Alışverişlerde ve borç alıp vermelerde gündeme gelen önemli konulardan biri de enflasyon farkıdır. Bir alışveriş yapıldıktan veya bir borç verme işlemi gerçekleştikten sonra, ödeme gününe kadar paranın değerinin düşmesi ya da çıkması durumunda alacaklının veya borçlunun zarara uğrama ihtimali vardır. Bu zararın miktarını önceden belirlemek ya da tahmin etmek, özellikle dalgalı seyreden ekonomilerde mümkün değildir. Bu noktadan hareketle borçlanmalarda meydana gelen ve gelmesi muhtemel olan bu zarar telafi edilmeli midir, telafi edilecekse bunun şekli ve metodu ne olmalıdır şeklinde sorular akla gelmektedir.
Öncelikle genel kuralı hatırlatalım: Bir borç, baştan belirlenen miktar ne kadarsa o kadar ödenir. Bir insan yaptığı alışverişten doğan on ay vadeli 1000 liralık borcunu, vadesi geldiğinde 1000 lira ödemelidir. Bir yıl sonra ödemek şartıyla 1000 lira borç alan bir kimse, vadesi geldiğinde borcunu 1000 lira olarak vermelidir. Aynı şekilde 1000 lira borç alan bir kimse, ödeyeceği zaman onu 1000 lira olarak ödemelidir.
Kural böyle olmakla beraber, enflasyonun yüksek ve dalgalı olduğu ülkelerde ödeme dönemindeki ödenen miktarın nominal (üzerinde yazılı) değeri değişmese de reel değeri ve alım gücü mutlaka değişir. Enflasyon düştüğünde paranın değeri yükselir, enflasyon yükseldiğinde ise paranın değeri düşer. Enflasyonun sebebi ister piyasadaki paranın miktarı ister o paranın devir hızı isterse faiz oranının artması gibi başka bir şey olsun, neticede o, paranın değerine olumsuz manada tesir etmektedir. Mesela enflasyon oranının yüzde yirmi olduğu bir ülkede, bir yıl önce borç alınan 1000 liranın gerçek değeri (alım gücü), bir yıl sonra ödeneceği zaman 1200 liranın alım gücüne eşdeğerde olur. Bu durumda borçlu borcunu 1000 lira olarak ödese, alacaklıyı 200 lira zarara uğratır. Paranın değer kazandığı durumlarda ise bunun tersi yaşanır ve bu defa da borçlu zarara uğrar.
Bu problemi ele alan fıkıh âlimlerimiz konuyla alakalı bazı içtihatlarda bulunmuşlardır. Bu içtihatların çoğunluğu, borcun yazılı olarak belirlenmiş olan nominal değerle ödenmesi yönündedir. Yani bir kimse 1000 lira borç almışsa veya yaptığı alışverişte 1000 lira borçlanmışsa o kimse borcunu ne zaman öderse ödesin 1000 lira öder.[1]1 Hıraşî, Şerhu Muhtasar-ı Halîl, 5/55; Remlî, Nihayetü’l-muhtâc, 4/228; İbn Kudâme, el-Muğnî, 4/244; Ayrıca bkz: Beşir Gözübenli, Günümüz Faiz ve Finansman Problemleri, s. … Okumaya devam et
Bu genel görüşün aksine Hanefilerden İmam Ebu Yusuf, Abbasiler zamanında baş kadılık görevinde bulunmuş , bu münasebetle pek çok problemle karşı karşıya kaldığından dolayı farklı bir içtihatta bulunmuştur. Ona göre borcun, borçlanmanın gerçekleştiği tarihteki değerine göre ödeme yapılmalıdır.[2]2 İbn Abidin, Reddü’l-muhtar, 4/534. Yukarıdaki misal üzerinden devam edecek olursak, yüzde yirmi enflasyonun olduğu bir ülkede, bir yıl önce 1000 lira borç alan kişi, bir yıl sonra bunu 1200 lira olarak ödemelidir. Çünkü bir yıl önceki 1000 liranın alım gücü, yani değeri, bir yıl sonra 1200 liraya karşılık gelir. Burada miktarlar eşit olmasa ve şeklen bir faiz oluşsa da paranın değeri açısından bakıldığında eşit değerde ödeme yapılmış olur.
Alınan borcun aynı miktarda geri ödenmesi gerektiğini belirten ve çoğunluğu oluşturan âlimlerin az önceki görüşleri ele alınırken o âlimlerin yaşadığı zamanın şartlarını göz önünde bulundurmak gerekir. Zira o dönemde tedavülde olan altın ve gümüş paraların değeri çok fazla değişmiyordu. Değişse de bu, itibara alınacak bir miktara ulaşmıyordu. Sonradan yapılmaya başlayan bakır, demir ve diğer madenlerin karışımından oluşan paralar (fülüs) genelde küçük işlemlerde kullanılıyordu. Bunların meydana getirdiği değişiklikler ise yine dişe dokunur miktarda değildi. Fakat daha sonra fülüs ve kağıt paralar tedavüle girip altın ve gümüşü temsilen piyasada yer almaya başlayınca, bunlardaki değer değişimi ulemayı meşgul etmeye başladı.[3]3 Nihat Dalgın, Gündemdeki Tartışmalı Konular -2, s. 417.
İmam Ebu Yusuf’un az önceki içtihadında da diğer âlimlerde olduğu gibi o zamanda yaşanan örfün ve şartların büyük tesiri vardır. Zira onun döneminde, altın ve gümüşle beraber madenlerden yapılmış fülüs adı verilen paralar kullanılıyordu. Hem taşıma hem de güvenlik açısından fülüslerin avantajı daha büyüktü. Ancak fülüslerin değerinde meydana gelen değişmeler İmam Ebu Yusuf’u düşündürmüş ve neticede onu söz konusu içtihada sevk etmiştir. Onun bu içtihadına göre fülüslerle yapılan borçlanmalar, dirheme endeksli yapılacak, ödeme gününde dirhemin değerine eşit miktarda fülüs ödenecekti. Bu içtihad daha sonra Hanefî mezhebinin genel görüşü olarak kabul edilmiştir.[4]4 İbn Abidin, Reddü’l-muhtar, 4/534.
Burada dikkatimizi çeken husus, İmam Ebu Yusuf’un fülüsü dirheme (gümüşe) endekslemesidir. – Gümüşe endeksleme, gümüşün bugünkü düşük değerine bakarak yadırganmamalıdır. Zira o dönemde gümüşün piyasadaki gücü de altın gibiydi. Dolayısıyla gümüş yerine altın da olabilirdi.- Çünkü altın ve gümüş zatî değeri olan paralardır. Eski çağlardan beri para ve ticaret işlerinin dayandığı en temel değerler altın ve gümüş olmuştur. Bu ikisi, yaratılıştan değerlidir ve İslam Hukuku’nda da hılkî (yaratılıştan) para olarak kabul edilmiştir. Diğer bir ifadeyle altın ve gümüş, hem mal olarak hem de para olarak kullanılabilmektedir.
Fülüs, banknot, kâğıt para gibi sonradan tedavüle sokulan paralar ise maddi değeri olmayan, mal olarak kullanılamayan, altın ve gümüşün değerini temsil eden itibarî paralardır. Yani bunların değeri, üzerlerinde yazılan miktara dayalı olarak tamamen itibari bir değerdir. Kendisinden yapıldıkları demirin, bakırın, kâğıdın değeri ya yoktur ya da yok denecek kadar azdır. Dolayısıyla İmam Ebu Yusuf, itibarî değere sahip olan paranın yapısından kaynaklanan değer kaybını, zatî değeri olan altın ve gümüşe endeksleyerek gidermiş olmaktadır. Böylece borçlu da alacaklı da mağduriyet yaşamamış olur. Zaten fülüs cinsinden olan paralar revaçta oldukları müddetçe her bakımdan altın ve gümüş gibi kabul edilmişlerdir. Zira onları temsilen piyasada bulunmaktadırlar.[5]5 Beşir Gözübenli, Günümüz Faiz ve Finansman Problemleri, s. 136.
Bu değerlendirmelerin ışığında, günümüzde bu konuda yaşanan problemlerin çözümü için denebilir ki, yapılan borçlanmalar zatî değeri olan altın gibi bir şeye endekslenerek yapılmalıdır. Böylece şeklen de olsa bir faiz şüphesinden ve iki taraftan birinin zarara uğrama ihtimalinden kurtulmuş olunur. Burada şöyle bir itiraz akla gelebilir: Altında bugün ciddi anlamda dalgalanmalar olabiliyor. Çok yükseldiği takdirde borç alan kişi mağdur olmaz mı? Bu şekilde borçlanmanın diğer bir faydası da borç verme gibi sevabı yüksek bir hasletin toplum içinde yayılmasına vesile olmasıdır. Çünkü zarara uğrayacağını düşünen hiç kimse başkasına borç vermek istemez. Bu da Müslümanlar arasındaki borç vererek muhtaçların yardımına koşma ahlakını ciddi manada tahrip eder.
Günümüzde borçlanmalar zatî değerinin olması yönüyle altına endekslenerek yapılabilir. Altın yerine gümüş de olabilirdi. Fakat bugünkü piyasalarda gümüş, altın kadar belirleyici bir değere sahip olmadığından dolayı bu mümkün görünmemektedir. Borçlanmaları altına endekslemedeki maslahattan yola çıkarak günümüzün piyasa belirleyici ölçülerinden olan Dolar ve Euro’ya endeksleyerek de borç ilişkisine girilebilir. Zira bunlar bütün dünyanın kabul ettiği maddî değer ölçüleridir.
Eğer başlangıçta buna dikkat edilmeyerek para üzerinden bir borçlanma gerçekleşmişse, bu durumda da şunlar söylenebilir. Eğer borçlanılan para miktarı yüksek değilse ve borç ilişkisinin üzerinden paranın değerini ciddi ölçüde etkileyecek kadar bir süre geçmemişse, şüpheden uzak durma adına herhangi bir arttırma, eksiltme veya endekslemeye gitmeyerek doğrudan alınan miktar üzerinden bir ödeme yapılabilir. Mesela bugünün şartlarına göre borç olarak verilen 1000 liralık bir borcun, üç beş ay sonra geri alınırken yine aynı miktarda alınması, insaniyet açısından daha uygun olur.
Fakat yüksek miktarda bir borç ilişkisi söz konusuysa ve paranın üzerinden de onun alım gücüne ciddi etki edecek ölçüde uzun bir süre geçmişse, bu durumda alınan paranın olduğu gibi geri ödenmesi alacaklıyı ciddi zarara uğratır. Bu sebepledir ki söz konusu paranın verildiği günkü değerinin hesaplanarak, ona göre bir ödeme yapılması adalet ve hakka uygun bir davranış olur. Tam olarak bunun tespiti zor olsa da, altın fiyatı ve temel kuru gıda fiyatları gibi bir kısım ölçülerden yola çıkılarak böyle bir hesaplama yapılabilir. Her ne kadar böyle bir işlem fakihler arasında ihtilaflı olduğundan bir kısım şüpheler içerse de, enflasyon oranının yüksek olduğu ülkelerde meydana gelen borçlanmaların hak ve adalete uygun bir şekilde ödenmesi adına böyle bir yol takip edilmesinde ihtiyaç ve zaruret bulunmaktadır.
**
Aşağıdaki linklere de bakabilirsiniz:
- Geciken Borcun Ödenmesi
- Enflasyonun olduğu günümüzde alınan paralar iade edilirken nasıl hareket edilmelidir?
Dipnotlar
⇡1 | 1 Hıraşî, Şerhu Muhtasar-ı Halîl, 5/55; Remlî, Nihayetü’l-muhtâc, 4/228; İbn Kudâme, el-Muğnî, 4/244; Ayrıca bkz: Beşir Gözübenli, Günümüz Faiz ve Finansman Problemleri, s. 148-153. |
---|---|
⇡2 | 2 İbn Abidin, Reddü’l-muhtar, 4/534. |
⇡3 | 3 Nihat Dalgın, Gündemdeki Tartışmalı Konular -2, s. 417. |
⇡4 | 4 İbn Abidin, Reddü’l-muhtar, 4/534. |
⇡5 | 5 Beşir Gözübenli, Günümüz Faiz ve Finansman Problemleri, s. 136. |