İçindekiler
İslam Dini
İslam, silm u selamet maddesinden gelip, kulun Allah’a teslim olması, O’nun buyruklarına inkıyat etmesi, salim ve emin bir yola girerek selamete yürümesi, herkese hatta her şeye güven vaad etmesi, elinden-dilinden kimsenin rahatsız olmaması manalarına gelir.
İslam; esasları Allah’ın mesajlarına dayanan ve Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) tarafından tebliğ ve temsil edilip yaşanan ve yaşatılan semavi dinin unvanıdır.
İslam Dini, itikadı (inanç esasları), ameli (ibadetler, muamelat ve ukubat) ve ahlaki hükümlerden oluşur. İşte din, İslam’ın bütün hükümleriyle şube ve fakülteleriyle hayata hayat olmasının ilahi unvanıdır. Bu itibarla dini sadece inançtan ibaret görenler aldanmış sayılırlar.
İslam’ın temeli ve mebdei iman ve iz’andır. Yani Uluhiyet hakikatine, aksine ihtimal vermeyecek şekilde inanıp gönlünü Hakk’a bağlamaktır. Zirvesi de, sorumluluklarını, O’nu görüyor ve O’nun tarafından görülüyor gibi kemal-i hassasiyetle yerine getirmek (ihsan) ve yaptığı/yapacağı her işini rıza eksenli götürmeye çalışmaktır (ihlas).
Diyanet; dinin hayata hayat olup, temsil edilip yaşanması demektir. Müslim, Müslüman, İslam’ın mesajına teslim olan, boyun eğen, selameti, huzuru temsil eden kimse demektir. Bu ismi Kur’an’ı Kerim’de Allah Teala vermiştir: “Bundan önce de, bu Kur’an’da da size Müslüman adını veren O’dur.” (Hac, 22/78) Bu itibarla Müslüman’a “İslamcı” demek doğru değildir.
Mümin; emin, güvenilir ve sağlam, Allah’ a inanıp tasdik eden, vicdani itiraf ve kalbi izanda bulunan insan demektir. Hususi manasıyla Peygamber Efendimiz’in (sallallahu aleyhi ve sellem) getirdiği dine inanıp, bu dini tasdik eden kimsedir. Mümin ile Müslim kelimeleri, aralarında nüans olmakla birlikte birbirinin yerinde kullanılmaktadır.
Bu tarifleri biraz açarsak mümin; sağduyusu, basiret ve firaseti, vahiy ile aydınlanmış dupduru ve tertemiz aklı, engin ve objektif anlayışı, sağlam ve kuşatıcı görüşü, sorumlulukları adına titizlik ve duyarlılığı, kötülüklere karşı azim ve kararlılığı, bütün bir ömür boyu yücelikler peşinde olması ve yüksekleri kollaması, her zaman dipdiri tutabildiği hissi, şuuru ve iradesi, her şeyin özüne nüfuz edebilme hususundaki tecessüsü ve hadiseleri yorumlamadaki derin idraki, Allah’a itimat edip güvenmesi ve insanlar arasında bir güven insanı olarak tanınıp bilinmesi, Hakk’ı gönülden tasdik edip her zaman O’na karşı vefalı kalabilmesi, emanette emin olarak tanınması ve herkesin her zaman başvuracağı bir emniyet insanı şeklinde hatırlanması, hatırlanıp maşeri vicdanca kabul görmesi, duyulup görüldüğü her yerde Hakk’ın yad edilmesine vesile olması ve semtine uğrayanları haliyle, diliyle O’na yönlendirmesi açısından “mutlak zikir kemaline masruftur” esasına binaen tam bir tasdik, iz’an ve temsil kahramanıdır.
Dindar; İslam dinini inanç, amel ve ahlak olmak üzere bütün şube ve fakülteleriyle inanarak yaşayan, temsil eden kimseye denir. Böyle bir kimse için “dinci” kelimesini kullanmak yanlıştır.
İmansız amel nifak, imana rağmen amelsizlik de bir fısktır. Nifak, gizli bir küfür olması itibarıyla affı kabil olmamasına karşılık; fısk ya da fücur (günah işlemek); tevbe, istiğfar ve yeniden Hakk’a inabe ile her zaman mağfiret edilebilme ihtimaline açıktır. Bu itibarla, herhangi bir kimse, amel etmese de onu hafife almadığı veya önemsemezlik etmediği takdirde hakkında hep olumlu düşünülmeli ve hemen onun küfrüne hükmedilmemelidir. Aksine, bir kimse, amel etmemenin yanında, Müslüman olmalarından ötürü inananları tahkir ve tezyif ediyorsa, elbette ki onun için aynı şeyleri düşünmek mümkün değildir.
Allah, hem bu dünyada hem de ahirette insanı gerçek ve daimi huzura, elemsiz lezzete götürecek bir yol haritasını Peygamber Efendimizin ( aleyhissalatu vesselam) tebliğ ve temsili ile insanlığa lütfetmiştir. İslam, bu eşsiz lütfun, ihsanın adıdır. Bu dinde selim akıl ve müstakim düşüncelere göre, insanoğlunun arzu, istek ve beklentileri konusunda herhangi bir boşluk ve cevapsızlık bulunmadığı gibi, tekvini emirler ve onların yorumlanmalarında da herhangi bir çelişki söz konusu olmamıştır. Ayrıca, bütün bunların yanında, uhrevi saadet, Hak rızası ve Allah’ı görebileceğimiz vaadleriyle o, mahiyetlerimiz, kabiliyetlerimiz, emellerimiz ve temayüllerimize göre planlanmış müstesna bir ilahi sistemdir.
İslamiyet’in Bütün İnsanlığa Hitap Etmesi
İslam Dini, İlahi dinlerin sonuncusu ve asli hüviyetini muhafaza eden yegane dindir. İslam’ı tebliğ ve temsil eden Muhammed Mustafa Aleyhisselam da peygamberliğin son halkasıdır. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) din adına son sözü söylemiştir. Peygamberliği yalnızca belli bir toplum ve millet için olmayıp, bütün insanlık alemi içindir. Önceki peygamberler sadece gönderildikleri topluma hitap ederek “Ey kavmim, ey kavmim!” demişlerdir. Peygamberimiz Efendimiz ise Kur’an’da birçok yerde geçtiği üzere “Ey insanlar!” şeklinde bütün insanlığa hitap etmiştir.
Peygamberimizin ve mesajının evrenselliğini bildiren birçok ayet ve hadis vardır. Mesela şu ayetlerde Peygamberimizin bütün zaman ve mekanlara gönderildiği net bir şekilde ifade edilmiştir;
“Biz seni alemlere rahmet vesilesi olarak gönderdik.“ (Enbiya, 21/107), De ki: “Ey insanlar! Ben sizin hepinize Allah tarafından gönderilen Peygamberim.” (A’raf, 7/158)
Peygamberimiz (aleyhi ekmelüttehaya), Kur’an’da bildirilen kendisine ait bu hususiyeti değişik hadislerinde ifade etmişlerdir; “Her peygamber kendi kavmine gönderildi. Ben ise, bütün insanlığa gönderildim ..” Tebliğ ettiği İslam Dini’nin hükümleri genel olup, her zaman ve mekanda yaşayacak olan bütün milletlerin, insan topluluklarının ihtiyaçlarını karşılamaya yetecek enginlik ve zenginliktedir. İslam Dini, kendisinden önce gönderilmiş olan peygamberlerin tamamını ve onlara vahiy olunmuş bütün mukaddes kitapları kabul eder. Kur’an-ı Kerim, kıyamete kadar bütün insanlığın ihtiyaçlarına cevap verecek en son, en mükemmel mesajdır. O, nazil olduğu orijinallikte ve tazelikte yegane ilahi kitaptır. Elverir ki Kur’an’a inananlar onun evrensel özelliklerini nazara alarak evrensel buudlar içinde tebliğ ve temsil edebilsinler.
İslamiyetin Hayata Bakışı
İnsan dünyaya imtihan için gönderilir. İnsanın hayatı bir imtihandan ibarettir. Bu çok önemli husus, Kur’an’da çok net bir şekilde ifade edilmiştir;
“Hanginizin daha güzel iş ortaya koyacağını denemek için, ölümü ve hayatı yaratan O’dur. O azizdir, gafurdur (üstün kudret sahibidir, affı ve mağfireti boldur).” (Mülk, 67/2)
Dünya daimi kalınacak bir yer olmayıp, bir misafirhanedir. İnsan bir müddet burada kalacak sonra ebedi yurduna gidecektir. Dünya ahiretin kazanıldığı yerdir. İnsan burada Allah’ın kendisine lutfettiği maddi-manevi değerlerle imtihan olunmaktadır. Şöyle ki, insanın ömrü bir sermayedir. Vücudu, aklı, sahip olduğu imkanlar hepsi birer sermayedir. Allah, insana lutfettiği bu nimetleri cennet karşılığında kendisine tekrar satılmasını teklif etmektedir; “Allah, karşılık olarak cenneti verip müminlerden canlarını ve mallarını satın almıştır.” (Tevbe, 9/111) Allah’ın engin şefkat ve merhametini şöyle bir düşünelim. İnsana lutfettiği canını, malını, ömrünü, hayatını tekrar insandan cennet mukabili satın almak istiyor. Zaten veren Allah değil mi? İnsan, hayatını Allah’ın hoşnut olacağı bir şekilde değerlendirirse bu dünyada da ötede de saadeti kazanabilir. Şöyle ki, başta iman, Cenab-ı Allah’ın insana en büyük ihsanıdır. İman, cennetin çekirdeği gibidir. İmanlı ve sürekli Allah ile irtibat halinde olan bir hayat, gerçek huzur ve mutluluk kaynağıdır.
İnsan, Allah’ın emrettiği şekilde ibadet ederek, haramlardan korunarak vücut sermayesini karlı bir ticarette kullanmış olur. Malının, gelirinin zekat ve sadakasını vererek bu karlı ticareti yapmış olur. Hasılı insan, Allah’ın kendisine bahşettiği her nimeti Allah’ın rızasını kazanabilme hedefiyle değerlendirirse kazanır. İnsanı Allah’ın hoşnutluğuna götüren de İslam’dır.