Değerli Kardeşimiz,
Bilindiği üzere Cuma namazı İslam’ın çok önem verdiği ibadetlerden birisidir. Alimler onun İslam’ın çok önemli bir şeairi olduğunu ifade etmişlerdir. Yüce Allah şöyle buyurmuştur: “Ey iman edenler! Cuma namazına ezan ile çağırıldığınız zaman derhal Allah’ı zikretmeye (hutbe ve namaza) gidin, alışverişi bırakın. Eğer bilirseniz, bu sizin için çok hayırlıdır.” (Cuma suresi, 62/9)
Ayrıca Cuma gününün ve Cuma namazının fazilet ve sevabıyla ilgili çok sayıda hadis bulunmaktadır. Mesela bu hadislerin birisinde Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem), “Cuma namazına gitmek, ergenlik çağına ulaşmış her Müslüman’a farzdır.” (Ebu Dâvûd, Taharet, 129) ifadeleriyle Cuma’nın farziyetini belirtmiştir. Şu hadis ise Cuma’nın faziletini ifade etmektedir: “Bir kimse güzelce abdest alır sonra mescide gelir, susup okunacak hutbeyi dinlerse, gelecek cumaya kadar ve ondan sonraki üç gün içinde işleyeceği (küçük) günahları affedilir.” (Müslim, Cuma, 24)
Başka bir hadislerinde ise Allah Resûlü, mazeretsiz olarak ve önemsiz görerek üç Cuma’yı terk eden kişinin kalbinin mühürleneceğini beyan buyurmuştur. Bu sebepledir ki kişiyi Cumadan alıkoyan bir zaruret/mazeret olmadıkça Cuma namazı terk edilmemelidir.
Bilindiği üzere Cuma namazı Müslüman, âkıl-bâliğ, hür, mukim, erkek ve sağlığı yerinde olan ve aynı zamanda namaza gitmeye de herhangi bir mânisi olmayan herkese farzdır. Buna göre çocuklara, yolculara, kadınlara, Cuma’ya gidemeyecek durumdaki hastalara veya özgürlüğü olmayan mahpuslara Cuma namazı farz değildir. Aynı şekilde şiddetli yağmur, kar, soğuk ve fırtına gibi durumlara maruz kalmak da cumanın farziyetini düşürür. Kısaca cumaya gittiği takdirde mal ve can güvenliğinin tehlikeye gireceğini düşünen bir kişiden Cuma namazının farziyeti düşecektir.
Cuma kılmayan kişi o günün öğle namazını kılar. Fakat kendisine farz olmamasına rağmen bir kişi Cuma namazı kılacak olursa bu namaz sahih olur ve öğle namazı kılmasına da gerek kalmaz.
Cuma namazıyla ilgili bu kısa hatırlatmayı yaptıktan sonra şimdi meselenin günümüze bakan yanına gelebiliriz. Evet, günümüzde politik alanda yapılması gereken siyaset Allah’ın evlerine de sokulmuştur. Din, siyasete alet edilmiştir. Hem de sadece politikacılar değil, bir kısım diyanet mensupları da aynı şeyi yapmaktadırlar. Daha da kötüsü bugüne kadar dinlerine ve ülkelerine hizmet etmekten başka gayesi olmayan ve herkes tarafından dindarlıkları ve ahlaki mazbutiyetleriyle takdir gören Hizmet hareketi mensupları bizzat diyanet tarafından dalalet ve sapıklıkla suçlanmıştır. Üstelik bu suçlamalar cami kürsüsüne ve mihrabına kadar taşınmıştır. Maalesef bir kısım diyanet mensuplarının temsil ettikleri makamın gereklerini hiçe sayarak ve ahiretlerini riske atarak küstahça ifadelerle Hizmet hareketi mensuplarına saldırdıklarına dair yaşanan birçok tecrübe vardır.
Bütün bunlar karşısında sadece Hizmet hareketi mensuplarının da değil insaflı ve vicdanlı bir Müslümanın üzülmemesi ve yaralanmaması mümkün değildir. Hele hutbeyi dinleyenlerin, yüzlerine karşı hakarete varan suçlamalar yapılanların Hizmet hareketi mensupları olduğunu göz önünde bulunduracak olursak, böyle bir pozisyona maruz kalmanın ne derece yıpratıcı olduğu daha iyi anlaşılacaktır.
Ne var ki meydana gelen bütün bu hâdiselerin Cuma namazına gitmeme noktasında bir özür olup olmaması ayrı bir meseledir. Zira bu konunun duygusal ve sübjektif değerlendirmelere tahammülü yoktur. Mutlaka daha objektif ve genel kriterlerden hareket edilmelidir. Neticede konuşulan konu, İslam’ın çok önemli bir ibadetinin eda edilip edilmemesidir.
İbadetler, insanın Rabbiyle irtibatını ifade eden şahsi alanlardır. İbadet ederken kul, Rabbiyle irtibata geçmek, O’na kulluğunu arz etmek, O’nun karşısında kemerbeste-i ubudiyette bulunarak iki büklüm olmak… için bunu yapar. Çevre faktörleri insanı etkilese de bu, ibadet esnasında kurtulunması gerekli bir durumdur. İnsan ibadet ederken Rabbine teveccühe yoğunlaşmalı, bundan başka her şeyi arkasına atmalı, atabilmelidir. Buna tam muvaffak olamıyorsa bile en azından olmaya çalışmalı, kendisini rahatsız eden unsurlara ibadetin hürmetine tahammül etmeli, sabrının, tahammülünün sevabını Rabbinden ummalı. İnşaallah bu da kendisine ecir kazandıracak ayrı bir husus olur. Yani her rahatsız olduğumuz şey için camiyi, cemaati terk edecek olursak bugün bu, yarın başka bir çok sebep çıkar. Cami, cemaat, ibadet, ısrarı hak eden müesseselerdir, şu veya bu sebepten ötürü elimizden çıkmasına müsaade etmemeliyiz.
İşte bu sebepledir ki meydana gelen bu tür esef verici hadiseler Cuma’ya gitmeme noktasında bir mazeret oluşturmaz. Zira burada can ve mal güvenliğini tehdit eden bir durum söz konusu değildir. Eğer birileri böyle bir endişeye kapılırsa elbette hüküm de değişecektir.
Ayrıca bütün diyanet mensuplarının aynı olmadığı da bir gerçektir. Yani bir caminin imamı bu konuda küstahça ifadeler kullanabilirken, başka bir caminin imamının daha insaflı olması mümkündür. Yani çoğu kimse için Cuma namazı kılma adına gideceği camiyi tercih imkanı vardır.
Camilerin hiç kimsenin malı olmadığı, bilakis bütün Müslümanların ibadethaneleri olduğu da bir gerçektir. Dolayısıyla imam ve vaizlerin sınırı aşan suçlayıcı bir kısım ifadelerinden dolayı oraların külliyen terk edilmesi doğru değildir.
Biz, her zaman insanları mescide, ibadethanelere daha da yaklaştırıcı tavırlar ortaya koymak zorundayız. Zira bu mekanlardan bir kere uzaklaşan insanların bir daha ısınması çok zor olacaktır. Hiç kimsenin böyle bir neticeye sebep olmaya ve dinin muhkem hükümleriyle oynamaya hakkı yoktur.
Üstelik Cuma hutbelerindeki bu tür yakışıksız ifadeleri gerekçe göstererek Cumadan, cemaatten uzak kalmak, toplumdaki çatlak ve aykırılıkları daha da büyütecek ve birilerinin ekmeğine yağ sürecektir. Günümüzde ülke zaten kamplara ayrılmış, birbirine düşman hale getirilmiştir. Samimi mü’minlere düşen vazife her şeye rağmen dişlerini sıkıp sabırla ve azimle bu kırık ve çatlakları sarmaya veya en azından daha da arttırmamaya çalışmak olmalıdır.
Elbette hapiste olduğu için veya zulümden, haksız yere hapis yatmaktan veya işkenceye maruz kalmaktan uzak kalma adına toplum içine çıkamadığı için Cuma’ya gidemeyenlerin durumunu ayrı değerlendirmek gerekecektir. Bu durumda gerçek bir zaruret ve özürden bahsedilebilir.
Fakat sırf imamın hutbedeki bir kısım nahoş sözlerinden kaçınma düşüncesinin Cuma’nın farziyetini düşüreceğini söylemek çok zordur. Zira fakihler fasık ve facir bir imamın arkasında bile namaz kılınacağını ifade etmişlerdir. Aynı şekilde sahabeden çokları Emevi sultanlarından Velid ve Yezid gibi kişilerin arkasında namaz kılmışlardır.
Günümüzdeki şartların Cuma’nın farziyetini düşürdüğünü iddia etmenin ve bir kesimin topluca Cuma’ları terk etmesinin gelecekte ne tür neticeleri hâsıl edeceği de iyi hesap edilmelidir. Bu durum toplumda zaten mevcut olan fitneleri, su-i zanları, itham ve suçlamaları daha da büyütecektir.
Son olarak şunu ifade etmek gerekir ki, birileri canı yandığından veya hutbede söylenilenlere tahammül edemediğinden ötürü cumalara gitmiyorsa elbette bunun hesabını da duygu ve düşüncesine göre Allah’a kendisi verecektir. Fakat hiç kimsenin bu konudaki uygulaması veya tercihi dinî bir hüküm olamaz. Dolayısıyla bu konuda bir protesto hareketi oluşturma, insanları Cuma’dan soğutma, kimsenin yapmaması gerekli bir şeydir.
Bize düşen meselenin dini hükmünü izah etmedir. Elbette bu konuda nasıl hareket edeceğine herkes kendisi karar verecektir. Fakat dini konularda uzman olmayan kimselerin böyle hassas bir meselede kafalarına göre hüküm ve fetva vermeleri sorumluluğu çok daha büyütecektir.
Selametle kalın.