Ehli kitap; kitap ehli, kitaba inanan demektir. Bununla Yahudi ve Hıristiyanlar kastedilir. Bazılarının inançları içinde bir takım şirk unsurları olsa da, kendisini Hıristiyan ve Yahudi kabul eden, İncil’e ve Tevrat’a inandığını söyleyen herkes ehl-i kitaptır.
Ehli kitabın kestiklerinin yenebileceği konusunda bazı farklı görüşlerle beraber hemen hemen ittifak vardır. Bu ittifak Mâide Suresinin 5. ayetine dayanmaktadır. Allah Teâlâ bu ayette şöyle buyurmaktadır:
- وَطَعَامُ الَّذِينَ أُوتُوا الْكِتَابَ حِلٌّ لَكُمْ وَطَعَامُكُمْ حِلٌّ لَهُمْ “Ehl-i kitabın kestikleri ve diğer yiyecekleri size helâldir. Sizin yiyecekleriniz de onlara helâldir.” (Maide, 5/5).
Ayette geçen “taâm” kelimesi, “yemek, yiyecek” demektir ve maksat da, ehl-i kitabın “kestikleri”dir. Burada genel prensip şudur: “Kendi dinlerinde caiz olan fakat bizim dinimizin de haram kılmadığı şeyler yenebilir, uygulanabilir.” Mesela, domuzu onlar helal görüyorlar ama bizim dinimizde haram kılınmıştır. Dolayısıyla yiyemeyiz. Deve onlara göre haram görülüyor ama dinimizce helal olduğundan, onların kestikleri develeri yiyebiliriz.
Evet, ehl-i kitabın kestikleri helaldir. İster, Allah’ın adını andıkları bilinsin, ister bilinmesin. İster, kendi kilise ve havraları veya bayramları dolayısıyla kesilmiş olsun, isterse kendileri açısından haram kabul edilen deve gibi hayvanlar olsun helaldir. Bu helallik, İbni Abbas hazretlerinin de dediği gibi, sırf onların Tevrat ve İncil’e inanmalarından kaynaklanmaktadır. Bu durum, Allah’ın, indirdiği kitaba inananlara vermiş olduğu değerin bir neticesidir.
Bu genel kabulle beraber, bazı âlimlerce, Yahudi ve Hıristiyanların kendi tapınakları ve bayramları için kestiklerini yemek mekruhtur. Çünkü bununla, Allah’tan başkası için kesmeyi murad ediyorlar, dolayısıyla da şirklerini ortaya koymuş oluyorlar. En doğru ve tedbire en uygun görüş de budur. Öyleyse bu durumlarda ihtiyatı tercih etmek gerekir.
Yahudilerin Hazreti Üzeyr (a.s), Hıristiyanların da Hazreti İsa (a.s) adına kestikleri biliniyorsa, Allah’tan başkası adına kestikleri için helal olmaz. Zira bu konuda Kur’an’da açık beyan vardır:
- حُرِّمَتْ عَلَيْكُمُ الْمَيْتَةُ وَالدَّمُ وَلَحْمُ الْخِنْزِيرِ وَمَا أُهِلَّ لِغَيْرِ اللهِ بِهِ “Size şunlar haram kılındı: Kendiliğinden ölen hayvan, kan, domuz eti, Allah’tan başkasının adına kesilen…”(Maide Suresi, 5/3)
Ancak, Allah’tan başkası adına kestikleri bilinmiyorsa, Allah için kestikleri kabul edilerek yenilir.
Müslümanların çoğunluk olduğu yerlerde -besmele konusunun hassasiyeti mahfuz- et ve et ürünleri yeme meselesi çok sıkıntı olmayabilir, araştırmak gerekir. Müslümanların az olduğu veya hiç olmadığı yerlerde ise ihtiyatlı olmakta fayda var. Aslında en uygunu, bazı âlimlerimizin dediği gibi, kendi kestiklerimizi yemek, ehl-i kitabın kestiklerini yemeyi ise zarurete bağlamaktır.
Öyleyse, yurt dışında, ehl-i kitapla beraber yaşanılan yerlerde, helal kesim yapılan müesseselerden veya kendi kestiklerimizden yemeli, mecbur kaldığımız zamanlarda da ayetin bizlere tanımış olduğu ruhsattan istifade etmeliyiz. Tabi burada ayrıca dikkat etmemiz gereken bir diğer husus da, kesimin, domuz kesimhanelerinde yapılmaması, kesim sonrası yapılacak doğrama, kesme gibi işlemlerin, domuz kesiminde kullanılan bıçaklarla yapılmış olmamasıdır.
Burada şöyle bir soru akla gelebilir:
Müslümanların yaptığı kesimlerde ayet ve hadislerin açık beyanlarıyla, besmele çekilmesi olmazsa olmaz bir şart olarak görülürken, besmele çekmediği bilinen ehl-i kitabın kestiği hayvanın etini yemeye izin verilmesinin hikmeti nedir?
Cevap olarak şöyle diyebiliriz:
Hayvan keserken, av avlanırken besmele çekmek, Müslüman bulunmanın en büyük emare ve şartlarından biridir. Yani bir insan Müslümansa, kestiği şeye besmele çekecektir. Ehl-i kitabın kestiklerini yeme konusunda ise Allah Tealâ, ayrı bir kolaylık ve ruhsat tanımıştır. Yukarıda İbni Abbas hazretlerinden naklen dediğimiz gibi bu durum, sırf onların Tevrat ve İncil’e inanmalarından kaynaklanmaktadır. Böyle bir kolaylık ve ruhsata, istisnaî durum olarak da bakılabilir.
Öyleyse istisnalardan istisnaî durumlarda faydalanmak, ruhsatlardan ruhsatlar kadar istifade etmek, sair durumlarda ise azimet olan (Allah’ın esas istediği) hükmü uygulamak gerekir. Evet, neticede umumi veya azimet ifade eden hükmü veren de, umumilik içinde hususi bir durumu belirtip istisna kılan, ruhsat tanıyan da Allah Tealâdır. O (c.c), hüküm ve hikmet sahibidir.
Kaynaklar: Serahsi, Mebsut, Sayd; Mecmeu’l Enhur, Hac; İbni Abidin, Zebaih; Vehbe Zühayli, Zebaih