İhdâd yani yas tutmak, ölüm veya kesin (bâin) boşama sebebiyle evliliği sona eren mükellef ve Müslüman bir kadının, evlenme yasağı bulunan iddet süresince yas tuttuğu izlenimini verecek şekilde üzüntüsünü dışa vurmasını, çevresinin yadırgayacağı şekilde memnun ve mutlu görünmekten sakınmasını ifade eder.
Kocası ölen bir kadının kocası için yas tutması bütün toplumlarda özellikle de Samî toplumunda bir adet olarak yerleşmiştir. İslamiyet öncesinde de Hicaz bölgesinde kocası vefat eden kadınlar, bir yıl süreyle iddet bekler ve bu süre zarfında bir odaya kapanıp en gösterişsiz elbiselerini giyer, koku sürünmez, saçlarını taramaz yani tam bir matem havasına girerdi. Bu bir yılsonunda da belli davranışlar sergileyerek yas süresinin bittiğini ilan eder ve normal hayatına dönerdi. (DİA, 21\530)
Dinimiz, insanların dûçar olduğu musibetlere karşı sabırlı ve metanetli olmalarını tavsiye buyurmuştur. Ancak insan olmanın gerektirdiği hüzün ve yas tutmayı belli bir çizgide tutarak müminleri sırat-ı müstakime irşad etmiştir. Buna göre dinimizce bir kimsenin vefat edenin ardından aşırı şekilde bağırıp, çağırması, ağıt yakması ve uzun süre yas tutması caiz değildir. Her musibet sabrı gerektirdiği gibi ölüm de sabrı gerektirir. Öyleyse kadın, vefat eden kocasının arkasından hem sabredecek, hem de vefasının bir ifadesi olarak dört ay on gün koku sürünmeyecek, süslenerek giyinmeyecektir. Esasen kadının da fıtraten, böyle bir süreye ve bu süre içerisinde sade bir hayat sürmeye ihtiyacı vardır. Dinimizin koyduğu hüküm de, bu fıtrî ihtiyacı gidermeye yöneliktir. Evet, fıtrat dini olan İslam, kadının fıtratını göz önünde bulundurarak, eskiden beri adet olan yas tutmayı tamamen yasaklamamış, fakat uzun olmasına da müsaade etmemiş ve yas müddetini kocasının vefatı için dört ay on gün, başkalarının ölümü için de en fazla üç gün olarak belirlemiştir.
Yas tutmanın, kadının kocasına karşı vefasını ifade etmesi ve ona karşı olan haklarını tamamlaması açısından yeri ve ehemmiyeti büyüktür. Çünkü kocayla kadının aralarındaki sahih nikâhla gerçekleşmiş olan irtibat, en mukaddes irtibattır. Bu yönüyle kadının kocası adına bu hakkı unutması veya görmezlikten gelmesi ne ahlâken ne de hukuken makul değildir. (Mevsuatü’l-Fıkhiyye, 2\106)
Âlimler, sahih bir nikâhla evlendiği kocasının vefatından sonra kadına yas tutmanın vacip olduğu hususunda görüş birliğine (icma’) varmışlardır. Aynı şekilde âlimlerimiz, hanımı vefat eden erkeğin yas tutmasının gerekmediği konusunda da ittifak etmişlerdir. Buna delil olarak ise
لَا يَحِلُّ لِامْرَأَةٍ تُؤْمِنُ بِاللهِ وَالْيَوْمِ الْآخِرِ أَنْ تُحِدَّ عَلَى مَيِّتٍ فَوْقَ ثَلَاثِ لَيَالٍ إِلَّا عَلَى زَوْجٍ فَإِ نَّهَا تُحِدُّ عَلَيْهِ أَرْبَعَةَ أَشْهُرٍ وَعَشْرًا
“Allah’a ve ahiret gününe iman eden bir kadının, kocası için dört ay on günden, başka birisi için üç günden fazla ihdâdı\yas tutması helal değildir” (Neylü’l-Evtâr, 6\292)
hadisi şerifini göstermişlerdir. Bunun yanında ric’î (nikâha gerek kalmadan erkeğin dönüş hakkı olan) talakla boşanmış bir kadının yas tutma yükümlülüğü yoktur hatta kendisini boşayan erkek için süslenip koku sürünmesi kendisinden talep edilir. (Mevsuatü’l-Fıkhiyye, 2\104) Hanefî mezhebine göre bâin talakla, yani nikâh kıyılmadan dönüşü olmayan boşanmayla boşanan kadın, nikâh nimetinin kendisinden düşmesinden dolayı yas tutması gerekir. Çünkü bu durum bir yönüyle kocasının vefat etmiş olmasına benzer. (Fethu’l-Kadîr, 3\291)
Kadının, kocası dışındaki baba, anne ve kardeş gibi yakın akrabaları için üç günden fazla yas tutması haramdır. (Vehbe Zuhayli, İslam Fıkhı Ansiklopedisi, 9\518) Bizim burada kastettiğimiz yas tutma, terim manasıyla “ihdâd” olduğundan mesele karıştırılmamalıdır. Bir insan anne, baba gibi yakınlarını kaybettiğinde elbette üç günden fazla hüzünlenebilir ancak terim manasıyla süslenme ve kokulanmayı terk etme manasındaki ihdâdı üç günden fazla uzatması helal değildir.
Yas tutan bir kadına neler yasaktır?
Kocası vefat ettiği veya kocasından boşandığı için yas tutan kadının, aşağıdaki süs ve kokulardan uzak durması gerekir:
- Altın veya gümüş yüzük ile dahi olsa süs eşyasıyla, siyah dahi olsa kayıtsız şartsız ipek ile süslenme
- Elbiselere değil de bedene hoş koku sürünme ve taranma. Çünkü bunda bir çeşit lüks ve dikkatleri çekme söz konusudur.
- Hoş kokulu veya kokusuz yağ.
- Sürme çekme. Çünkü sürme çekmek ancak bir zaruret sebebiyle veya geceleyin caiz olur.
- Kına yakma. Bütün kına ve boyama türleri buna dâhildir.
- Güzel kokular ile kokulandırılmış kırmızı veya sarı elbiseler giyme. Bunun delili ise Ümmü Seleme validemizin (radiyallahu anha) rivayet ettiği şu hadis-i şeriftir: “Kocası vefat etmiş kadın sarıya ve kırmızı toprağa boyanmış elbiseyi giyinmez. Süs takınmaz, kına yakmaz, sürme çekmez.” (Neylü’l-Evtâr, 6\295).
Bütün bu bilgilerden sonra şunu ilave etmek gerekir ki kocası ölmüş veya bâin talakla kocasından ayrılmış kadın eğer iddet süresince yas tutmayı, bunu terk etmenin haram olduğunu bilerek terk edecek olursa, yani kocasına yas tutmazsa, Allah’a karşı isyankâr olmuş olur. (Vehbe Zuhayli, İslam Fıkhı Ansiklopedisi, 9\520).
Ölen insana üzülmek, sessizce ağlamak gayet tabiî ve insanîdir. Dinimizde yas tutmanın sınırları yukarıda ifade edildiği çerçevede bellidir. Buna göre yas tutma kocası ölen kadına gereklidir ancak bu kayıt, yakınları vefat eden insanların hiç hüzünlenmeden eski yaşantılarına devam edecekleri manasına anlaşılmamalıdır. Zira her ölüm insana ahireti hatırlattığı gibi cenaze evinin ve yakınlarının da bu ölümden kendine pay çıkarmaları gerekir. Vefat eden kimsenin yakınları kendi hayatlarında olduğu gibi ev içi hayatlarında da yas tuttuğu izlenimini verecek şekilde üzüntülerini dışa vurmalı, çevrelerinin yadırgayacağı şekilde memnun ve mutlu görünmekten sakınmalıdırlar. Buna göre ölenin evinde yemek yapılması, televizyon radyo dinlenmesi haram değildir fakat “cenaze evi üzüntülüdür, gamlıdır, yemek yapamayabilirler, onlara yardım etmek lazım” anlayışı, dinimizin yardımlaşma ruhunu aksettiren bir anlayıştır. Komşular cenaze evine yardım ederler. Yemeklerini yaparlar, ihtiyaçlarını giderirler. Bu da gayet insanidir ve olması gereken bir davranıştır.
Televizyon ve radyo dinlemek, yasak olmasa da ölen insana ve ölüme saygının gereği, o evin biraz sükûnetli, sessiz olması gerekir. Bu hem ölene hürmeti ifade eder, hem de bize ölümü hatırlatır. Nitekim bugün, dünyevileşen dünyamızda ölümü ve ahireti daha fazla hatırlamaya ihtiyacımız var. Ölen insanların hali de buna bir vesiledir. Öyleyse, bu hali ölümü hatırlama adına iyi değerlendirip televizyonla, radyoyla, gazeteyle meşgul olmamak ve o uhrevi atmosferi bozmamak gerekir.
Kaynak: Kadın ve Aile İlmihali