Son öğle namazı anlamına gelen zuhr-i âhir, cuma namazının sıhhat şartlarının tam olarak yerine gelip gelmediğinden emin olunamadığında –o günün farz olan öğle namazının da kişinin sorumluluğunda kalıp kalmadığı bilinemediğinden– ihtiyaten öğle namazının yerine kılınan namazdır.
Zuhr-i âhir namazı cuma namazının şartları ile doğrudan alakalı olduğu için öncelikli olarak cuma namazının şartları hakkında kısaca bilgi vermek faydalı olacaktır. Cuma namazının şartları vucûb ve sıhhat şartı olmak üzere iki kısma ayrılır.
Vücûb şartları, cuma namazı kılmanın farz olması için gerekli olan şartları ifade etmek için kullanılan bir terimdir. Vücûb şartlarının bulunmadığı durumlarda cuma namazı kişiye farz olmaz. Cuma namazının vücûb şartları, diğer vakit namazlarının vücûb şartlarına (aklı yerinde olmak, Müslüman olmak ve buluğ çağına erişmek ) ilave olarak şunlardır:
- Erkek olmak
- Hür olmak
- Mukîm olmak (seferi olmamak)
- Cuma namazına engel bir özrü bulunmamak (Hastalık, körlük, uygun olmayan hava ve yol şartları, korku gibi)
Kişi bu şartları taşımadığı halde cuma namazını kıldığında, her ne kadar bu namaz üzerine farz olmasa da kabul olur ve o günkü öğlen namazının farzını yeniden kılması gerekmez. Mesela; hasta, seferî, köle veya kadın gibi üzerine cuma farz olmayan kişiler cuma namazını kıldığında tekrar öğle namazını kılmaları gerekmez.
Sıhhat şartları, kılınan cuma namazının geçerli ve makbul sayılması için gerekli olan şartları ifade etmek için kullanılan bir terimdir. Sıhhat şartlarının bulunmadığı durumlarda cuma namazı geçerli olmadığından kişi, üzerine farz olan öğle namazının sorumluluğundan kurtulamayıp öğle namazını kılması gerekir. Cuma namazının sıhhat şartları ise şunlardır:
- 1- Cuma namazı kılınan yerin şehir veya şehir hükmünde olması: Ulema cuma kılınacak yerin şehir veya şehir hükmünde bir yer olmasını cumanın sıhhati için gerekli görmekle beraber bu şartın ayrıntıları ile alakalı olarak bir fikir birliği bulunmamaktadır.
- 2- Cuma namazını devlet başkanı veya onun tayin ettiği birinin kıldırması: İlk dönem Hanefî uleması cuma namazını devlet başkanı veya vekili ya da devlet tarafından tayin edilen biri tarafından kıldırılmasını şart koşmuşlardır. Son dönem fakihleri ise bir araya gelerek cemaat teşkil eden Müslümanların devlet başkanı veya izninin bulunmadığı durumlarda da aralarından birini imam seçerek bu namazı kılabileceklerine fetva vermişlerdir.
- 3- Vakit: Hanefî, Şafî ve Malikî mezheplerine göre cuma namazının vakti öğle namazının vakti ile aynıdır. Hanbelî mezhebinde ise cuma namazının vakti bayram namazının vaktine kıyas edilerek cuma günü güneşin bir mızrak boyu yükselmesinden öğle namazının vakti çıkıncaya kadar kılınabileceği ifade edilmiştir.
- 4- Câmî: Toplumun bir araya gelerek birlik ve bütünlük oluşturması cuma namazının hedefleri arasında yer almaktadır. Bundan dolayı mezhepler bir yerleşim yerinde kılınan cuma namazının mümkün olduğunca tek bir camide kılınmasını şart koşmuşlardır. İhtiyaç halinde ihtiyaç miktarınca -birden fazla- camide kılınmasına ise zaruretten dolayı cevaz vermişlerdir.
- 5- Cemaat: Cuma namazının ancak cemaat ile kılınabilen bir namaz olduğunda ulemanın ittifakı olmasının yanı sıra cemaatin keyfiyeti ve sayısı hakkında ihtilaflar mevcuttur. Hanefi mezhebine göre cemaat oluşması için en azından imam haricinde 3 kişi bulunması gerekir. İman Ebu Yusuf imam haricinde 2 kişiyi de yeterli görmüştür. Şafiî ve Hanbelî mezhebine göre cemaat şartının gerçekleşebilmesi için âkil (akıl sahibi), bâliğ (büluğ çağına ulaşmış), hür, erkek, mukim ve oraya yerleşmiş olan en az 40 kişinin namazın her safhasında ve hutbe esnasında hazır bulunması gerekir. Malikîlere göre imamdan başka en az 12 kişi olması gerekir.
- 6- Hutbe: Hutbenin cumanın sıhhat şartları arasında yer alması konusunda ulemanın görüş birliği bulunmaktadır. Fakat hutbenin mahiyeti ile alakalı farklı görüşler mevcuttur.
- 7- Cuma kılınan mekânın umuma açık olması: Hanefîler cuma namazının meşru kılındığı Cuma sûresinin 9. ayetindeki “nidâ”nın umuma karşı olacağını söyleyerek buradan cuma namazının herkese açık mekânlarda kılınmasını şart koşmuşlardır.
Makalenin başında da zikredildiği gibi; zuhr-i âhir, ihtiyaten öğle namazının yerine kılınan namazdır. Zuhr-i âhir namazına niyet ederken “vaktine eriştiğim son öğle namazını kılmaya” diyerek niyet edilir. Bu namaz dört rekâtlık farz bir namaz şeklinde kılınabileceği gibi, her rekâtında fatihadan sonra bir sûre okuyarak dört rekatlık nafile namaz gibi de kılınabilir. (Aliyyü’l-Kârî, Feth-u bâbi’l-inâye, 1/392)
Bu namaz ihtiyaten kılındığı için bu namazı kılmayan kişinin kılmaya zorlanması, kılan kişilere de kılmamalarının teşvik edilmesi doğru değildir. Ulema ihtiyaten kılınan bu namazı müstahsen (güzel) görmüştür. (Aliyyü’l-Kârî, Feth-u bâbi’l-inâye, 1/392.) Allah kullarının hayır adına yaptığı hiçbir şeyi zayi etmez.
**
Kaynaklar
- Kuveyt Fıkıh Ans., Salâtü’l-Cum’a, 27/192.
- Vehbe Zuhaylî, İslam Fıkhı Ans., 2/365.