İçindekiler
İsraf, dengesiz harcamak, saçıp savurmak, amaçsız harcama yapmak, gayri meşru bir amaç için harcama yapmak, meşru bir yerde harcanması gerekenden fazlasını harcamak, haddi aşmak anlamlarına gelir. [1]Muhammed b. Yahya el-Fîruzâbâdî, Besâiru zevi’t-temyîz; Seyyid Şerif Cürcânî, Ta’rifât, s. 38 İsraf denince akla, öncelikle iktisadi anlamda bir şeyin, ekonomik bir metaın, boş yere harcanması gelmektedir. İsrafı böyle anlamak doğrudur, ancak israf sadece bundan ibaret değildir. Başka çeşitleri de vardır. Bu yazıda israfın ekonomik anlamının yanında, bundan daha derin, insanın ruhsal yapısında köklenen ve davranışlarında tezahür eden dinî-ahlâki alanla ilgili başka türlerinden de bahsedeceğiz. Daha açık bir ifadeyle söyleyecek olursak, insanın Allah karşısında haddi aşması, dinin emirlerine boyun eğmemesi, peygamberlerin sözlerine kulak vermemesi, din ve ahlâk bakımından düşük sayılan işler yapması ve hayatını basit, değersiz işlerin peşinde harcaması, israfın diğer çeşitlerini oluşturmaktadır.
Biz bunlara kısaca, hayatın israfı, yani boş yere harcanması diyebiliriz. Kur’ân’da içinde israf ve müsrif kelimelerinin geçtiği ayetler daha çok bu anlamları ifade eder. Nitekim Kur’ân çeşitli günahları sayarken bunları israf, bu tür günahları işleyenleri de müsrif olarak niteler. Aslında ekonomik anlamdaki israf da bunun bir dalıdır. İnsanın davranışları karşılık görmede dünya ile sınırlı olmayıp ahiret uzantılı olduğundan ve gerçek karşılıklarını orada göreceğinden, israfın bu türleri, insan için daha kötü sonuçlar doğuracaktır. Bu yüzden Allah (c.c.) Kur’ân-ı Keriminde bu tür israflar üzerinde çokça durmuştur.
İnsan dünyaya bir alışveriş için gelmiştir. Bunu o, ahiret adına yapacaktır, dünya adına değil. Bu alışverişten dünyalık olarak götüreceği sadece kefendir. Yunus Emre bunu;
“Ana rahminden çıktık pazara
Bir kefen aldık, döndük mezara.”
beytiyle ifade etmiştir. Bir başka gönül ehlinin dilinde ise bu alışveriş şöyle ifade edilmektedir:
“Burada hiç kimse durucu değil
Hepimiz dünyadan göçmeye geldik.
Kör olan bu işi görücü değil,
İyiyi kötüden seçmeye geldik.
Bezirgânlar gibi alışverişle,
Öbür âlem için bir sürü işle,
Az bir sıkıntı biraz bekleyişle
Hakk’a giden yolu açmaya geldik.”
(F. Gülen)
Her alışveriş bir sermayeyi gerektirir. Ahiret adına yapılan bu alışverişin sermayesi hayattır. Hayat bize sunduğu bütün imkânlarıyla Allah (c.c.) tarafından insanın eline verilmiş bir sermayedir. Biz dünyada bu sermayeyi kullanarak ahiret adına ticaret yaparız, karşılığında cenneti satın alırız. Kur’ân-ı Kerim bu hakikati, “Allah müminlerden nefislerini ve mallarını cennet karşılığında satın almıştır” (Tevbe, 9/111) ayetiyle açıkça dile getirmiştir. Ancak bu sermayeyi de Allah’tan aldığımız için, bunu nasıl harcadığımız, harcarken nasıl davrandığımız önem kazanır.
Elimize verilen hayat sermayesi aynı zamanda bizler için bir imtihandır. Allah (c.c.) hayatın bir imtihan olduğunu, kimlerin iyi ameller işleyeceği, kimlerin kötülükler yapacağını ortaya çıkarmak için yarattığını Kur’ân-ı Kerimde açıkça beyan etmiştir:
“Ölümü ve hayatı, sizi sınamak, hanginiz iyi işler yapıyor (onu ortaya çıkarmak) için yaratan odur” (Mülk, 67/2).
İmtihan engelsiz, sorusuz olamaz, dolayısıyla hayatımız imtihan vasıtalarıyla dolu, adeta iğneli bir fıçıdır. Bu yüzden hayat, tekdüze akmaz ve başladığı şekilde yeknesak biçimde gitmez. Ömür boyu hayatın her türlü rengini yaşar, acı tatlı her türlü olayın tadına bakarız.
İnsanoğlu bu sermayeyi kullanırken her zaman isabetli davranmaz, bazen yanlış yerde kullandığı olur, hatalar yapar. Biz bunlara günah diyoruz. Günah, insanın ruh dünyasını karartan, latifelerini öldüren, tasaffi etmesini engelleyen bir unsurdur. “Günah bir iç çöküntü, bir terslik ve fıtratla zıtlaşmadır. Günah, iradenin yüzüne atılmış bir tükrük ve ruha içirilmiş bir zakkumdur. Günah, insana bahşedilen bilumum istidat ve yüce duyguları söndüren bir fırtına ve kalbî hayatı çepeçevre saran zehirli bir dumandır.” [2]F. Gülen, Çağ ve Nesil 1, “Günah” Günahlardan kimisi küçük olur kimisi de büyük. Ancak her bir günah kalpte karartı meydana getirir, manevi hayatı tahrip eder. İnsanın ahiret için yaptığı ticarette kaybetmesine sebep olur. Bir hadis-i şerifte günahın insan kalbindeki tahribatı şöyle anlatılır: “İnsan bir günah işlediğinde, kalbinde bir siyah nokta oluşur. Tövbe ettiğinde o nokta silinir. Günahı arttığında kalpteki karartı da artar. Sonunda tamamen kalbi kaplar. “Hayır, onların yaptıkları şeyler, kalplerini paslandırmıştır” (Mutaffifin, 83/14) ayetinde zikredilen de budur” (İbn Mace, Zühd 29). Bu yüzden Kur’ân-ı Kerim Allah karşısında saygısızlık anlamına gelen günah olgusu üzerinde çokça durmuş, insanın kendine gelmesi için bu mevzuda tahşidat yapmış ve uyarılarda bulunmuştur.
Şimdi Kur’ân-ı Kerimde, içinde israf ve müsrif kelimelerinin geçtiği ayetleri takip ederek, Allah’ın hangi tür günahları israf ve bunları işleyenleri de müsrif olarak nitelediğinden hareketle, ilgili oldukları konulara göre bunları inanç, ibadet, ahlak, hukuk ve malda israf başlıkları altında inceleyeceğiz.
İnançta İsraf
İsrafın bir türü inançta israftır. Bunun anlamı insanın bir şeye aşırı inanması değil, şirk ve küfrü tercih etmesi, sapkınlığında ısrar etmesi ve kendilerini uyarmak, hidayete erdirmek için gelen Peygamberlere olumlu cevap vermemesidir. Kur’ân’da bunlar israf olarak anlatılıyor. Nitekim Tâhâ suresinde, “İsraf eden ve Rabbinin ayetlerine inanmayanları işte böyle cezalandırırız. Şüphesiz ahiret azabı daha şiddetli ve daha kalıcıdır” (Taha, 20/127) buyrulmaktadır.
Burada israf edenlerden kimlerin kastedildiğini anlamak için ayetin hemen öncesinde yer alan iki ayete bakmak yeterli olacaktır. Tâhâ suresinin 125 ve 126. ayetlerinde, dünyada iken peygamber mesajına kulak asmayanların kör olarak haşredileceği ve bunun sebebinin peygamber mesajını göz ardı etme olduğu söylendikten sonra 127. ayette bu mesaja inanmayanların ve hayatını israf edenlerin ahirette böyle cezalandırılacakları anlatılmaktadır. Bu ayetteki israf, Allah’ın mesajını tanımayarak ölçüsüz ve dilediği gibi yaşamak anlamına gelmektedir.
Enbiya suresinin 9. ayetinde de geçmiş kavimlerden peygamberlere uymayanlar, onları yalanlayanlar müsrifler olarak nitelenmektedir. Yine Yasin suresinin 19. ayetinde bir kasabaya gönderilen elçilerin kendilerine kulak asmayan, davetlerini reddeden kasaba sakinlerine, “siz müsrif bir kavimsiniz” dedikleri naklediliyor. Buradaki müsrifliğin anlamı da ekonomik bir metaı zayi etmek değil, elçilerin uyarılarına olumlu karşılık vermeyip, onları reddetmektir.
Mümin suresinde Hz. Musa (a.s.) ile Firavun arasında geçen hadiseler anlatılırken 28 ve 34. ayetlerde de müsrif kelimesi kullanılmaktadır. Hz. Musa (a.s.) Allah’ın birliği hakikatini tebliğ ettiğinde Firavun’un onu öldürmek istediği, fakat Firavun ailesinden imanını gizleyen bir şahsın sahiplenerek onu savunduğu, “Siz, Rabbim Allah’tır dediği için bir adamı mı öldüreceksiniz? Halbuki o size, Rabbinizden kanıtlar getirmiştir. Eğer o bir yalancı ise, yalanı kendine (dönecek)dir, eğer doğru söylüyor ise, onun vaat ettiği şeylerin bir kısmı gelip sizi bulacaktır. Allah yalancı, müsrif kavmi hidayete erdirmez” (Mümin 40/28) dediği naklediyor. Bu ayette Allah adına yalan uydurmanın müsriflik olduğu dile getiriliyor.
Aynı şahıs, Firavun ve çevresindeki ileri gelenlere Hz. Nuh kavminin, Ad ve Semud kavimlerinin başlarına gelenleri örnek gösterip, kavminin de aynı akıbete uğrayabileceği uyarısını yapıyor (Mü’min, 40/29-33), sonra da Hz. Yusuf ’a yapılan muameleye sözü getirerek, “Yusuf da daha önce size Rabbinden kanıtlarla gelmişti, ama siz onun getirdiği kanıtlardan da şüphe duymaya devam etmiştiniz. Yusuf ölünce Allah ondan sonra elçi göndermeyecek demiştiniz. İşte Allah, şüpheye kapılarak israf edenleri böyle saptırır” (40/34) diyor. Bu ayetteki müsrif tabirinin açıklaması da, hemen bir sonraki ayette yapılıyor. Buradaki müsrifler, “Kendilerine gelmiş hiçbir delil olmadan Allah’ın ayetlerine karşı mücadele verenlerdir” (Mü’min, 40/35). Görüldüğü gibi Allah’ın yoluna çağıran peygambere karşı mücadele etmek de müsriflik olarak niteleniyor.
Zuhruf suresinin 4–5. ayetlerinde de Kur’ân’ın ilahi vahiy eseri yüce bir kitap olduğu söyleniyor, sonra da müşriklere hitaben, “Siz israf eden bir kavim olduğunuz halde bu uyarıyı sizden geri mi çekelim?” deniliyor. Bu ayette müsrif kavim tabirinden murat, Allah’ın uyarısına müstahak olmuş müşrik topluluktur.
İbadette İsraf
İsrafın bir türü de ibadetlerde israftır. Bundan kastedilen mana, insanın çok fazla ibadet etmesi değil, ibadetlerde kusurlu davranmasıdır. İçinde israf kelimesinin geçtiği ayetlerden biri olan En’âm suresinin 141. ayetinde, ekinleri ve meyveleri verenin Allah olduğundan bahsedildikten sonra, “Hasat gününde onlardan yiyin, fakirin hakkını da verin, israf etmeyin” buyruluyor. Bu ayetin açık anlamı, fakire verirken israf etmeyin, kendinizi muhtaç duruma düşürecek seviyede vermeyin şeklindedir. Ancak ayet farklı bir şekilde anlaşılmaya da müsaittir. Bu anlam ise, fakire vermemek suretiyle israf etmeyin biçimindedir. “İsraf etmeyin” sözü “fakirlere verin” sözünün hemen akabinde söylendiği için fakirlere vermeme haddi aşmak kabul ediliyor ve israf olarak niteleniyor. Nitekim Said b Müseyyeb ile Muhammed b. Kâ’b bu ayeti, “sadakayı engellemeyin yoksa Rabbinize karşı asi olursunuz” şeklinde anlamışlardır[3]İbn Kesir, Tefsir, II, 182.
Ahlakta İsraf
İnsan davranışları ruhsal yapıda kök salan huyların tezahürü ve meyveleridir. İnsanın doğru ahlaki davranışlar sergilemesi, onun ruhsal terbiyesiyle doğrudan alakalıdır. Din öncelikle ve özellikle insanı ruhi yönden terbiye eder; bu çerçevede yapılan kusurları da ahlaki israf sayar. Yani ahlakta israf, insanın ahlaksızca davranışlar sergilemesidir. Ahlaklı davranmak dinin en önem verdiği hususlardan olması hasebiyle bunun da çeşitli boyutlarıyla Kur’ân’da zikredildiğini görüyoruz.
Ahlaki israfın bir boyutu nankörlüktür. Yunus suresi 10/12. ayetinde insanın Allah karşısında nankörce tavrından bahsedilirken insan için müsrif nitelemesi yapılıyor. Bu tavır, sıkıntılı anlarında Allah’a yönelip, O’na yalvarıp yakarma, sıkıntı sona erip refaha eriştiğinde ise, hiç yalvarıp yakarmamış gibi O’ndan yüz çevirip nankörlük yapma tavrıdır. Bu Allah’ın hoşlanmadığı bir tavırdır ve Kur’ân sık sık insanın bu tavrını dile getirerek uyarmaktadır (mesela bkz. Lokman 31/32; Meâric 70/20; Fecr 89/15-16). Yukarıdaki ayet, böyle davrananların amellerinin onlara hoş gösterildiğinden bahsettikten sonra, bu tipler için de müsrifler tabirini kullanmıştır. Bu ayetteki müsrif tabiri de, Allah karşısında saygısızlık yapanları anlatıyor.
Ahlaki israfın bir türü de, yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaktır. Şuarâ suresinin 151. ayetindeki israf kelimesi bu anlamda kullanılmaktadır. Hz. Salih’in (a.s.) Semud kavmine peygamber olarak gönderilişinden bahsedilirken “İsraf edenlerin işlerine uymayın” buyruluyor. Buradaki israf edenler tabirinden kimlerin kastedildiği, hemen bir sonraki ayette açıklanmıştır ki bunlar, “Yeryüzünde fesat çıkarıp bozgunculuk yapanlar, ıslah edici tavır sergilemeyenlerdir” (Şuarâ, 26/152). Ahlaki israfın bir türü de cinsel sapıklıktır. Hz. Lût’- un peygamber olarak gönderildiği kavminin sapıklığından bahseden A’râf suresinin 81 ve Zâriyat suresinin 34. ayetleri de konumuza mesnet teşkil etmektedir. A’râf suresinde Lût kavminin sapıklığı anlatıldıktan sonra onların müsrif bir kavim olduğu söylenmektedir. Zâriyat suresinde de Hz. İbrahim’e gelen elçilerin (melekler), müsrif (günaha batmış) bir topluma sert bir ceza vermek üzere görevlendirildiklerini söyledikleri nakledilmektedir. Burada müsrif toplum olarak nitelenenlerin yaptığı da mali bir savurganlık değil, dinen de haram sayılan gayri tabii ve gayri meşru bir fiildir.
Hukukta İsraf
Hukukta israftan kastedilen, hukuk ihlalleridir. Allah insan haklarına önem vermektedir. Bu yüzden gayri hukuki muameleleri bazı örneklerle Kur’ân’da israf olarak nitelemiştir.
Hukuki israfın bir türü, idarede baskıcı davranmak, idaresi altındakilere zulüm yapmaktır. Firavun’un müsrifliğini anlatan Yunus suresinin 83. ayeti bu konuya ışık tutmaktadır. Bu ayette Firavun’dan korktuklarından ötürü kavminden çok az bir grup dışında Hz. Musa’ya iman eden olmadığı anlatılırken, Firavun’un güç ve iktidar sahibi olduğu vurgulanıyor ve müsrif olarak niteleniyor. Buradaki müsriflik Firavun’un idare ettiği insanlara karşı yapmış olduğu zulüm ve baskılarındaki ölçüsüzlüğü ifade etmektedir. Duhan suresinin 31-32. ayetlerinde de “Biz İsrailoğullarını Firavun’un aşağılayıcı azabından kurtardık. O iktidar sahibi müsriflerdendi” buyrularak Firavun, aynı şekilde müsrif olarak vasıflanıyor.
Hukuki israfın bir türü de, adam öldürmektir. Mâide suresinin 32. ayetinde, “İsrailoğullarına, “Haksız yere bir insanı öldüren bütün insanlığı öldürmüş gibi olur, bir kimseyi kurtaran da bütün insanlığı kurtarmış gibi olur” diye yazdık. Elçilerimiz onlara hakikatin bütün delilleriyle geldiler, ama onların birçoğu yeryüzünde müsrifliğe devam etti” buyruluyor. Burada onların müsrifliğe devam etmesi, mal ve ekonomik kaynakları kötüye kullanması anlamında değil, yeryüzünde bozgunculuk çıkarması ve adam öldürmeye devam etmesi anlamındadır. Nitekim bir sonraki ayette (Maide, 5/33) Allah’a ve peygambere savaş açanlarla yeryüzünde fesat çıkaranların nasıl cezalandırılacaklarından bahsetmektedir.
Hukuki israfın bir türü, haksızlıklara karşılık vermede ölçüsüz davranmaktır. “Haklı bir sebep olmadıkça, Allah’- ın, öldürülmesini haram kıldığı cana kıymayın. Kim haksız yere öldürülürse, biz onun velisine yetki vermişizdir. Ancak o da (kısas yoluyla) öldürmede israf etmesin. Çünkü kendisine yardım edilmiştir” mealindeki İsrâ suresinin 33. ayeti bu tür israfı anlatır. Bu ayette öldürülen bir kimsenin velisine, karşılık vermede israf etmemesi, meşru ölçüyü aşmaması emrediliyor. Buradaki israf, yapılan bir haksızlığa karşılık vermede sınırı aşmak anlamına geliyor.
Hukuki israfın bir başka türü, yetimlerin mallarını yemektir. Yetimlerin malları ve onlara sahiplik edenlerle ilgili Nisa suresinin 6. ayetinde yetimlerin mallarına nezaret eden yakınlarının bu mallardan aceleyle ve müsrifçe yememesi gerektiğini öğütlüyor, yetime sahiplik eden varlıklı ise, yetim malı yemekten sakınmasını emrediyor, fakir ise, ma’ruf vechile yemesine izin veriyor. Aksine davranıp keyfîce kullanmayı müsriflik olarak vasıflandırıyor. Buradaki “müsrifçe yemeyin” ifadesiyle kastedilen, “yeterince yiyin” anlamında değil, “eğer muhtaç durumda değilseniz yemeyin” anlamındadır.
Malda İsraf
İsrafın bir türü de malda israftır. A’raf suresinin 31. ayetinde “Ey Âdemoğulları, her mescide gidişinizde temiz ve güzel elbiselerinizi giyin. Yiyin için, fakat israf etmeyin. Çünkü Allah israf edenleri sevmez” buyrulmaktadır. Bu ayetteki israf maddi imkânları dengesizce kullanmak, saçıp savurmak anlamındadır. Yine En’âm suresinin 141. ayetinde ekinleri ve meyveleri verenin Allah olduğundan bahisle “hasat gününde onlardan yiyin, fakirin hakkını da verin, israf etmeyin” denilmektedir. Burada “israf etmeyin” sözü “vermekte israf etmeyin, yani aşırı gitmeyin” şeklinde tefsir edilmiştir. (İbn Kesir, Tefsir, II, 182).
Zikrettiğimiz ayetlerden de anlaşılacağı gibi, Kur’ân-ı Kerim’de yetim malı yemekten, haksız yere adam öldürmeye; fakirin hakkı olan sadakayı vermemekten, gayri meşru ve gayri tabii cinsel ilişkiye; sıkıntılı durumlarda Allah’a yalvarıp yakarıp da maddi refah zamanlarında Allah’ı tanımamaktan, idaresi altındakilere zulmetmeye; başkasının haksızlığına karşılık vermede aşırı davranmaktan, peygamber mesajına kulak vermemeye, yeryüzünde bozgunculuk yapıp ıslah edici tavır sergilememekten, malları saçıp savurmaya kadar bir dizi günah sıralanmakta ve bunlar israf, bunları yapanlar da müsrif olarak adlandırılmaktadır. Bunlar da gösteriyor ki israf, sadece ekonomik bir metaın zayi edilişi değil, bir bütün olarak insan hayatının çeşitli günahlarla zayi edilişidir.
Hayatın İsrafı Karşısında Mümin Ne Yapmalı?
Her insanın günahları ve Allah karşısında hataları vardır. Bu, insanın tabiatından kaynaklanmaktadır. Allah dileseydi kulunu günah işlemeyecek biçimde yaratırdı. Ancak başta da söylediğimiz gibi imtihanın gerçekleşmesi için insanın böyle yaratılması gereklidir. Peki, insan bu kusurlar için ne yapmalıdır? Kur’ân-ı Kerim, müminlere, Allah’a yaptığı saygısızlıklar, haddi aşmalar karşısında ne yapması gerektiğini de öğretmektedir. Burada yapılması gereken şey, kemal-i edeple tövbe etmek ve af dilemektir (mesela bkz. Hud 11/3).
Fakat bunun da öncesinde insanın Allah’ın affedicilik vasfını (Afüvvün) bilmesi ve Allah’tan ümidini kesmemesi gerekiyor. Çünkü günah işlemek insanda bir ümitsizlik hissi doğurur ve Allah’ın yüce dergâhından daha fazla uzaklaşmasına neden olur. Allah günah işleyenlerde oluşan bu duyguyu bertaraf etmek için Zümer suresinin 53. ayetinde, “Ey kendilerine karşı israf eden/haddi aşan kullarım, Allah’tan ümit kesmeyin” diye hitap ediyor. Bu ayette Allah, bazı insanların kendilerine karşı israf ettiklerini, günaha düştüklerini ifade etse de, bunları yine de “kullarım” hitabıyla kendine nispet ediyor, kapısından uzaklaştırmıyor. İlk önce insan, bunun idrakinde olmalıdır. Bundan sonraki safha ise tövbe etme ve af dileme safhasıdır. Bu da Kur’ân’da, bir peygambere tabi olmuş, onunla birlikte mücadele etmiş müminlerin Allah’tan nasıl af diledikleri anlatılırken öğretiliyor. Onların, “Rabbimiz! Bizim günahlarımızı ve işimizdeki israflarımızı (taşkınlıklarımızı) bağışla ve (yolunda) ayaklarımızı sağlam tut” diye dua ettiklerinden bahsediliyor (Âli İmran 3/147) ki bu, Hz. Peygamber’in (s.a.s.) ümmetine, siz de böyle yapın şeklinde yol göstermesi, emretmesi anlamına gelmektedir.
*Dr. Muhsin Toprak, Yeni Ümit Dergisi, sayı: 73, 2006.
Dipnotlar