İçindekiler
Kur’ân-ı Kerim, uluhiyyetten beşeriyete gelen son mektuptur. Allah’tan kullarına son mesajdır, ötelerin en mühim haberidir. Hz. Muhammed (sav)’in en büyük mucizesidir. Kıyâmete kadar gelecek insanların en mühim imtihan unsurudur. Ahirette insanların leh veya aleyhlerine şehâdet edecek olan bir imtihan hüccetidir. Hz. Peygamberden sonrakilere de en mühim bir imtihan hücceti olarak bırakılan ilâhi bir vesikadır. Onda insanların Allah’a karşı ve birbirlerine karşı vazifeleri beyân edilir. Dikkat edilirse insanların görevleri kısaca bunlardan ibârettir. Hz. Peygamberden sonra başka peygamber ve başka kitap da gelmeyeceği için, Allah’ın Rasulü (sav)’den sonra kıyâmete kadar gelecek insan nev’ine bir hidâyet ve imtihan rehberi olmak üzere (Bakara, 2/185) gönderilmiştir. O halde onun kıyâmete kadar muhafaza edilmesi gereklidir.
Bütün çağların kitabı olan Kur’ân’ın işte bu mühim misyonunu ifa edebilmesi için, onun nesiller boyu hiç bırakılmadan ellerde dolaşması gereklidir. Bundan dolayı onun muhâfazası Önceki semâvi kitaplar gibi olmamış, ilâhi himâye ve teminat altına alınmıştır.
İşte delilleri:
“O zikri (Kur’ân’ı) Biz indirdik Biz, ve onun koruyucusu da elbette Biz olacağız” (Hicr, 9).
“O inkârcılar, Kur’ân kendilerine geldiği vakit onu inkâr ettiler. Halbuki O eşi bulunmaz aziz bir kitapdır. Ona ne Önünden ne ardından bâtıl yaklaşamaz. Hikmet sâhibi, çok övülen (Allah) dan indirilmiştir (O)” (Fussilet, 41-42).
Allah teâlâ Kur’ân’ın muhafazasını elbette kulları eliyle gerçekleştirecektir. Çünkü sebeplerin akışı içerisinde, onun muhatapları insanlardır. Diğer imtihan konularının böyle sebepler silsilesinin akışı içerisinde cereyan ettiği gibi, bu konu da tabii bir şekilde gerçekleşmiştir ve gerçekleşmektedir. Kur’ân’ın muhâfazasına muhâtap ve muvazzaf kullar halkasının en başında da, hiç şüphesiz, Kur’ân kendisine nâzil olan ilk mü’min ve en şerefli kul Hz. Muhammed (as) gelir. Sonra da diğer mü’minler bu görevi üstlenmişlerdir.
Hz. Muhammed (sav)’in Kur’an-ı Muhafaza ve Cem’i
Diğer semâvi kitapların vahyedildiği gibi (Nisâ, 163-164), Kur’ân-ı Kerim de peygamberimiz Muhammed (as)a vahiy suretiyle indirilip öğretilmiştir (Nahl, 43-44).
Kıyamete kadar gelecek insanlara bir imtihan vesikası olarak kalması gerektiği için, diğer kitaplar gibi bırakılmamış, bizzat Hz. Peygamber (sav) tarafından onun korunması için bir seri tedbirler alınmıştır: Hz. Peygamber’e bir âyet veya sure nâzil olunca, hemen vahiy kâtiplerinden gerekli kimseleri çağırır, onlar da ellerinde yazı malzemeleriyle gelirler ve onlara, inen âyetlerin hangi surenin neresine yazılacağını söyleyerek bizzat yazdırırdı.[1]Sahihu’l-Buhâri, Fezâilu’l-Kur’ân, 3, el-Mektebetü’l-İslâmiyye, İstanbul, ts.(Dâru’t-Tıbâ’ati’l-Amira’dan ofset Hz. Peygamber (sav), kâtibe yazdığını okumasını söyler, bir eksiklik çıkarsa onu düzelttirirdi. Böylece kayd ve zabt altına alınan yeni vahyi Hz. Muhammed (sav), erkeklerin önünde okuduktan sonra, kadın dinleyiciler karşısında da tekrar okurdu.[2]Muhammed Hamidullah, Kur’ân-ı Kerim Târihi, çev. M. Sait Mutlu, s. 43, İst. 1965.
Ashab inen âyetleri büyük bir dini vecd içerisinde dinler, şevk ile ezberler, onu namazlarında okurlardı. Zâten Kur’ân okumanın bizzat kendisi çok feyizli bir ibâdettir. (Bkz. Buhâri, Fezailu’l-Kur’ân, 10-37.)
Ashâbın ve ondan sonra gelen ilk nesillerin, darb-ı mesel olacak kadar parlak hâfıza ve zekâları, Arapların o zamanda genellikle ümmi bir millet oluşları yüzünden kültürlerinde daha ziyâde hâfızaya dayanmaları, basit hayatlarıyla hâfızalarının berrak kalışı, Allah ve Rasulünü sâdık bir sevgiyle sevmeleri, Allah’ın kitâbını titizlikle ezberleyip muhâfaza etmelerine vesile olduğu gibi, Kur’ân’ın belâğatının her ifâdenin üstünde oluşu, onun ilim ve amele birlikte teşviki, Kitâb ve Sünnetin dinde işgal ettiği önemli mevki, âyetlerin ve sûrelerin tedricen olaylar ve sorularla irtibatlı olarak nazil olmasıyla, onların Kur’ân ve sünneti yaşayarak öğrenmeleri, Rasulullah (sav) in örnek bir yaşayışla onların arasında bulunması, onun talim ve terbiyedeki irşâd siyâseti ve bunlara ilâveten Kur’ân’ın i’câzıyla söz ustalarına tahaddisinin (meydan okuma) cevapsız kalması, onların Kur’ân’ı titizlikle ezberleyip muhâfaza etmelerinin âmillerinden olmuştur.[3]Bkz. M. A bdulazim ez-Zerkâni, Menâhilu’l-İrfân fi Ulumi’l Kur’ân, I, 293 – 315, Kahire, 1362/1943.
Bundan dolayı Kur’ân-ı Kerim Medine’ye hicretten önce bile yazılı haldeydi. Nitekim Hz. Ömer’in, müslüman olmadan önce kız kardeşinin yanında bulunan Tâhâ suresini okuduğunu İbn Hişâm haber vermektedir.[4]es-Siretü’n-Nebeviyye,I, 368-370, Mısır, 1963 baskısından ofset, Beyrut; M. Hamidullah, aynı eser, s. 42. Kur’ân-ı Kerim zâten kendisi, kendisini kitap olarak adlandırmaktadır. (Bakara, 2; Tur, 2; Sâd, 29). Yazı olmadan kitâp olur mu? “Ona (Kur’ân’a) tam bir surette temizlenmiş olanlardan başkası el süremez” (Vâkı’a, 79). Halbuki Tevrat korunamamış, çıkan yangınlarda yanmış, ortadan kaybolmuştur. Hz. Musa’dan yedi yüz yıl sonra Azrâ adında birisi Tevrat’ı şifâhi nakle dayanarak yazmıştır. İncil de Hz. İsâ zamanında yazılmamıştı. Ondan çok sonra havâriler hâtırlarında kalanları naklettiler, onların nakillerine dayanılarak inciller yazıldı. Bundan dolayı onlar yazarlarının adlarıyla adlandırılmıştır.[5]Süleyman Ateş, Kur’ân-ı Kerim ve Yüce Meâli, s.X,Ank. 1977. Kur’ân’ın muhâfazası hususunda yine ilâhi te’yidi gösteren bir vak’a da her sene Ramazan ayında Cebrâil (as) ‘in huzurunda o zamana kadar vahyedilmiş olan bütün Kur’ân’ı Hz. Peygamber (sav)’in okumasıdır. Bunda ashab da bulunur, herkes, ezberlerini karşılaştırır ve sağlamlaştırırdı. Hz. Peygamberin vefâtından önceki Ramazan ayında, Cebrâil (as) ona, Kur’ân’ı iki def’a okutturdu.[6]Buhâri, Fezâilü’l-Kur’ân, 7; es—Suyuti, el-İtkân fi Ulumi’l Kur’ân, 1, 50, Beyrut, 1973. Bu son mukâbeleye arza-i ahire denir ki vahiy kâtibi Zeyd bin Sâbit de bu arzada hazır bulunmuştu.
Rasulullah (sav) nâzil olan âyetleri hemen ezberlemek için gayret ve telâşa kapılır, Cebrâil (as) okurken o içinden tekrar ederdi. Kur’ân’ın muhâfazasını te’minât altına alan ilâhi te’yid burada da Rasulullah Efendimizin imdâdına yetişti:
“(Ey Muhammed), onu tekrarlamak için (henüz Cebrâil, sana vahyi bitirmeden) dilini depretme. Onu (senin kalbine) toplamak ve (sana) okutmak bize âittir. Sana Kur’ân’ı okuduğumuz zaman okunuşunu tâkip et. Sonra onu açıklamak da bize düşer (Kıyâme, 16-19).
Bu âyet, Kur’ân’ın tenzil, cem ve tanzimini de Allah’ın üzerine aldığını gösterir.[7]Mukaddemetân fi Ulumi’l-Kur’ân, s.23 , 39 – 40; Nşr. Arthur Jeffery, Kâhire, 19 72. “Sana (Kur’ân’ı) okutacağız da sen (onu) unutmayacaksın” (A’lâ, 6). Kur’ân’ın muhafazası tedbirlerinden yine bir tedbir olmak üzere Hz. Peygamber (sav), ilk zamanlar, Kur’ân’la karışmaması için, Kendisinden Kur’ân’dan başka bir şey yazılmasını yasaklamıştı.[8]Sahihu Müslim, Zühd, hadis no:72, Kahire, 1375/1955.
A. Jeffery gibi bazı müsteşrik ve misyonlerler, delilsiz ve çelişik olarak, Kur’ân’ın asr-ı saâdette yazılı olmadığını ileri sürüyorlarsa da[9]Ebu Bekr İbn Ebi Dâvud es-Sicistâni, Kitâbu’l-Mesâhif, s. 5, Mısır, 1355/1936 T. Nöldeke ve Fr. Schwally, Kur’ân’ın Hz. Peygamber zamanında yazıyla tesbit edildiğini itiraf ederler ve “Hz. Muhammed metinlerin kaydilmesine büyük ölçüde önem verirdi” derler.[10]Kur’ân Târihi, çev. Muammer Sencer, s. 5, Ayrıca bkz. s. 4-6, 33, İlke yayınları, 19 70. A. Jeffery ise neşrettiği Kitâbu’l—Mesâhif s. 5 deki iddiasından az sonra Hz. Peygamber zamanında Hz. Ali, Ubey bin Ka’b, Huzeyfe, Abdullah bin Mes’ud, Ebu Mûse’l-Eş’ari, Abdullah bin Zübeyr, Ebu Zeyd ve Muâz bin Cebel gibi ashabın yazılı mushaflarını zikreder. Hz. Ali “Cem’ ettiği mushafını bir deveye yükledi, sahâbeye getirdi” der.[11]İbn Ebi Dâvud, aynı eser,s.5-6. Önceki iddia ile bu şahsi mushaflar ve Hz. Osman’ın resmi mushafı ortaya koyduktan sonra, şahsi mushafları yaktırması olayı çelişki olmaz mı? Yazılı değildiyse, Hz. Osman neyi toplayıp yaktırdı?.[12]İsmâil Cerrahoğlu. Tefsir Usülü s. 64-65, Ankara 1976. O halde hiç şüpheye mahal bırakmaz şekilde Hz. Peygamber tarafından yazdırılan Kur’ân, hem hâfıza ve hem yazı ile, çifte metotla asr-ı saâdette tesbit, zabt ve muhafaza edilmiştir.[13]M. Abdullah Draz, Kur’ân’ın Anlaşılmasına Doğru, çev. Sâlih Akdemir, s. 28, Ankara, 1983; M. Hamidullah, aynı e-ser. s.45 İşte bu mânâda Kur’ân’ı ilk cem’ eden Hz. Peygamber (sav)’dir.
Rasulullah (sav) zamanında bizzat kendisi tarafından büyük bir itina ile kayd ve hıfz edilen ve ettirilen Kur’ân-ı Kerim, onun sağlığında iki kapak arasında toplanıp bir kitap hâline getirilmemişti. Çünkü o hayatta olduğu müddetçe vahiy devam ediyordu. Hz. Peygamber (sav) son vahiyden sâdece 9 gün sonra âhirete irtihâl etmiştir.[14]Zerkâni, aynı eser; I, 97; İsmâil Hakkı İzmirli, Târihi Kur’ân, s. 10, İstanbul, 1956.
Hz. Peygamber, nâzil olan âyetleri okuyor, onlarla va’z ediyor, onların ferâiz ve ahkâmını öğretiyordu. Ashâb da onları ezberliyor, yazıyor ve öğreniyorlardı. Bu durum şimdilik Kur’ân’ı bir kitap hâlinde toplamaktan onları müstağni kılıyordu.[15]Mukaddemetân, s. 23. Adetâ yazılı fişler hâlinde bekliyordu.
Hz. Ebu Bekir’in Kur’an’ı Muhafaza ve Cem’i
Hicri 11. senede Müseylemetü’l-Kezzâb’a karşı yapılan Yemâme muhârebesinde 70 kadar kurra sahâbi şehid düşmüştü. Onlar içerisinde ashâbın dört meşhur kâri ve hâfızından birisi olan Ebu Huzeyfe’nin mevlâsı Sâlim de vardı. Bu durum Hz. Ömer’i endişeye şevketti. O, halife Hz. Ebu Bekir Sıddık (ra) ‘a baş vurarak, daha sonra vuku bulacak savaşlarda da eğer böyle şehidler verilecek olursa Kur’ân ehlinin kalmama tehlikesinin baş göstereceğini, bu sebeple Kur’ân’ın bir kitap hâlinde toplanması için emir vermesini taleb etti. Hz. Ebu Bekir’in önceleri Hz. Peygamber (sav)’in yapmadığı bir işe teşebbüs etmekten kaçındığını görüyoruz. Hz. Ömer’in ısrarları üzerine, Zeyd bin Sâbit’i çağırdı ve ona mes’eleyi açtı. Zeyd önce tereddüt etmişse de sonra durumun önemini kavrayarak, Kur’ân’ı, bu emir ve yetki üzerine ashâbda bulunan o zamanın yazı malzemeleri, deri, tahta, hurma dalı, kürek kemikleri ve enli yassı taşlar gibi üzerinde Kur’ân yazılı sahifelerden ve Kur’ân’ı ezberleyen kimselerin hâfızalarından yazdı, derleyip topladı ve bir araya getirdi. Mescidde bu iş için halka ilan da bulunulmuş ve Hz. Ömer de kendisine yardımcı olmuştu. Zeyd (ra), Kur’ân âyetlerini sâdece yazılı olarak bulmakla yetinmiyor; fazlaca bir ihtiyat için, kendisi de hâfız olduğu halde, hıfzındakiyle karşılaştırıyordu. Böylece Zeyd bin Sâbit, her sûrenin âyetleri kendi içinde sıralı olarak Kur’ân’ı bir kitap hâlinde bir araya topladı.
Sûreler bugünkü tertipde değildi. Onları nüsha hâlinde bir araya topladı. Bir iple bağlanarak ona mushaf adı verildi. Bu ilk cem’ olunan mushaf vefatına kadar halife Hz. Ebu Bekir’in yanında kaldı. O’nun vefâtından sonra Hz. Ömer’in nezdinde muhâfaza edildi. Hz. Ömer’in vefatından sonra kızı Hz. Hafsa’ya emânet edildi. Çünkü Hz. Ömer vefat etmeden önce yeni halife daha belli olmamıştır.[16]Bunlar için bkz. Buhâri, Fezâilu’l-Kur’ân, 3-4; Ebu Cafer Muhammed bin Cerîr el-Taberi, Câmiu’l-Beyân an Te’vili’l-Kur’ân, I, 20, Mısır, 1373/ 1954; İbn Ebu Dâvud, aynı eser, … Okumaya devam et Bu Kur’ân’ı koruma tedbirleri de Cenâb-ı Allah’ın te’minâtının bir gereği olarak, Hulefâi râşidi’ne verdiği ilham ve va’dine vefasının bir tecellisidir.[17]Suyuti, aynı eser, s.57’de el-Hattâbi’den nakleder. Hz. Ebu Bekir’in Kur’ân-ı Kerim’i böyle iki kapak arasında toplaması da ashâbın icmâı ile olmuştur.
Kur’ân’ın Muhafazası İçin Hz. Osman Zamanında İstinsah ve Teksiri
Ashâb (ra), Hz. Peygamberden sonra, çoğunlukla, İslâm hudutları içerisinde yeni giren beldelere dağılmışlardı. Onlar oralara, bazan cihâd için, bazan İslâm’ı tebliğ ve talim için gidiyorlardı. Herkes bulunduğu merkezde Kur’ân okutuyor, Hz. Peygamber (sav)’den görüp işittiği sünnet-i seniyyeyi öğretiyordu. Basralılar Kur’ân’ı daha ziyâde Ebu Mûse’l—Eş’ari’den öğrendiler. Onun mushafına Lubâbu’l—Kulûb adını verdiler. Kûfeliler Kur’ân’ı İbn Mes’ud’un okuyuşuyla okuyorlar ve kıraatimiz en sahih kıraattir, diyorlardı. Kur’ân’ı Mikdâd‘dan alan Humuslular, kendi kıraatlerinin daha iyi olduğunu iddia ediyorlardı. Bu farklılık Kur’ân’ı farklı telâffuzlu kaynaklardan alarak değişik lehçelerle okumaktan ileri geliyordu:[18]Ahmet Cevdet Paşa, Hulâsatü’l-Beyân fi Te’vili’l—Kur’ân, s. 7, Kur’ân Tarihi ve Kur’ân Okumanın Edepleri, adıyla çev. Ali Osman Yüksel, İstanbul (Biz … Okumaya devam et Kur’ân Arapça nazil olmuş (Yusuf,2; Şuarâ, 7), Arap kabileleri arasında çabucak yayılıp tutulması için de ilk zamanlar değişik Arap lehçeleriyle okunmasına müsâade edilmişti[19]Buhârı, Salâtü’l—Kur’ân, 5; Müslim, Salâtü’l—Müsâfirin, 818, 821; Taberi, aynı eser, 1. Bu lehçelerin en fasihi Kureyş lehçesidir.
Hükmü değiştirmeyen bu küçük lâfız farklarıyla okuyuşlar kendi bölgelerinde kabul görüp şöhret buldular[20]Mukaddemetân, s, 274. Her bölge müslümanları, kendi kıraatlerinin en iyi olduğunu savunmada şiddet gösteriyorlardı.[21]İsmâil Cerrahoğlu, a.g.e., s. 72. Nihâyet bütün kaynakların ittifak ettikleri şu vak’a Kur’ân’ın Hz. Osman zamanında yeniden yazılıp teksir edilmesine vesile teşkil etmiştir:
Azerbeycan ve Ermenistan seferlerine katılan Iraklı ve Suriyeli askerler arasında Kur’ân okuyuşda kırâat farkları ortaya çıkmış, her iki taraf kendi kıraatlerinin doğruluğunu ileri sürerken, diğer tarafı ithâm edici sözlere varmışlardı. Kumandan Huzeyfe bin el—Yemân, sefer dönüşü önce Kufe’ye uğramış, oralıları ihtilaftan sakındırmış ve İbn Mes’ud ile görüşüp kendisiyle tartışmıştır.[22]İbn Ebi Dâvud, a.g.e., s. 14-15; A. Cevdet Paşa, a.g.e., s. 9. Daha sonra Medine’ye gelerek doğruca Hz. Osman’ın huzuruna çıkmış ve “Ey mü’minlerin emiri! Yahudilerin ve Hristiyanların ihtilaf ettikleri gibi, kitaplarında ihtilâf etmeden önce bu ümmetin imdâdına yetiş!” demiştir.[23]Buhâri, Fezâilü’l-Kur’ân, 2-3; İbn Ebi Dâvud, aynı eser, s, 19; Taberi, aynı eser, I, 20-21. Durumun nezaketini kavrayan halife Hz. Osman, Zeyd bin Sâbit başkanlığında, Said bin el—As, Abdullah bin Zübeyr, Abdurrahman bin el—Haris el— Hişâm’dan müteşekkil bir heyet kurmuştur.[24]el—Bâkıllâni, aynı eser,s. 358. Mus’ab: “Rasulullah (sav)’in ashabından birçok kimseden (Zeyd’in başkan seçilmesi için) “Vallahi Osman iyi yaptı” dediklerini işittim” demiştir.[25]Mukaddemetân, s. 52. Hz. Osman Kur’ân’ı istinsah ve teksir ederlerken bir şeyde ihtilâf ederlerse “Onu Kureyş lisânı ile yazmalarını, çünkü Kur’ân’ın Kureyş lisânı ile indiğini” heyete emretti.[26]Buhâri, Fezâilu’l—Kur’ân, 2; et—Taberi, Tefsir, I, 26. Bu heyetin Zeyd hâriç diğerleri Mekkeli idiler. Hey’et bir rivâyete göre dört nüsha, bir rivayete göre yedi nüsha istinsah etti.[27]İbn Ebi Dâvud, aynı eser, s.34. Hey’et istenilen nüshaları tamamladıktan sonra, asıl nüsha Hz. Hafsa’ya iâde edildi. Hz. Osman bu nüshaları o zamanki ileri gelen merkezlere Örnek mushaf olarak gönderdi. Bir nüshayı Medine’de alıkoydu ki, bu mushafa rehber mushaf mânâsına “el—Mushafu’l—İmâm” denmiştir. Bunların dışındaki şahsi sahifelerin ve mushafların yakılmasını emretti.[28]Buhâri, Fezâilü’l, 3; Zerkeşi, el—Burhan, I, 23 7. Ahmet Cevdet Paşa, İbn Ebi Dâvud’un, Hz. Osman’ın, bu istinsah hey’etini, içlerinde Ubey bin Ka’b ve Zeyd bin Sâbit’in de bulunduğu Kureyş ve Ensardan 12 kişiden oluşturduğuna dâir rivâyetini,[29]Kitâbu’l-Mesâhif, s.25-26. “İşin başı Zeyd ve Said ‘in idi. Sonra bölgelere gönderilecek mushafların sayısına göre yazı işinden yardım edecek kimselere ihtiyaç duyulunca, zikredilen kimseler ve Kasır bin Eflah, Enes bin Mâlik vb. lerini Zeyd’e kattılar” şeklinde izah eder.[30]Hulâsatü’l—Beyân, s. 11. Gerek Hz. Ebu Bekir’in ve gerekse Hz. Osman’ın cem’i ve istinsahları, sahâbeyle istişâre ve Hz. Ali’nin tasvib ve rızasıyla olmuştur.[31]Zerkeşi, I, 235.
İstinsahda Takip Edilen Metod
Gerek Hz. Ebu Bekir’in cem’inde ve gerek Hz. Osman’ın teksirinde görevli Zeyd bin Sâbit ve heyet çok titizlikle çalışıyordu. Hz. Ebu Bekir(ra)’in cem’inde Zeyd (ra), Hz. Ömer kendisiyle birlikte çalışmadığı takdirde bu işi üzerine almayı reddetmiştir. Hz. Ebu Bekir, Zeyd’e aslâ hâfızasına güvenmemesini, her âyet için iki şahıstan yazılı belge aramasını emretti. Kendilerinde Kur’ân parçaları bulunan herkesin onları Zeyd’e getirmesini ilân etti. Bir rivayette bu ilân büyük mescidde vuku bulmuştur.
Şöyle rivâyet edilir: Hz. Osman (ra), Kur’ân’ı cem’i etmek isteyince, insanlar içerisinde hitab etmek üzere kalkıp şöyle söyledi: “Ey insanlar! Bildiğiniz gibi Peygamber (sav) ‘in irtihâli üzerinden on sene geçmiştir. Siz Kur’ân hakkında şüphe ediyorsunuz. Sizden yanında Allah’ın kitâbından birşey bulunan herkese kesinlikle onu getirmesini emrediyorum”. Bunun üzerine herkes içerisinde Kur’ân âyetleri bulunan yaprak ve derileri getiriyordu. Nihâyet onlardan çok şey toplandı. Sonra girip onları tek tek çağırıyor ve onlara “Allah aşkına, bunu Rasulullah’dan işittiniz mi? Bunu size o mu yazdırdı?” diye soruyor, o da “Evet” diyordu. Bu şekilde bitirince halka “İnsanların en iyi yazı yazanı kimdir?” dedi. Onlar: “Rasulullah’ın kâtibi Zeyd bin Sâbit’tir” dediler. “Onların en fasihi kimdir?” dedi. Onlar da: “Said bin el—As‘dır” dediler. Bunun üzerine Osman (ra) da “Said yazdırsın, Zeyd de yazsın!” dedi. Mushafları böylece yazdırdı ve insanlara onları dağıttı. Said’in lehçesinin Rasulullah’ın lehçesine çok benzer ve insanların en fasihi olduğu zikredilir”.[32]İbn Ebi Dâvud, aynı eser, s. 22-23;Bakıllâni, aynı eser, s. 379.
Bir rivayette şöyledir: Hz. Ömer, şâhitlerden, Allah adına ellerindeki nüshaların Hz. Peygamber (sav) tarafından kontrol edilip edilmediğini bildirmelerini istemiştir.[33]İbn Ebi Dâvud, aynı eser, 31; Şuyuti, el—İtkân, I, 59; M. Hamidullah aynı eser, s. 49. Buna göre iki şâhit, bir âyetin kabulü için, hâfızadan değil; fakat bizzat Hz. Peygamberin huzurunda onun yazdırmasıyla yazıldığı ve Kur’ân’ın son mukâbelesinde bulunup bulunmadığını isbatlamak için isteniyordu.[34]Suyuti, aynı eser, I, 58; M. Abdullah Draz, aynı eser, s. 31; Zerkâni, 1, 272. Bu şartlara sonuna kadar sâdık kalınmıştır. Bu şartla taşımayan yazılı hiç bir metin kabul edilmemiştir. Bizzat Hz. Ömer tarafından getirilen, zinâ edenin recmedilmesi hakkındaki metin Kur’ân’a dercedilmemiştir. Çünkü kendisinden başka şâhidi yoktu.[35]Suyuti, 58. Hattâ Ahmed bin Hanbel’ den bir rivayette Hz. Ömer’in “Kur’ân-ı Kerim’e bir şey ilâve etmek ithâmından korkmasaydım oraya zinâ edenlerin taşlanması mevzuundaki âyeti yazdırırdım” sözü yer alır.[36]M. Hamidullah, s.49 da Müsned’den 156, 197 ve 352 nolu hadisler olarak nakleder; Mukaddemetân, s. 82. Eğer bu rivâyet sahih ise,[37]Osman Keskioğlu, Kur’ân-ı Kerim Bilgileri, Ankara, 1987 kitabının 311. s.sında “Recm âyeti diye ileri sürülen şeyin Hz. Ömer’e nisbet edilmesinin hiç aslı yoktur” … Okumaya devam et mânâsı, Hz. Ömer, insanlardan korktuğu için onu yazmamış değildir. Hz. Ömer’in asıl korkusu, Allah’ın kitâbına bir şey ilâve etme korkusudur. Eğer yazsaydı veya yazdırsaydı, herkes onu Kur’ân’dan zannedecekti. İşte Ömer’in korkusu asıl bundandır. Bu onun Kur’ân’dan olmadığını gösterir. Eğer Kur’ân’dan olsaydı, onu yazdırmaktan korkmayacaktı. Yoksa, o, Kur’ân’dan olan bir şeyi insanlardan korktuğu için terkedecek bir insan değildi. O Allah yolunda hiç bir kınayanın kınamasından korkacak şahsiyette değildi. Demek ki, O İslâm’da bulunan Hz. Peygamberin tatbik ettiği recm haddinin bir Kur’ân âyeti olduğunu zannediyordu. Onu getirmiş; fakat âyet olarak isbat edememişti. İşte bundan dolayı onun endişesi, Kur’ân’dan olmayan bir şeyi Kur’ân’a ilâve etmek endişesi idi. Emirü’l—Mü’minin olmasına, recmin Allah’ın farzlarından olduğunu bilmesine ve hattâ âyettir, diye iddia etmesine rağmen Kur’ân’a ilâvede bulunamamıştı.[38]Mukaddemetân, s, 80-82; 36-38; Bakılâni, s. 418; M. A. Draz, s. 31. Şu halde hiç kimse Kur’ân’a kendiliğinden bir harf bile katamamıştır. Kur’ân’ın muhafazası için Hz. Ebu Bekir’e bizzat kendisi başvuran Hz. Ömer’den başka hangi niyet beklenir?
Bazı kimselerin, Rasulullah (sav)’e, tebliğ ve risâlet bakımından inen bazı ahkâmı, okunan ve yazılan Kur’ân zannettikleri görülmüştür. Halbuki her şey Kur’ân’la teşri’ edilmemiştir. Recm âyeti diye ileri sürülen hüküm ve Hz. Aişe (ra)’nın, “On emzirme haram kılar, sonra beş ile değiştirildi” rivayeti ve bazı hadislerin Kur’ân’dan zannedilmesi bu kabilden olabilir.[39]Mukaddemetân, s,88. Ubey bin Kâ’b’in “Adem oğlunun iki vâdi altını olsa (…)” diye başlayan hadisi âyet zannetmesi gibi. Çünkü onun Rasulullah (sav)’dan … Okumaya devam et Bu olay, bazı râfızilerin ve müsteşriklerin “Kur’ân Hz. Ömer ve Osman gibi Mekkeli aristokratların otoriter baskılarıyla kabul ettirilmiştir” şeklindeki iddialarının ne kadar asılsız ve çürük olduğunu gösterir.
Demek ki müslümanlar, müsteşriklerin, İslâm’ın açığını aramak için ters taraftan gösterdikleri titizliğin kat kat fazlasını Kur’ân’ın muhâfazası için göstermişlerdir.
Kur’ân’ın tamamı işte bu metoda uyularak yazılmıştır. Ancak yukarıda da işâret ettiğimiz gibi, Hz. Osman (ra) ‘ın istinsâhında “Tâbut” kelimesinin yazılışında hey’et ihtilâf etmiştir. Durumu Hz. Osman’a arzettiler. Zeyd “he” ile “et—Tâbuh” dedi, Kureyşliler, açık “te” ile “et—Tâbut” dediler. Hz. Osman onu “et—Tâbut” yazın, çünkü o Kureyş’in lisânı ile indi” dedi[40]Mukaddemetân, s.21; İbn Hacer el—Askalâni, Fethu’l—Bâri fi Şerhi Sahihi’l—Buhâri, X, 394, Mısır, 1378/1959. ve açık “te” ile “et—Tâbut” olarak yazıldı.
Hz. Osman onlarla anlaşmıştı. Bir şeyde ihtilâf edince sonraya bırakıyorlardı, İbn Sirin “öyle sanıyorum ki onlar, onu arza-i ahirede zaman bakımından en yakın kimseye bakmak için sona bırakıyor ve onun sözüne göre yazıyorlardı” der.[41]İ. Ebi Dâvud, 25-28; Suyuti I,59. Yazım esnasında bir ihtilaf çıkarsa, o âyetin yerini açık bırakır, onu Hz. Peygamberin kime okutup yazdırdığını araştırırlardı. O kimse Medine’den üç fersah uzakta bile olsa, ona birini gönderirler ve “Sana şu âyeti Rasulullah (sav) nasıl okuttu?” diye sorarlardı. O zâtın şöyle şöyle, şeklinde tarifine göre açık bıraktıkları yere o âyeti yazarlardı.[42]Bâkıllâni, s.380; Suyuti, I, 59; O. Keskioğlu, s. 97.
Rivâyete göre bu yazım bittikten sonra, hâfızalarında olan iki âyet bulunamıyor. Bunlardan birisi Tevbe sûresinin son iki âyeti, diğeri de Ahzâb sûresinin 23. âyetidir. Buhâri’nin rivâyetine göre bu durum Hz. Ebu Bekir’in ilk cem’indedir. Tevbe’nin son iki âyeti daha sonra Hz. Peygamber tarafından şâhitliği iki kişinin şahitliği yerine kabul edilen Ebu Huzeyme el Ensâri’de bulunur ve Berâe sûresinin sonuna yazılır.[43]Fezâilü’l—Kur’ân, 3-4; Zerkeşi, el-Burhân, I, 234. Krş. İbn Ebi Dâvud, s. 29-30. Subhi es—Salih’in belirtiğine göre, Tehzibu’t Tehzib’de ise Huzeyme bin Sâbit el—Ensâri’nin iki şehâdet sâhibi olduğu kaydedilir. O zaman bu Huzeyme bin Sâbit, Ebu Huzeyme’den başkasıdır.[44]Mebâhis fi Ulumi’l—Kur’ân, s, 75’deki 1 nolu dipnotu.
Bu şahıslar ve âyetler bize biraz karışık geldi. Halbuki Taberi’deki rivayet daha kolay anlaşılıyor ve her ikisi de Hz. Osman’ın cem’inde gösteriliyor. Zeyd bin Sâbit (ra), dedi ki: “Yazım işini bitirince onu bir kontrol ettim ve Ahzâb süresinin 23. âyeti olan “Mü’minlerden öyle erkekler vardır ki, Allah’a verdikleri sözlerde durdular. Onlardan kimi adağını yerine getirdi, kimi de sözünü yerine getirmeyi) beklemektedir; sözlerini aslâ değiştirmediler” meâlindeki âyeti bulamadım. Muhacirlere sordum, onlardan kimsede bulamadım. Sonra Ensâra arzettim, onlardan da kimsenin yanında bulamadım. Nihâyet Huzeyme bin Sâbit’te buldum ve yazdım. Sonra bir daha karşılaştırdım Tevbe sûresinin son iki âyetini bulamadım, Ensâra sordum, kimsede bulamadım. Nihâyet yine Huzeyme denilen bir adamda buldum. Onu da Berâe sûresinin sonuna yazdım. Eğer üç âyete ulaşsaydı onları müstakil sûre yapacaktım. Sonra son bir daha kontrol ettim, bu sefer (eksik) bir şey bulamadım.[45]Câmiu’l—Beyân, I, 26-27; Mukaddemetân, s.21 -22. Sayın Prof. Dr. Süleyman Ateş Kurtubi’nin işâretiyle “Demek ki, birinci derlemede Berâe sûresinin sonundan iki âyet, sâdece Ebu Huzeyme’nin, ikinci derlemede de Ahzâb sûresinin 23. âyeti sâdece Huzeyme İbn Sâbit’in yanında bulunmuştur”[46]Yüce Kur’ân’ın Çadaş Tefsiri, I, 9-10, İstanbul, 1988 . . . der.
Hz. Ebu Bekir’le Hz. Osman’ın Yaptığı Cem’lerin Farkı
Yukarıda belirttiğimiz gibi, Hz. Peygamber (sav)’den sonra Hz. Ebu Bekir (ra), dağınık sayfalarda bulunan Kur’ân parçalarını, âyetleri sûreler içerisinde tertipli olarak bütün Kur’ân’ı iki kapak arasında toplamıştır. Bir kitap ve bir cilt hâline getirmiştir. O’nu kaybolmaktan korumuştur. Bu cem’de âyetler sıralı, fakat sureler düzenli değildi. Hz. Osman (ra) ise, Hz. Ebu Bekir’in mushafını esas alarak,[47]T. Nöldeke, s. 109; Regis Blachere, Introduction au Coran, s.54t Paris, 1959. âyetler gibi bugünkü sırayla (tertibde) yâni daha ziyâde uzunluklarına göre yeniden yazıp çoğaltmıştır. Burada göz önünde tutulması gereken en önemli bir nokta, Hz. Osman mushafının Arapçanın en gelişmiş lehçesi olan Kureyş lehçesine göre yazılmış olmasıdır.[48]Suyuti, I, 60. Bu sefer Hz. Ebu Bekir mushafının yazısı biraz daha tekemmül ettirilmiştir.[49]M. Hamidullah, s. 48.
Hz. Ebu Bekir de Hz. Osman da yaptıkları bu cem’ işlerinde ashab ile istişâre etmiş ve onların tasviblerini almışlardır. Binâenaleyh Hz. Osman mushaflarında icma vâki olmuştur. Bugün elimizdeki mushaflar, işte o mushafların aynısıdır. Hz. Ebu Bekir (ra) dağınık sayfalarda ve hâfızalarda bulunan Kur’ân metinlerini bir kitapta toplamıştır. Hz. Osman (ra) da kıraat ihtilâflarıyla dağılma tehlikesi gösterebilecek olan ümmeti bir mushafta toplamıştır. Her ikisinin yaptığı da Allah’ın Kur’ân’ı muhafaza va’dinin bir muktezâsıdır.
Hz. Ali (ra), Hz. Ebu Bekir (ra) için “Mushaflar hakkında ecirlerin en büyüğü Ebu Bekir’indir. Allah rahmet etsin, O Allah’ın kitabını ilk cem’edendir”[50]Zerkâni, I, 282. demiştir. Hz. Osman mushafları, âhâd rivâyetlere yer vermemiş, tevâtürle sâbit olanlara münhasır kalmıştır. Tilâveti neshedilip son arzada bulunmayanları almamıştır. Ayet ve sûreleri bugünkü şekilde tertib edilmiştir. Kur’ân’dan olmayan her şeyden tecrid edilmiştir. Çünkü sahâbeden bazılarının özel mushaflarına mânâyı açıklayıcı veya nâsih ve mensuhu belirten bazı küçük notlar aldıkları bilinmektedir. O zaman ki Arap yazısında nokta ve hareke bulunmadığı için, Hz. Ebu Bekir’inki gibi Hz. Osman mushafları da değişik bazı kırâat vecihlerine uygun geliyordu.[51]Bâkılâni, s.376, 377, 400, 414; Suyuti, 1,60; Subhi es-Sâlih, s. 85; M. A. Draz, s. 40.
Yeni Ümit dergisi, Sayı: 6 ve 7, Prof. Dr. Veli Ulutürk
Dipnotlar
⇡1 | Sahihu’l-Buhâri, Fezâilu’l-Kur’ân, 3, el-Mektebetü’l-İslâmiyye, İstanbul, ts.(Dâru’t-Tıbâ’ati’l-Amira’dan ofset |
---|---|
⇡2 | Muhammed Hamidullah, Kur’ân-ı Kerim Târihi, çev. M. Sait Mutlu, s. 43, İst. 1965. |
⇡3 | Bkz. M. A bdulazim ez-Zerkâni, Menâhilu’l-İrfân fi Ulumi’l Kur’ân, I, 293 – 315, Kahire, 1362/1943. |
⇡4 | es-Siretü’n-Nebeviyye,I, 368-370, Mısır, 1963 baskısından ofset, Beyrut; M. Hamidullah, aynı eser, s. 42. |
⇡5 | Süleyman Ateş, Kur’ân-ı Kerim ve Yüce Meâli, s.X,Ank. 1977. |
⇡6 | Buhâri, Fezâilü’l-Kur’ân, 7; es—Suyuti, el-İtkân fi Ulumi’l Kur’ân, 1, 50, Beyrut, 1973. |
⇡7 | Mukaddemetân fi Ulumi’l-Kur’ân, s.23 , 39 – 40; Nşr. Arthur Jeffery, Kâhire, 19 72. |
⇡8 | Sahihu Müslim, Zühd, hadis no:72, Kahire, 1375/1955. |
⇡9 | Ebu Bekr İbn Ebi Dâvud es-Sicistâni, Kitâbu’l-Mesâhif, s. 5, Mısır, 1355/1936 |
⇡10 | Kur’ân Târihi, çev. Muammer Sencer, s. 5, Ayrıca bkz. s. 4-6, 33, İlke yayınları, 19 70. |
⇡11 | İbn Ebi Dâvud, aynı eser,s.5-6. |
⇡12 | İsmâil Cerrahoğlu. Tefsir Usülü s. 64-65, Ankara 1976. |
⇡13 | M. Abdullah Draz, Kur’ân’ın Anlaşılmasına Doğru, çev. Sâlih Akdemir, s. 28, Ankara, 1983; M. Hamidullah, aynı e-ser. s.45 |
⇡14 | Zerkâni, aynı eser; I, 97; İsmâil Hakkı İzmirli, Târihi Kur’ân, s. 10, İstanbul, 1956. |
⇡15 | Mukaddemetân, s. 23. |
⇡16 | Bunlar için bkz. Buhâri, Fezâilu’l-Kur’ân, 3-4; Ebu Cafer Muhammed bin Cerîr el-Taberi, Câmiu’l-Beyân an Te’vili’l-Kur’ân, I, 20, Mısır, 1373/ 1954; İbn Ebu Dâvud, aynı eser, s. 6 – 9; Mukaddemetân, s, 43 – 45; Bedruddin Muhammed bin Abdillah ez Zerkeşi, I, 233 – 238, Kâhire, 1391/1972; Kâdı Ebu Bekir el-Bâkıllâni, Kitâb Nüketi’l-İntişâr, li Naki’l-Kur’ân, s. 356-357, İskenderiye, 1971; Süyuti, el-İtkân, /, 57,-59. |
⇡17 | Suyuti, aynı eser, s.57’de el-Hattâbi’den nakleder. |
⇡18 | Ahmet Cevdet Paşa, Hulâsatü’l-Beyân fi Te’vili’l—Kur’ân, s. 7, Kur’ân Tarihi ve Kur’ân Okumanın Edepleri, adıyla çev. Ali Osman Yüksel, İstanbul (Biz içinde bulunan asıl metnin sahifelerini verdik) 1989. |
⇡19 | Buhârı, Salâtü’l—Kur’ân, 5; Müslim, Salâtü’l—Müsâfirin, 818, 821; Taberi, aynı eser, 1. |
⇡20 | Mukaddemetân, s, 274. |
⇡21 | İsmâil Cerrahoğlu, a.g.e., s. 72. |
⇡22 | İbn Ebi Dâvud, a.g.e., s. 14-15; A. Cevdet Paşa, a.g.e., s. 9. |
⇡23 | Buhâri, Fezâilü’l-Kur’ân, 2-3; İbn Ebi Dâvud, aynı eser, s, 19; Taberi, aynı eser, I, 20-21. |
⇡24 | el—Bâkıllâni, aynı eser,s. 358. |
⇡25 | Mukaddemetân, s. 52. |
⇡26 | Buhâri, Fezâilu’l—Kur’ân, 2; et—Taberi, Tefsir, I, 26. |
⇡27 | İbn Ebi Dâvud, aynı eser, s.34. |
⇡28 | Buhâri, Fezâilü’l, 3; Zerkeşi, el—Burhan, I, 23 7. |
⇡29 | Kitâbu’l-Mesâhif, s.25-26. |
⇡30 | Hulâsatü’l—Beyân, s. 11. |
⇡31 | Zerkeşi, I, 235. |
⇡32 | İbn Ebi Dâvud, aynı eser, s. 22-23;Bakıllâni, aynı eser, s. 379. |
⇡33 | İbn Ebi Dâvud, aynı eser, 31; Şuyuti, el—İtkân, I, 59; M. Hamidullah aynı eser, s. 49. |
⇡34 | Suyuti, aynı eser, I, 58; M. Abdullah Draz, aynı eser, s. 31; Zerkâni, 1, 272. |
⇡35 | Suyuti, 58. |
⇡36 | M. Hamidullah, s.49 da Müsned’den 156, 197 ve 352 nolu hadisler olarak nakleder; Mukaddemetân, s. 82. |
⇡37 | Osman Keskioğlu, Kur’ân-ı Kerim Bilgileri, Ankara, 1987 kitabının 311. s.sında “Recm âyeti diye ileri sürülen şeyin Hz. Ömer’e nisbet edilmesinin hiç aslı yoktur” der. |
⇡38 | Mukaddemetân, s, 80-82; 36-38; Bakılâni, s. 418; M. A. Draz, s. 31. |
⇡39 | Mukaddemetân, s,88. Ubey bin Kâ’b’in “Adem oğlunun iki vâdi altını olsa (…)” diye başlayan hadisi âyet zannetmesi gibi. Çünkü onun Rasulullah (sav)’dan duymuştu. Mukaddemetân, s. 24. |
⇡40 | Mukaddemetân, s.21; İbn Hacer el—Askalâni, Fethu’l—Bâri fi Şerhi Sahihi’l—Buhâri, X, 394, Mısır, 1378/1959. |
⇡41 | İ. Ebi Dâvud, 25-28; Suyuti I,59. |
⇡42 | Bâkıllâni, s.380; Suyuti, I, 59; O. Keskioğlu, s. 97. |
⇡43 | Fezâilü’l—Kur’ân, 3-4; Zerkeşi, el-Burhân, I, 234. Krş. İbn Ebi Dâvud, s. 29-30. |
⇡44 | Mebâhis fi Ulumi’l—Kur’ân, s, 75’deki 1 nolu dipnotu. |
⇡45 | Câmiu’l—Beyân, I, 26-27; Mukaddemetân, s.21 -22. |
⇡46 | Yüce Kur’ân’ın Çadaş Tefsiri, I, 9-10, İstanbul, 1988 . . . |
⇡47 | T. Nöldeke, s. 109; Regis Blachere, Introduction au Coran, s.54t Paris, 1959. |
⇡48 | Suyuti, I, 60. |
⇡49 | M. Hamidullah, s. 48. |
⇡50 | Zerkâni, I, 282. |
⇡51 | Bâkılâni, s.376, 377, 400, 414; Suyuti, 1,60; Subhi es-Sâlih, s. 85; M. A. Draz, s. 40. |