Gençlerimizden bazı sorular alıyoruz; dinle ilgili zihinlerini kurcalayan birtakım konularla ilgili sorular. Onların düşüncelerine kıymet verilmeli ve bütün soruları cevaplanmalı. Ama bunun öncesinde, düşünmenin metodolojisiyle yani düşünürken nelere dikkat etmeleri gerektiğiyle ilgili bazı hususların üzerinde durmalıyız. Sözüm, düşünen genç dimağlara…
Genç kız, genç adam,
Sana ilk söyleyeceğim şey, düşünmeye, okumaya, araştırmaya devam et, düşünmekten korkma. Bir insan düşündüğünde aklına türlü soruların, farklı fikirlerin gelmesi gayet normaldir. Bu, insanı dinden çıkarmaz. Allah Kur’an’da defalarca “Düşünün, aklınızı kullanın!” diyor. Bizi yaratan, tabir caizse aklımızın kodlarını yazan zat, insan aklının, düşündüğünde nerelere gidebileceğini bilmez mi? Düşünen bir insanın aklına farklı şeylerin gelmesi gayet normaldir, düşüncenin doğası budur. Şu kadarı var ki, büyük konular düşünülürken insanın hemen ilk bakışta o konuyu kuşatamayabileceğini hesaba katması gerekir. Bazı konular insanın zihninde zamanla pişer. Zira bazı meseleler vardır, sınırları bellidir, onda net bir neticeye ulaşabilirsiniz. Yine de bu, meselenin çapına göre az veya çok zaman alabilir. Bazı meseleler de vardır ki onu değerlendirenlerin bakış açıları, yorum ve değerlendirmeleri devreye girer. Bu gibi meselelerde tek bir doğru da olmayabilir. Herkesin bakış açısı kendisine bir doğru gösterir ve onun açısından ya da işin ona bakan yönüyle o onun için “doğrudur”. Ya da bazen tek bir doğru vardır da o doğrunun ne olduğunu -işin tabiatı itibariyle- kimsenin net olarak bilmesi mümkün değildir. Sonuç olarak yine bir önceki durum ortaya çıkar, konu hakkındaki hüküm, yorumlara emanet kalır.
Örneğin hukuki pek çok mesele bir yönüyle böyledir. Mesela bir suç için belirlenecek para cezasının miktarını ele alalım. Bu hususta tek bir doğru yoktur. Varsa da Allah’tan başka kimse bilmez. Kanun yapıcılar, pek çok veriyi kullanarak buna bir miktar takdir ederler. Ama bir başkası aynı verileri kullanarak başka bir miktarın daha uygun olacağını her zaman söyleyebilir. Hiçbiri diğerini kesinkes ikna edemez, zira bu, çerçevesi kesin hatlarla çizilebilecek bir mesele değildir. Bunlardan hareketle şunu söyleyebiliriz: Bazı meselelerde çok farklı görüşlerin ortaya çıkması gayet normaldir ve o meselenin tabiatı böyle ister.
Sana, düşünürken işine yarayabileceğini düşündüğüm birkaç kriter vermek istiyorum:
- Yukarıda da söylediğim gibi, bir kısım konularda neticeye ulaşmanın kısa bir düşünce aksiyonuyla olmayacağını, işin bildiğin yönleri olduğu gibi bilmediğin yönleri de olabileceğini hiçbir zaman hatırından çıkarmamalısın. Bu, seni, yeterince bilgin olmayan konularda kolaydan hükme varmaktan korur. Çünkü yeterince bilgi sahibi olunamayan konularda varılacak hükümlerin hatalı olma ihtimali büyüktür. (Zihninde bazı hükümlerin, bazı görüşlerin oluşması normaldir, bunları kastetmiyorum. “Bu böyledir. Demek şu doğru, şu yanlıştır.” şeklinde vereceğin ve üzerine bir düşünce bina edeceğin nihai hükümleri kastediyorum.)
- Henüz ömrünün başlarında olduğunu, Allah izin verirse yaşayacak çok şeyin olduğunu unutmamalısın. Büyük meseleler insanın zihninde zamanla gelişip olgunlaşır. Bunda, hayatta yaşanacak tecrübelerin de büyük rolü vardır. İnsan, hayatının ilk yıllarında pek çok şey düşünür, pek çok şey hisseder. Düşünce, hiç ertelenmemesi gereken bir faaliyettir. Ama ilerleyen yaşlarda bu düşüncelerimizin pek çoğu değişir, hayat insana değişik bakış açıları verir. Bu yüzden kendine zaman tanı. Düşünmeye devam et ama “Nihai hükme ulaştım!” deme konusunda acele etme. Bu daha doğru, daha objektif olacaktır. O zamana kadar da Allah’a, Peygamber’e, dine dayan, tutun; görüşüne itimat ettiğin insanların görüşlerini benimsemeyi de küçüklük sayma. (Bu konuda Bediüzzaman ve Descartes’ın tecrübeleri çok manidardır. Onlar, “her şeyi” sorguladıkları fikrî yolculukları esnasında bir boşluğa düşmemek için mutlaka tutundukları bir dalın olduğundan bahsederler.) Bu, insana bir yönüyle bir rahatlık verir. Zira hayat uzun bir süreçtir. Düşünce önemlidir ama hayatın tek dinamiği değildir. İnsan, ömrünü ekonomik kullanmalıdır. Düşünecek, yapacak çok şey var ve bunlar için de önünde uzun bir yol var. Her şeyi bir anda çözmek, anlayabilmek bir insan için mümkün değildir. Önündeki uzun yolculuğu safha safha planlayabilmeli, her safhaya azami işler sığdırmaya çalışmalı ama bunu yaparken insani realiteleri de görmezden gelmemelisin.
- Teoriyle pratik her zaman aynı olmaz. İnsan, zihninde bir teori geliştirir ama ancak pratiğe döktüğünde onun tam mahiyetini keşfedebilir. Bununla teorisindeki boşlukları görme imkânı bulur, hatta belki tamamen o teoriyi rafa kaldırır. Bu açıdan, bizim zihnimizde çevirdiğimiz, teori haline getirdiğimiz hatta plan ve proje aşamasına geçirdiğimiz pek çok şeyin pratikteki karşılığı bizim zihnimizdeki gibi olmayabilir. Düşünürken bunları da nazara almak gerekir.
- Pek çok mesele vardır ki insan tek başına bunları zihninde bir çözüme ulaştıramaz. Hepimizin kendimize özel bilgi birikimimiz, uğraş verdiğimiz bir alanımız, düşünce kodlarımız, bakış açılarımız var. Bunlar bizim görüşlerimizi, yargılarımızı belirleyen unsurlar. Bazen zihnimiz bir şeye takılır da onu bir türlü aşamaz, onu o konudaki tek veri zanneder ve hükmünü onun üzerine bina eder. Halbuki onun bir veya daha çok alternatifi vardır, o tek veri değildir veya yanlıştır ya da en azından içinde hükme tesir edecek bir yanlış barındırıyordur. İnsan bazen böyle bir şeye takılır kalır da tüm meseleyi onun üzerine bina eder. İşte orada, bir başkasının söyleyeceği bir şey insanın ufkunu açar, konuyu o dar alandan çıkartıp geniş bir alana taşır. İnsan ne kadar zeki olursa olsun bu durum kaçınılmaz gibi bir şeydir. Bu bakımdan, bu tür konuları kendisiyle konuşacağın, bilgi ve birikimine, akıl ve muhakemesine, tutarlı düşündüğüne itimat ettiğin birileriyle beraber düşünmeyi, konuşmayı, tartışmayı ihmal etme.
- Gençlik, insanın duygularının çok öne çıkabildiği, düşüncesini önemli ölçüde etkileyebildiği bir dönem. Dolayısıyla bu yaşlarda bize düşünce gibi görünen pek çok şey aslında salt düşünce olmayabilir, bizim bazı konulara karşı duyduğumuz tepkilerimiz, içimizde birikmiş bazı hisler, sevinçler, öfkeler ya bize düşünce suretinde görünür ya da en azından fikirlerimize boyasını çalar, görüşümüz şekillenirken bakış açımızı etkiler. Bu yüzden, kendine zaman tanı. Kendini bir dedektif gibi kabul et; çözmeye çalıştığın bir davada bazı veriler elde etmişsin, bazı tanıkları dinlemişsin ama henüz yeterli delilleri toplayamamışsın gibi düşün, hüküm vermekte acele etme.
- İnsan bazen düşünürken sadece problemli şeylere bakar, onları görür, o anda ona sanki her şey problemliymiş gibi görünür. Bu, sıkıntılı bir bakış açısıdır. Evet, problemli şeylere gözü kapatmamalı, onları anlamaya, çözmeye çalışmalı ama problemleri gördüğü aynı anda genele bakmayı da ihmal etmemeli. Konu farklı ama misal olabileceğini düşündüğüm bir tecrübemi söyleyeyim. Ben araba kullanırken yola baka baka bazen hipnoz oluyor gibi hissederim. Belki çok insanda oluyordur. O anda sanki dünya o yoldan, önümdeki arabadan, arabalardan, yoldaki çizgilerden ibaret gibi gelir, nazarım daralır, uykum gelir. Bu durumu fark ettiğimde hemen başımı kaldırıp sağa sola, göğe, yolun etrafındaki evlere, tarlalara vs. bakarım. (Tabii yoldan gözümü tamamen ayırmadan) Bu beni içinde bulunduğum o darlıktan kurtarır, rahatlatır, uykumu kaçırır, yoluma devam ederim. Bunun gibi, din de, imani meseleler de sana problemli görünen, henüz bir cevap bulamadığını düşündüğün meselelerden ibaret değildir. Koskocaman bir bütünün bazı yanlarıdır sadece. Bununla, bu tür konulara gözümüzü kapatalım, cevap arayışında olmayalım demek istemiyorum, baştan itibaren sözlerimi dikkatle takip ettiysen maksadımın bu olmadığını anlamışsındır. Söylemek istediğim şu; sadece problemlere bakmak, insanı bir darlığa hapseder. Böyle olduğunda önce genele tekrar bakabilmeli, o mahbesten bir sıyrılmalı. Sonra o konuların cevaplarını araştırmaya, bilgi birikimi buna uygun insanlarla görüşmeye, buna dair yazılmış eserler varsa okumaya devam etmeli ama bütüne bakmayı, bütünü görmeyi kesinlikle bırakmamalı. Bir gözümüz daima bütünde olmalı. Bize o esnada olumsuz gibi görünen şeylerin yanında, kocaman bir değerler manzumesinin karşısında olduğumuzu da görebilmeli. Güzel bir tablonun karşısına geçip seyrederken, onun bir yerindeki fırça kayması gözümüze çarptığında bu bize o sanat eserinin umumi güzelliğini unutturmamalı.
- Tarihî hadiselere bakarken, öncelikle tamamen bugünle kıyas etme yanlışına düşmemeli. Öte yandan, hadisenin her yönüyle bize intikal etmemiş olabileceğini unutmamalı. Tarih çoğu zaman hadiselerin her yönünü yazmaz, yazamaz. Hele hadiselerin sebeplerine girdiğinde tarihçinin yorumları da devreye girer. Zaten sosyal hadiselerin tek bir sebebi olmaz. Biz belki bir veya birkaç sebebini görürüz ama bizim görmediğimiz belki kimsenin de fark etmediği başka yüzlerce sebep vardır. Dolayısıyla insan düşünürken hep bu ihtimalleri nazara almalı, vereceği hükmün bir yanını açık bırakabilmeli, bilmediğim, görmediğim şeyler olabilir diyebilmeli. Objektif ve adil hüküm böyle olur.
- İnsan aklı, her şeyi bilip değerlendiremediği gibi, bildiği her şeyi de tam kuşatamaz. Bu, aklı hafife alma, küçümseme değil, onun mahiyetini tam anlayabilme ve onu olduğu yere koyabilmedir. Aksine, her meselenin çözümü akılla olur demek, bizi kuşatan tüm hakikatleri görmemek demektir. Pek çok mesele vardır ki orada akıl, sadece o meselenin makuliyetini belirler, ona zemin açar, bu da olabilir der ama mahiyetini belirlemeye kudreti yoktur. İşte orada başka bilgi kaynakları devreye girer. Düşünme, insanın önemli bir yönüdür ama her hakikate salt zihnî faaliyetle varamayız. Bunu belirleyebilme önemlidir. Diğeri, yani her şeyi akılla çözerim düşüncesi, safça bir iddiadır, en başta akla aykırıdır; aklı olan, hayatını iyi süzen bir insanın söyleyeceği söz değildir. Eski felsefeciler, bilgi kaynaklarını üçe ayırırlar: Akıl, duyular ve haber (birinin söylemesi, haber vermesi). Mesela görme duyumuzla ulaştığımız bir bilgi, örneğin, karşımızda gördüğümüz bir ağaçtan hareketle orada bir ağacın olduğu bilgisi, akılla ulaştığımız bir bilgi değildir ama aklımız bunu kabul eder. Aynı şekilde, haberle ulaştığımız bilgiler vardır. Mesela filan ülkenin başkanının filan kişi olduğu, seçimlerde filanla yarışıp onu filan oy oranıyla geride bıraktığı bilgisi, bizim aklımızla ya da duyularımızla ulaştığımız bir bilgi değildir. Biz bunu, bize bunu haber veren kaynaklardan öğreniriz. Bu, akılla ulaştığımız yani aklî bir bilgi değildir demek, bu makul değildir anlamına gelmez. Evet bu bilgiye biz aklımızla yani muhakeme kabiliyetimizle değil, başka bir bilgi kaynağını kullanarak ulaşırız ama aklımız bunu kabul eder. İşte bu, aklın alanını belirleme yani aklı ve insan hayatında düşüncenin rolünü anlayabilme, her şeyi yerli yerine koyabilme ve her şeyden olması gerektiği şekilde istifade edebilme demektir. Aynı zamanda akıl, insanın sahip olduğu tek latife de değildir. Bunun yanında bir de kalp dediğimiz bir latife vardır. Biri düşüncenin merkezi, biri de inançlarımızın. Bunlar birbirini tamamlar. Biri birisiz yolda kalır. Kalp, hakikatlerle ilgili analitik çözümler sunmaz, orası aklın alanıdır. Ama bazen akıl bir yerde takılır kalır, orada kalp devreye girerek insana o tümseği aştırır. İnsanın düşünce yapısı daha ziyade akılla irtibatlı görülse de bu, düşünceyi yarım ve akim bırakır. Düşüncenin kemale ermesinde kalbin de devrede olması bir şarttır.
Son olarak şunu söyleyeyim: Bazı gençlerimiz, aklına gelen sorulardan ve bu sorulara henüz kendini tatmin edecek bir cevap bulamamalarından hareketle kendilerini dinden çıkmış, imanını kaybetmiş zannediyorlar. Korkmayın, iman öyle tüy gibi hafif bir şey değildir, ufak bir esintiyle uçup gitmez. Başta da söylediğim gibi, bize düşünmemizi Allah emrediyor. Düşünme insanı nerelerde dolaştırır bilmez mi sanıyorsunuz? İşte daraldığınızda, kafanızı bu tür netameli konulardan kaldırın, geneli görün, dünyaya bakın, gözlerinizi göklerde gezdirin. Kocaman bir kâinatta, kocaman bir sistemin içinde binbir güzellikler içinde yaşıyoruz. Evet, bu arada ayağımıza bir diken batınca bütün dünyayı unutur ona yoğunlaşırız da gözümüzden bütün her şey bir an için silinir gider. Ama o an geçicidir, o anki duygularımız bize hayatta yaşadığımız, yaşayacağımız başka şeyleri unutturmamalı. O an vereceğimiz hüküm problemlidir, duygularımız, düşüncemizi etkiler. Ancak dünya, o dikenden, ayağımızdan, bizden ve bizim yaşadığımız şeylerden çok daha büyüktür. İnsan çoğu zaman, farkına varmadan kendini dünyanın merkezine yerleştirir, her şeye oradan bakar. Halbuki bu doğru değildir. Yanlış bakış açısı insanı yanlış hükümlere götürür.
Şimdiye kadar söylediğim şeyleri özetlemeye çalışarak sözlerimi sonlandırayım:
Düşünmekten korkmayın. Ama aklınıza gelen şeylerden çok daha fazlasının olabileceğini de unutmayın. Tek başınıza her yükün altından kalkamazsınız, bilgisine ve düşünce selametine güvendiğiniz birilerini bulun ve onlarla müzakerelerde bulunun. Duygularınızın, içinizdeki tepkilerin düşünce suretinde kendini gösterebileceğini unutmayın. Çözemediğiniz şeylerle karşılaştığınızda kendinizi rahatlatmasını da bilin, Allah’a sığının. O tevekkülün, o teslimiyetin hem içinizi rahatlatacağını hem de çözemediğiniz bazı şeylerin çözümünün orada olduğunu göreceksiniz. Bu kolaycılık değildir; aksine, insanın sınırlarını keşfetmesidir, gücünün kudretinin neye yettiğini, neye yetmediğini bilmesidir, yetmediği yerde gücü yeten birinden yardım istemesi kadar insani bir şeydir.