Konunun fıkhi açıdan değerlendirmesine geçmeden önce, kısaca bireysel emeklilik sistemi hakkında bilgi verilmesi faydalı olacaktır. Bireysel emeklilik, mevcut kamu sosyal güvenlik sisteminin bir tamamlayıcısı olarak kurulmuştur. O, bilinen emeklilik sisteminden farklı olup, aslında bir yatırım ve tasarruf aracıdır. Bireysel emekliliğin gayesi, insanları çalışma hayatları süresince düzenli ve uzun vadeli tasarrufa yönlendirmek ve emeklilik dönemlerinde de, oluşan bu birikimler sayesinde ekonomik açıdan rahat etmelerini sağlamaktır.
Öncelikle sistem, gönüllülük esasına dayanmaktadır. Buna ilave olarak, 1 Ocak 2013 tarihinden itibaren devlet de, insanları uzun vadeli tasarrufa teşvik etmek için sisteme başvuranları desteklemeye ve yatırılan primlere %25 oranında katkıda bulunmaya başlamıştır. Fakat devletin bu yardımının tamamını almaya hak kazanabilmek için iki şart bulunmaktadır: On yıl süreyle sistemde kalmış ve 56 yaşını doldurmuş olmak. Bununla birlikte sistemde üç yıl kalındığında devletin vermiş olduğu katkının %15’i, altı yıl kalındığında %35’i, 56 yaşını beklemeden on yıl kalınıp çıkıldığında ise %60’ından faydalanmak mümkün olmaktadır. Fakat vefat ve malûliyet hallerinde devlet katkısının tamamı alınabilmektedir.
Bireysel emeklilik sistemine katılmak ve devlet teşvikinden faydalanmak için, piyasada faaliyet gösteren bireysel emeklilik şirketlerine başvuruda bulunmak gerekiyor. Bu şirketlerde çalışan uzmanlar, müşterilerin tercihleri istikametinde onlardan topladıkları fonları, faiz veya kâr elde etmek maksadıyla farklı finansal enstrümanlara yatırıyorlar. Başlıca yatırım fonları şunlardır: Vadeli mevduatlar, katılma hesapları, kıymetli madenler, repo işlemleri, hisse senetleri, kira sertifikaları, gayrimenkule dayalı varlıklar, borsa para piyasası işlemleri.
Yatırımcılar on yıl sistemde kalıp elli altı yaşını da doldurduklarında emekliliğe hak kazanmakta olup, yatırdıkları primleri kârı ve devlet katkısıyla birlikte ya toptan ya aylık maaş şeklinde ya da kendi belirledikleri bir takvime göre geri alabileceklerdir. Söz konusu süreyi doldurmadan sistemden çıkmak isteyen yatırımcılar da, o güne kadar birikmiş primlerini kârıyla birlikte geri alma hakkına sahip olmaktadırlar. Fakat devlet katkısı ve bu katkıya terettüp eden kârın sistemde kalma zamanlarına göre ancak bir kısmını alabilmektedirler. Üç yıl dolmadan sistemden çıkılması halinde ise devlet katkısından faydalanmak mümkün olmamaktadır.
2008 yılından önceki mevzuata göre, bireysel emeklilik fonlarının en az %30’unun faize yatırılması yani bunların devlet tahvili ve hazine bonosunda değerlendirilmesi zorunlu idi. Fakat 12 Ocak 2008 tarihinden itibaren bu şart kaldırılmış oldu. Bu yüzden günümüzde faizli bankaların kurmuş oldukları bireysel emeklilik şirketlerinin yanı sıra, katılım bankaları da fıkıh heyetlerinin verdikleri fetvalar istikametinde bu alanda faaliyet göstermeye başlamıştır. Fakat belli şartlar altında bireysel emekliliğe fetva verenlerin yanında, İslâm hukukunun ilkelerine uymadığı gerekçesiyle bu sisteme karşı çıkanlar da bulunmaktadır.
Bireysel emeklilik sistemi fıkhî açıdan değerlendirilirken üzerinde durulan temel konu, emeklilik yatırım fonlarının içeriğidir. Zira yukarıdaki açıklamalardan da anlaşılacağı üzere, toplanan primlerin yatırım yapılacağı fonların bir kısmı faizli, bir kısmı ise faizsiz araçlardan oluşmaktadır. Şer’î ölçülere göre, bireysel emeklilik sisteminin caiz olmasının öncelikli şartı faizden uzak olmasıdır. Bu açıdan fıkıh uzmanları söz konusu yatırım fonlarını inceleyerek bunlar içinde faiz bulunmayanları tespit etmeli ve İslâm’a göre meşru yoldan kazanç sağlamak isteyen ve müşterilerine de bu vaatte bulunan şirketleri buna göre yönlendirmelidir.
İkincisi ise, yapılan akitte anlaşmazlığa sebep olacak bir cehalet ve belirsizlik bulunmamalıdır. Yani yatırılan ve daha sonra alınacak olan paranın miktarı ve zamanı belirli olmalıdır. İşte bu noktada bazı İslâm hukukçuları, bireysel emeklilikten çıkış zamanına göre alınacak paranın net olmadığı dolayısıyla da sistemde cehalet bulunduğu gerekçesiyle bireysel emekliliğin caiz olmadığını ileri sürmüşlerdir. Ne var ki burada bir cehalet bulunduğu kabul edilse bile, bunun taraflar arasında anlaşmazlık ve nizaa sebebiyet verecek ölçüde çok olmadığı kanaatindeyiz. Zira daha baştan yapılan anlaşma şartlarında bununla ilgili pek çok düzenleme getirilmiş ve muhtemel durumlar göz önünde tutularak yapılacak ödeme ve kesintiler belirtilmiştir.
Bireysel emekliliğin hükmü değerlendirilirken nazar-ı itibara alınan diğer bir konu da devlet katkısıdır. Daha önce de belirtildiği gibi devlet, sisteme dâhil olan yatırımcılara %25 oranında katkıda bulunmaktadır. Bazıları devletin kazançları içinde meşru olmayan gelirler bulunduğunu öne sürerek bu katkıyı almanın caiz olmayacağını ileri sürmektedirler. Fakat devletin yaptığı bu yardımların doğrudan haram paradan yapıldığı bilinmediğinden ve yine devletin gelirlerinin de çoğunluğu haram kazançlardan oluşmadığından ötürü, devletin bu yardımını almanın haram olduğunu söylemek doğru değildir.
Netice itibarıyla bireysel emeklilik sistemini değerlendirirken yukarıdaki ilkelerden hareket edilmesi gerekmektedir. Yani ödenen primlere faiz karıştırılmıyor ve sistem, taraflar arasında nizaa sebebiyet verecek ölçüde bir cehalet ve belirsizlik içermiyorsa, İslâm hukukuna göre meşrudur. Nitekim konuyla ilgili görüş beyan eden İslâm hukukçularının genel kanaati de bu yöndedir. Dolayısıyla bu sisteme girmek isteyen Müslümanlar, bireysel emeklilik şirketinin topladıkları paraları hangi fonlarda kullandıklarını araştırmalı, söz konusu şirketin faize bulaşmadığından emin olmalı ve buna göre karar vermelidirler.