Müslim’in rivayet ettiği bir hadiste Allah Resûlü’nün hizmetçisi olma gibi en yüksek payeye ulaşan ve on sene ara vermeden kemal-i sadakatle bu hizmetini yürüten Enes İbn Mâlik diyor ki: “Aile fertlerine karşı, Hz. Muhammed’den (sallallahu aleyhi ve sellem) daha şefkatlisini görmedim.”
Evet, o kadar şefkatli, o kadar içten davranır ve öylesine açık hareket ederdi ki; O’nun gibi bir ikinci aile reisi ve baba göstermek mümkün değildir. Evet, herkes gibi O da bir insan olarak yaratılmıştı ama Allah (c.c.), insanlarla münasebet kursun diye O’nun kalbine bütün varlığa karşı derin bir alâka koymuştu. Ondandır ki, Allah Resûlü, hem aile fertlerine hem de diğer insanlara karşı görülmemiş bir alâka ile dopdoluydu.
Erkek evlatlarının hepsi daha önceden vefat etmişti. En son Mâriye Validemiz’den bir erkek çocuğu dünyaya gelmiş, o da yaşamamıştı. Allah Resûlü, onca önemli işlerinin arasında sık sık çocuğunun yanına gider, onu bağrına basar, öper, okşar, sever, kucağına alır, sonra da döner, evine gelirdi. Vefat ettiği zaman da yine onu kucağına alıp bağrına basıp gözleri dolu dolu hüznünü ifade etmişti. O’nun bu durumuna hayretle bakanlara da:
“Gönül mahzun olur, gözler ağlar; fakat inşallah Allah’ın dediğinden, Allah’ın hoşnut olduğundan başkasını söyleyemeyiz.” demişti ve ardından da dilini işaret ederek: “Allah şununla muâhaze eder.” buyurmuşlardı. Bir kere daha hatırlatalım; O, insanların en merhametlisi, en şefkatlisiydi. Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’i sırtına alır, dolaştırırdı. O seviyedeki bir insan çocuğu sırtına alır ve halkın içine öyle çıkar mıydı? O, alır ve çıkardı. Böyle yaparken de, onların gelecekte kazanacakları şerefi âdeta istikbal ederdi. Bir gün Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin sırtında iken hane-i saadetten içeriye Hz. Ömer girdi. Onları böyle şerefli bir yerde görünce “Ne güzel bineğiniz var!” dedi. Ve hemen Allah Resûlü şöyle buyurdu: “Ya ne güzel süvariler onlar!” Onlar bu meselenin şuurunda veya değildirler. Fakat Allah Resûlü onları işte böyle onore ediyordu. Bir başka defasında da Hz. Hasan’a: “Ne güzel bineğin var!” diyene karşı: “O da ne güzel binici!” cevabını yetiştirmişti.
Bir başka defasında, torunları omuzlarında çıkagelecek ve bizzat kendisi onlara şöyle diyecektir: “Altınızdaki bineğiniz ne güzel binek ve üstündeki yük olarak sizler ne güzel yüksünüz!”
O, evlat ve torunlarını böyle aziz tutmuş, onların kalbine taht kurmuş ve babalar, dedeler üstü bir sevgiye mazhar olmuştu. Allah Resûlü, her hususta olduğu gibi, çocuk terbiyesinde de daima orta yolu takip etmişti. Bütün evlatlarını, torunlarını canı kadar sever hem de bu sevgisini onlara hissettirirdi. Ne var ki, bu sevgisinin kötüye kullanılmasına da asla fırsat vermezdi. Zaten O’nun evlat ve torunları arasında, böyle bir davranışa yeltenen de yoktu. Ancak bilmeden yaptıkları hatalar karşısında, Allah Resûlü’nün takındığı bir tavır, o derin sevgiyi bir vakar buğusuyla sarar ve ılık bir görünümle onları şüpheli zeminde dolaşmaktan alıkoyardı. Mesela bir defasında Hz. Hasan veya Hüseyin, henüz yaşları çok küçük olduğu için elini sadaka hurmasına uzatır. Allah Resûlü hemen harekete geçer ve o hurmayı onun elinden alarak: “Bize sadaka hurması haramdır!” der. Daha o yaştan itibaren, onları harama karşı duyarlı yetiştirme, terbiyede dengenin güzel örneklerinden biri olsa gerek.
Medine-i Münevvere’ye her girişinde bindiği bineğin üzerinde, Allah Resûlü’ne sarılmış, birkaç çocuğu birden görmek mümkündür. Demek ki Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem) sadece kendi torunlarına karşı değil, hanesinde, hanesine yakın hanelerde ve daha ötede oturan bütün çocukları, kemal-i şefkat ve samimiyetle bağrına basıyor ve onların gönüllerini sevgiyle fethediyordu.
Evet, O’nun sevgi hâlesine dâhil olanlar sadece erkek evlat ve torunları değildi. O nasıl Hz. Hasan ve Hüseyin’i seviyordu, aynı şekilde torunu Ümame’yi de seviyordu. O kadar ki, bazen sokağa çıkarken Ümame’nin O’nun omuzlarında olduğu görülüyordu. Hatta, bazen kıldığı nafile namazlarda dahi Ümame’yi sırtında taşıdığı olurdu. Secde yapacağı zaman onu yere koyar, secdeden kalkarken de yine omzuna alırdı.
Allah Resûlü, Ümame’ye olan bu sevgisini öyle bir toplum ve cemiyet içinde izhar edip açığa vuruyordu ki, bu insanlar daha düne kadar kız çocuklarını diri diri gömüyorlardı. İşte böyle insanlar arasında, Allah Resûlü’nün kız torununa gösterdiği bu ilgi ve alâka, oldukça değişik ve o güne kadar kimsenin görmediği orijinallikte bir hareket tarzıydı.
Kaynak: Muhittin Akgül, 99 Soruda Efendimiz