Sorudan anlaşıldığı gibi meselenin iki ayrı yönü var. Bir; borçlu belki imkanlarının yetersizliğinden dolayı borcunu ödeyemiyor. Bu durumda alacaklı kişiye düşen şey, mürüvvetle hareket edip, borçluyu daha fazla sıkıntıya düşürmemektir. Borçlunun yapacağı şey de bir an önce borcu olan miktarı ödeyip kurtulmaktır.
Alacaklı olan şahıs, zekat verirken borçlu olanı tercih eder de ona vereyim derse önce zekatını verme mükellefiyetini yerine getirir. Sonra da ödeme imkanına kavuşan boçlu borcunu ödemiş olur. Yani temlik ve temellük işi tamamlandıktan sonra biri zekat farizasını yerine getirmiş, diğeri de borcu olan miktarı ödemiş olmaktadır.
Yanlız günümüzde bazıları temlik-temellükün şeklî bir şey olduğunu bu yüzden alacağını silmek ve borçluya bunu bildirmekle de, zekatın verilmiş olacağını söylemektedirler.
Bu şekil muamelede farklı neticeler de çıkabilir. Yukarıdaki şekliyle zekatını alacaklı olduğu şahsa veren kimse, ardından alacaklı olduğu miktarı talep edebilir. Bu çok normaldir. Ancak daha baştan “ben sana şu kadar zekat vereceğim, benim alacağımı öde” şeklindeki muamele ise, caiz olmakla birlikte bir yönüyle hileyi işmam ettiğinden yapılmaması gereken bir davranış olarak bakmak daha doğru olur.
Vermezse zorla alma meselesine gelince, bir kimse alacaklı olduğu kimsenin verme imkanı olduğunu anladığında onun peşine takılır, çarşı-pazarda onu takip eder, hatta gidip evine kapısının önünde oturabilir. Bütün bunlar alacaklının en tabii haklarıdır. Şayet belli bir miad almamışsa gidip elinden de alabilir. Ancak bunlar mürüvvetli insanın yapacağı şeyler değildir. Zira başta da ifade edildiği üzere esas olan borçluyu sıkıştırmadan, onu daha çok şıkışıklığa düşürmeden, alacaklı olduğu miktarı almaktır. Birincisi, insanın hakkı, ikincisi de, mürüvvet meselesidir. Yani illa da ben sıkıştıracağım diyen birisi gider zorla da olsa alacağını alır, ama mürüvvetli insan da kendine düşeni yapar.