Bazı müminler, meydana gelen hadiselerin şokuyla bazen kaderi ilâhîyi tenkit işmam eden düşüncelere giriyor; yakışıksız sözler söylüyorlar. Amerika’da meydana gelen 11 Eylül hadisesinden sonra terörün Müslümanlara fatura edilmesi ve inanan herkesin maznun haline gelmesi üzerine de aynı yanlışlığa düşenler oldu. Benim saygısızlık olmasından korkarak ağzıma alamayacağım bir takım sözlerle bazı ayet ve hadis-i şerifler hakkında şüpheler dile getirildi. “Biz böyle ummuyorduk.. ümid ediyorduk ki, Müslümanlar da dünya düzeni adına söz sahibi olsun, ezilmesin.. bekliyorduk ki, salihlere yapılan vaadler yerini bulsun.” türünden itiraz ve şüpheler seslendirildi. Ye’s bataklığına düşüldü.
Evvelâ, yeis her hayırlı işin önünde bir engel, bir mânidir. Şartlar ne olursa olsun müminler ümitsizliğe düşmemelidir. Onlar bilmelidir ki, Cenâb-ı Hakk’ın ekstra lütufları da olur. Şimdiye kadar ki pek çok hayırlı ve bereketli iş, sırf bir lütfu ilahî olarak gerçekleşmiştir. Müminler kendi vazifelerini edâ ederlerse, Allah Teâlâ lütuflarını kesecek, onları yüzüstü bırakacak değildir.
Fakat, bir büyük misyonun hakîkî temsilcilerine takdir edilmiş bir plaket, bir madalya ya da bir lütuf o temsilcilerden başkalarına verilmez ki. Şampiyonluk madalyası ipi ilk göğüsleyene takılır. Eğer biz hakîkî imanı elde etmiş ve imanın gereğini yerine getirmiş olsaydık, has müminler için takdir edilen mükafatı elde edebilirdik. Küçük bir kısmı istisna edecek olursak, bugünün Müslümanları olarak bizler taklitte takılıp kaldık, tahkîke ulaşamadık. Pek çoğumuzda bir çeşit iman problemi var. Biraz temkinli konuşmaya çalışsam da demeden edemeyeceğim malesef büyük bir çoğunluğun şöyle böyle ve azbuçuk da olsa iman problemi var. Mektepte, tekkede, medresede ve hatta Kâbe’de tavafta da olsak bazılarımızın iman problemi var.
Oysa biz bütün düşünce, söz ve tavırlarımızı O’na göre belirlemeliydik. O’na göre davranmalı, sesimizi, sözümüzü O’na göre ayarlamalıydık.. O’nu görüyor ve duyuyor gibi yaşamalıydık. Recâizâde’nin bir yerde dediği gibi teşbihe takılmamaya dikkat ederek “Nerede ayakların yüzümü süreyim.” duygusuyla dopdolu olmalıydık. Başımız desti Kudret tarafından okşanıyor gibi hissetmeli, fakat teşbih ve tecsime düşme korkusuyla hislerimize hakim olmaya çalışmalıydık. “Künhü Bâri, nâkâbili idrâktir.” diyen Geothe’den daha ileri giderek, O’nun idrak edilemeyeceğini dille beraber kalbimizle ilan etmeli; ama gönüllerimizi de bir beyti Hüdâ olarak, Sahibi’nin nüzul eylemesi için daima hazır bulundurmalıydık.
Günümüzün müminleri tahkîki imana sahip olursa, hakîkî müminlere vadedilen nimetler, onlar için de geçerlidir. Yoksa, iman ve salih amel sırrına erememiş insanların nimet beklentileri ve ihsan ummaları sadece bir kuruntu ve ümniyeden ibaret kalır.
Kaynak: Sohbet-i Canan, “Biz gönülden inandık mı?…”