyiz.
Erkek bütün bir senesini faaliyet içinde geçirebilir. Bazen en ağır işler de çalışır. Fizikî ve psikolojik yönden daima daha kuvvetlidir. Batı dünyası dahi en ağır işlerde erkeği kullanır. Maden işçileri hep erkeklerden seçilmektedir.
Kadın ise, ayın bazı günlerinde devre dışı kalmak zorundadır. Loğusalık halinde bazen iki aya yakın aktif olamaz. İrade ve fizikî yönden zayıftır. Her zaman cemiyetin her kesiminin içinde bulunamaz. Bazı durumlarda en mukaddes emanetini kaybedip cemiyet içinde kimsenin yüzüne bakamaz hale gelebilir, onun için çok dikkatli olmak mecburiyetindedir. Mahremi olmadan uzak yerlere yolculuk yapamaz.
Bütün bunlar ve burada saymayı gereksiz gördüğümüz şeyler gibi herkesin malûmu olan durumlar nazara alınacak olursa erkeğin kadına karşı üstünlüğü, inkâr kabul etmez bir gerçek olarak ortaya çıkar. Bununla beraber cemiyetin, her iki cinse de ihtiyacı, her türlü izahtan varestedir. Kadın önsezisiyle ve içinde taşıdığı şefkat duygusuyla erkekten çok üstündür. Onun içindir ki, çocuğun bakımını anne üstlenir. Çünkü bu iş babanın altından kalkabileceği bir iş değildir. Fakat o da dış hâdiselerin tazyikine karşı mukavemetlidir. Evet, o, en ağır işlerin altından dahi kalkabilecek güçtedir.
Gece yarısı çocuk ağlamaya başlayınca, bazen baba oda değiştirir. Anne ise yattığı odadan çocuğun odasına koşar. Belki bazen sabaha kadar onun başında durur. O çocuğuna karşı çılgınca bir şefkat taşır. Hatta hikâye ederler: Çocuk anasını kesmiş, doğramış da sıra ciğerine gelince bir bıçak da oraya atmış. Ancak, bu arada kendi elini de kesmiş. Can havliyle “Anam” demiş. Ciğerden ses gelmiş “Yavrum!” ve kesilen elin üzerine sarılıvermiş. Bu elbet bir hikâyedir. Ancak kimsenin şüphesi olmasın ki, hakikaten böyle bir canavar evlat, anasına bu zulmü yapsa, sonra da başına bir iş gelse ona herkesten evvel sarılıp “Yavrum” diyecek olan yine anadır. İşte, bu duyguyla kadın erkekten üstündür. Bu üstünlük yerinde kullanıldığı zaman da büyük hayırlara vesile olacaktır.
Kadın nesil yetiştiriyor. İyi bir talim ve terbiye ile onları insanlığın evcine çıkarıyor. Erkek hayatının büyük bir bölümünü dışarıda geçirir. Hâlbuki kadın sabahtan akşama kadar bir tül gibi evlâdının başında titrer ve ona insanlığa giden yolları gösterir.
Cihangirleri anneler yetiştirir. Büyük insanları, insanlığın iftihar tablolarını hep anneler şekillendirir. Kadın kendine ait bu meziyetlerle, erkek de yine kendine ait kabiliyetlerle örfâneye iştirak ederse bu bütünleşmeden cennet ikliminin yaşandığı bir aile ve fazilet topluluğu cemiyet vücuda gelir.
Erkek kadınsız, kadın da erkeksiz eksiktir. Onun içindir ki, her şeyin mükemmel olduğu Cennette Hz. Âdem’den hemen sonra, Hz. Havvâ vâlidemiz yaratı1mıştır. Eğer ilk yaratılan Havvâ olsaydı, şüphesiz, hemen ardından da Âdem yaratılacaktı. Zira her ikisi de bir birisiz olamazdı..
Kadın evin dâhilî işlerini erkek de haricî işlerini deruhte etmekle mükelleftir. Erkeğin işlerinin kendine göre zor taraf1arı olurken, kadın içinde aynı şeyleri söylemek zorundayız. Fakat “mağrem” itibariyle “mağnem” kaidesince erkeğin evde “kavvâm” kılınması onun mesuliyetini daha da ağırlaştırmaktadır. Onun içindir ki kadının ve çocukların nafakası, bütün hayat şartlarının temini erkeğe ait vazifeler arasında sayılmıştır.
Bugün feministlerin teklif ettikleri kadın hakları, esasen kadını muallâ mevkiinden alıp ayaklar altında hor ve hakir hale getirmek, demektir. Kışın üryan, yazın ise palto ve yünlülere sarılıp sarmalanıp gezmek ne ise, kadını erkekleştirme gayreti de aynı hamakat örneğidir. Kadın yerinde kaldığı müddetçe sultandır, büyüktür ve Kadın Efendidir. Erkek de sınırını aşmadığı sürece, hürmete lâyık bir azizdir. Bu şekildeki yerlerini değiştirmek isteyenleri Allah Resulü onları lânetler, çünkü fıtratla çatışmaya girmişlerdir. İnsanı meydana getiren uzuvlara yer değiştirterek, kulağı diz kapağına, burnu karnın ortasına veya gözleri ayakların altına yerleştirmek insanı ne hale getirirse kadın ve erkeğe böyle yer değiştirme gayreti de erkek ve kadını o hale getirecektir. Kadın, kadın olduğu, erkek de kendi yerini koruduğu müddetçe güzeldir ve fıtrîdir. Aksine gayretler ise, fıtrat ve tabiata karşı harp ilân etmek gibidir.
Kaynak: Asrın Getirdiği Tereddütler III