Allah, ilk insan Hz. Adem’i yaratıp, peygamberlikle teşrif ettikten sonraki hiçbir dönemde insanlığı kendi haline bırakmamıştır. Her bir kavme içlerinden müjdeleyici ve uyarıcı olarak peygamberler göndermiştir. (Nahl, 16/36) İnsanlığa gönderilen elçilerin hepsinin getirdiği mesaj temel itibariyle aynı olmuştur. Bu mesajın özü, Kâinatı yaratan tek ve yegâne bir yaratıcının olduğuna inanmak ve onun emir ve buyrukları çerçevesinde hayat sürmektir. Yaratıcının, elçileri vasıtasıyla insanlığa gönderdiği mesajın ana konularını ise tevhit (Allah’ın varlığı ve birliği), adalet, nübüvvet, haşir (ölümden sonraki hayat) ve ibadet teşkil etmiştir.
Sözlük manası itibariyle, Allah’a, O’nun emir ve buyruklarına teslim olma manasına gelen İslam, Hazreti Adem’den bu yana bütün insanlık tarihi boyunca ilahi mesajlarla tazelenen ve her bir elçinin gönderilmesi ile, aslı-özü muhafaza edilip, pratiğe bakan yönleriyle tekâmül ettirilen hak dinin adıdır. Bu dinin insanlığa hidayet olarak gönderilmesinde sonra gelenler elçiler, öz itibariyle öncekilerin mesajlarını taşıdığını zikretmiş, kendilerinden önceki peygamberleri ve onlara indirilenleri tasdik etmişlerdir.
Nitekim Allah, Hz. Nuh’a vahyettiği gibi Hz. Muhammed’e (asm) de vahyettiğini bildirmiş (Nisâ, 4/163), Hz. İbrahim ve ondan sonra gelen bazı peygamberleri ve onların dinlerinin müntesiplerini de “Müslüman” olarak nitelemiştir.
Kur’an-ı Kerîm’de, mevcut semavi dinlerin atası olan Hz. İbrahim’den söz eden yaklaşık on yerde, onun “Hanîf (hakka dönen, tam teslim olan, ibadet eden)” bir peygamber olduğuna yer verilir.
“İbrahim ne Yahudi idi ne de Hristiyan’dı. Fakat o, hanîf (doğruya yönelmiş, hakka yönelmiş) bir Müslümandı. Müşriklerden değildi.” (Âl-i İmrân, 3/67).
“Bir zaman Rabbi ona ‘İslâm ol.’ dediğinde, İbrahim, ‘Alemlerin Rabbi olan Allah’a teslim oldum.’ demişti. İbrahim, İslâm ümmetinden olmayı oğullarına da vasiyet etti. Yakup da onu tavsiye ederek: ‘Oğullarım! Allah sizin için bu dini seçti. O halde sizler sadece Müslümanlar olarak can verin.’ dedi. Yoksa siz Yakub’a ölüm geldiği sırada yanında mı bulunuyordunuz? O zaman o, oğullarına: ‘Benden sonra neye tapacaksınız?’ demiş, oğulları da ‘Senin ve ataların İbrahim, İsmail ve İshak’ın ilahı olan tek ilaha kulluk edeceğiz. Bizler Müslümanlarız (O’na teslim olduk).’ demişlerdi.” (Bakara, 2/131-133).
Bakara Suresi’nde, yukarıda zikredilen ayetlerin devamında peygamberlerin mesajının temelde bir ve aynı olduğu ve bunun da İslâm’dan ibaret olduğu şöyle açıklanır:
“Allah’a, bize indirilene, İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Yakub’a ve torunlarına indirilene, Musa’ya ve İsa’ya verilen ve diğer peygamberlere Rableri tarafından verilene iman ettik. Onlar arasında bir ayırım yapmayız, biz Müslümanlarız, Allah’a teslim olanlarız, deyin.” (Bakara, 2/136).
Hz. İsa’nın havârilerinin cevabının “Şahit ol ki bizler Müslümanlarız.” (Âl-i İmrân 3/52) şeklinde ifade edilmesi de yine bu minvaldedir.
Görüldüğü gibi, Kuran-ı Kerim’de geçmiş ümmetlerle ilgili olan ayetlerde “müslim, müslimûn, müslimîn ve müslimeyni” gibi ifadeler kullanılmıştır. Lügat manası itibariyle “teslim olan, hakka tabi olan” manasına gelen bu kelime, Allah’a inananların her devirde ortak vasıfları olmuştur. O halde din olarak İslam, Hz. Adem’in yaratılışından itibaren gelen ve son peygamber Hz. Muhammed (asm) ile kemale ulaşmış, Allah katında hak din olarak kabul edilen dinin adıdır. Bu itibarla bütün elçiler aynı dinin, farklı zaman ve zeminlerdeki temsilcileridir.
Günümüzde İslam’ın yanında “semavi dinler” veya ataları Hz. İbrahim’e dayandırılarak “İbrahimî dinler” olarak adlandırılan Yahudilik ve Hristiyanlık her ne kadar farklı dinler olarak anılsa da bu dinler özlerinde yukarıda zikredilen İslam dininin mesajıyla insanlığa gelmiştir. Fakat zamanla tahrife uğramış ve özündeki bu saflığı yitirip asıl mahiyetinden uzaklaşmışlardır.
Allah bu dinleri, Yahudilik veya Hristiyanlık adı altında göndermemiştir. Kur’an-ı Kerîm dışındaki ilâhî kitaplarda o kitaba tâbi olacaklar için spesifik bir din adı konmamış, Yahudilik ve Hıristiyanlık gibi isimlendirmeler daha sonra ortaya çıkmıştır.
Kur’an-ı Kerim Yahudi ve Hristiyanlara hitap ederken “Ehl-i Kitap” (kendilerine kitap indirilenler) lafzını kullanarak bir dine, bir kitaba, ilahi vahiy mahsulü bir mesaja sahip olduklarını belirtmiştir.
De ki: “Ey Ehl-i kitap! Dininize ait konularda haksız yere haddi aşmayın. Daha önce gelip geçenlerden hem kendisi sapmış hem birçok insanları da saptırmış olanların ve şimdiki durumda da doğru yoldan sapan birtakım kimselerin heva ve hevesine uymayın. (Maide, 5/77)
Yukarıda zikredilen ayet ışığında Yahudi ve Hristiyanlara kitap indirilmesi ve Kur’an’ın bir dine sahip olduklarını belirtmesi sebebiyle bunlara semavi dinler demekte bir sakınca yoktur. Zira semavi olarak adlandırılmaları kendilerine semadan (Allah katından peygamberler aracılığıyla) kitap indirilmiş olmaları dolayısıyladır. Bu iki dine Semavi Dinler veya ataları Hz. İbrahim’e dayandırılarak İbrahimî Dinlerdemek bu dinlerin tahrif edilmediği manasına da gelmemektedir.
Yeryüzündeki diğer inanç sistemlerini tanımlarken Din kelimesinin kullanılmasında ise yine bir sakınca yoktur. Kur’an-ı Kerim’de Kâfirûn suresinde, Mekke müşrikleri ile alakalı;
De ki: “Ey Kâfirler!” “Sizin dininiz size, benim dinim de banadır.” (Kâfirûn 109/6) ayeti ile onların inançları için de din lafzı kullanılmıştır.
O halde ‘’Allah katında tek din İslamdır.’’ ayetine, ‘’Allah katından indirilen, herhangi bir tahrife uğramadan kıyamete kadar devam edecek olan ve O’nun katında hak olarak kabul edilen yegâne din İslam’dır.’’ Olarak mana vermek daha uygun olacaktır.