Mantık, aklın neticesi ve sonucudur. Akıl ise ilmin sebeplerinden bir tanesidir. Diğerleri de selim duygular ve tevatürdür (sağlam haber). Doğru düşünen şartlanmalardan azade, belli kayıtlar, belli prangalar vurulmamış akıl, ilmin sebeplerinden bir tanesidir. İslâmiyet’e gelince, bunun içinde aklın da yeri vardır, havass-ı selîmenin de yeri vardır, mantığın da yeri vardır. Ama İslâmiyet mantık ürünü değildir. Fakat mantıksız İslâmiyet de olmaz. Mantık aklın muhassalası (neticesi), akılsa mükellefiyetin şartlarındandır. Akıl olmadığı yerde kişi hiçbir dini mükellefiyetle sorumlu olmaz. Kişinin bütün bunlarla mükellef tutulabilmesi için gereken ilk şart akıldır.
Biz akılla Allah’ın emir ve nehiylerinden gözettiği maksat ve maslahatları anlarız. Akıl bir alet olarak kullanılır. Bunun için aklın şımartıldığı yani rasyonalizme düşüldüğü yerde, müşahede, tecrübe ve manevi şeyler inkâr edilir ki bu bir ifrat hareketidir. Biz Müslümanlar olarak her meselede mutedil, sırat-ı müstakim erbabıyızdır. Ne aklı nefyederiz ne de bütün meseleyi aklın omuzlarına yükleriz. Çünkü akıl çekemez bu işi. Akıl ne cenneti kavrayabilir ne cehennemi ne de kabir ötesi diğer âlemleri. Şairimizin dediği gibi, “İdrak-ı meâli bu küçük akla gerekmez. Zira bu terazi bu kadar sıkleti çekmez.”
Kuran’da ve Hadisi Şeriflerde aklı kullanmayı emreden birçok nas mevcuttur. Bunlardan bazılarını takdim edelim:
- “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” (Zümer Sûresi; 39/9)
- “Eğer bilmîyorsanız, zikir (ilim) ehline sorun” (Nahl Sûresi; 16/43)
Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurur:
- “Beşikten mezara kadar ilim tahsil ediniz.”
- “Her şeyin bir yolu var. Cennetin yolu ilimdir.”
- “İlim Çin’de bile olsa, gidiniz, alınız, tahsil ediniz.” (Beyhaki, Şuabu’l-İman, 2/254 )
- “Hikmet müminin yitik malıdır. Nerede bulsa alır.” (Tirmizi, İlim 19)
- “Kadın ve erkek her Müslüman’a ilim öğrenmek farzdır.” (İbni Mace, Mukaddime 17)
Evet, bir manada İslamiyet akıl ve mantık dinidir diyebiliriz. Nitekim iman esaslarının kavranması, mesela Allah’ın varlığının ve birliğinin bilinmesi, ahiret hayatının tahakkuku, Peygamberlerin gönderilmesinin zaruri olduğu gibi hususları salim bir akıl kavrayabilir. Yine aynı şekilde, mükellef kılındığımız ibadetlerin faydalarını, cezaların hikmet ve maslahatlarını, haram kılınan eşya ve muamelelerin haram kılınma sebeplerini vs. akıl anlayabilir. İslam’da akla ve mantığa ters bir hüküm yoktur.
Fakat bununla beraber yukarıda da belirttiğimiz gibi akıl, İslam’ın her meselesinin altından kalkamaz. Özellikle ahiret âlemleriyle ilgili meselelerde akla gereken teslimiyettir. Yine aynı şekilde, bir kısım taabbudi olan (hikmetleri bilinemese de sırf Allah emrettiği için yapılan,) ibadetlerin sebep ve illetlerini akıl kavrayamaz. Mesela niçin her gün kıldığımız namaz beş vakit de, dört veya altı değil veya akşam namazının farzı niye üç rekât, daha az veya fazla değil, bu gibi meseleler de verilecek tek cevap “Allah öyle emrettiği için” demektir. Fakat bunlar da, akıl ve mantığa ters demek değildir. Bilakis bu gibi meseleler aklın sınırlarını aşan, onun kavrayamayacağı konulardır.
Bir de hükümlerin kaynağı bakımından aklın yerini düşünürsek, burada da verilecek cevap; akıl yeni bir hüküm koyamaz, ancak Allah’ın koyduğu hükümleri ortaya çıkarabilir.