Zekât sözlükte büyüme, artma, bereket ve temizlenme manalarına gelir ki bu manalar aynı zamanda onun hikmet ve faydalarına da işaret etmektedir çünkü zekât, malın artmasına ve bereketlenmesine vesile olduğu gibi aynı zamanda malı kendisine karışan haramlardan ve ona taallûk eden haklardan temizler.[1]Bediüzzaman Hazretleri zekâtın bu yönüne şu ifadeleriyle dikkat çekmiştir: “Zekât, her şahıs için sebeb-i bereket ve dâfi-i beliyyattır. Zekâtı vermeyenin, herhalde elinden zekât … Okumaya devam et Dinî bir ıstılah olarak zekât, belirli miktardaki bir maldan dinin belirlediği belli bir kısmını, Kur’ân’da açıklanan sınıflara dağıtmaktan ibaret olan malî bir ibadettir.[2]Yüksel Yıldız, Soru-Cevaplı Zekât İlmihali, s. 15.
Kur’ân’da kesin emir ifade eden “Namazı kılın, zekâtı verin.” ibaresi altı yerde geçmektedir.[3]Bakara Sûresi, 2/43; Nisâ Sûresi, 4/77; 4/83; 4/110; Nur Sûresi, 24/52; Müzzemmil Sûresi, 73/20. Ayrıca zekât ibadeti, Kur’ân-ı Kerîm’in 28 âyetinde namazla birlikte olmak üzere toplam 32 âyette yerini almıştır. Kur’ân-ı Kerîm’de namazdan sonra en fazla üzerinde durulan ibadetin zekât olması, onun dindeki ehemmiyetini göstermesi açısından dikkat çekicidir.
Diğer yandan zekât vermek birçok hadis-i şerifte emredilmiştir. Mesela bir hadis-i şerifte Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:
“İslâm beş esas üzerine bina edilmiştir: Allah’tan başka ilah olmadığına ve Hz. Muhammed’in (sallallahu aleyhi ve sellem) Allah’ın Resûlü olduğuna şehadet etmek, namaz kılmak, zekât vermek, haccetmek ve Ramazan orucunu tutmak.” (Buhârî, iman 1; Müslim, iman 19).
Özellikle zekât vermeyenlerle ilgili Allah Resûlü’nün (sallallahu aleyhi ve sellem) tehditkâr ifadeleri oldukça ibret vericidir:
“Deve, sığır veya davar sahibi olup da bunlarda var olan Allah hakkını eda etmeyen herkese Kıyamet günü, bu mallar, mümkün olduğunca iri ve şişman olarak geleceklerdir. Bu malların sahibi, düz ve geniş bir yere oturtulacak, hayvanlar bacakları ve tabanlarıyla onun üzerinden geçecekler. Geçiş sırasında boynuzlarıyla toslayacaklar ve ayaklarıyla ezecekler. İçlerinde boynuzsuz veya boynuzu kırık biri bulunmayacak. Bu şekilde sonuncusu da onun üzerinden geçince, birincisi aynı geçişe tekrar başlayacak. Mahlûkatın hesabı tamamlanıp hüküm verilinceye kadar bu hâl devam edecek.”[4]Müslim’in bir rivayetinde bu azap şeklinin dünya ölçüleriyle elli bin sene devam edeceği yer alır. (Müslim, zekât 24).
“Altın ve gümüşün haklarını vermeyen hiçbir altın ve gümüş sahibi yoktur ki kıyamet gününde bunlar ateşten levhalar hâline getirilip de cehennem ateşinde kızdırılarak, onlarla sahibinin yanları, alnı ve sırtı dağlanmasın!.. Bu levhalar soğudukça süresi elli bin sene olan bir günde, kullar arasında verilecek hüküm bitinceye kadar, sahibine azap için tekrar (kızdırılarak) konacaklardır. Sonra da kendisine ya Cennet’e veya Cehennem’e doğru (giden yol) gösterilecektir.” (Müslim, zekât 24).
Zekât vermek aslında fakirlerin, zenginlerin malları üzerindeki bir hakkıdır. Dolayısıyla zekâtı verilmemiş malda, başta Allah hakkı sonra da fakirlerin hakkı vardır. Bu husus Kur’ân’da şu ifadelerle dile getirilir: وفِي أَمْوَالِهِمْ حَقٌّ لِلسَّائِلِ وَالْمَحْرُومِ “Onların mallarında yoksullar ve muhtaçlar için de bir hak vardır.” (Zâriyât Sûresi, 51/19). Bu şuurla zekâtını veren bir zenginin, fakirlere minnet etmesi bir tarafa, böyle önemli ve sevabı fazla bir ibadeti yerine getirmelerine vesile oldukları için onlara şükran borçlu olması gerekir.
Zekâtın gerek ferd gerekse toplum planında birçok hikmet ve faydaları vardır. Efendimiz’in ifadeleri içinde zekât fakirlerle zenginler arasında bir köprüdür.[5]Ali el-Müttakî, Kenzü’l-Ummâl, 6/293 (15758). Çünkü zekât, aradaki sevgi bağlarını güçlendirir. Böylece zengin ve fakir arasındaki derin uçurumların oluşmasına mâni olur.
Dinde bu derece ehemmiyeti haiz bulunan zekât mükellefiyetini yerine getirme açısından temelde kadın ve erkek arasında bir fark yoktur. Yani Müslüman ve âkıl-bâliğ olmanın yanında, aslî ihtiyaçları dışında nisap miktarı mala sahip olan ve bu malın üzerinden bir sene geçen her Müslüman’ın zekât mükellefiyetini yerine getirmesi dinde katî bir farzdır.
Dipnotlar
⇡1 | Bediüzzaman Hazretleri zekâtın bu yönüne şu ifadeleriyle dikkat çekmiştir: “Zekât, her şahıs için sebeb-i bereket ve dâfi-i beliyyattır. Zekâtı vermeyenin, herhalde elinden zekât kadar bir mal çıkacak; ya lüzumsuz yerlere verecektir, ya bir musibet gelip alacaktır.” (Bediüzzaman Said Nursî, Mektûbât, s. 309). |
---|---|
⇡2 | Yüksel Yıldız, Soru-Cevaplı Zekât İlmihali, s. 15. |
⇡3 | Bakara Sûresi, 2/43; Nisâ Sûresi, 4/77; 4/83; 4/110; Nur Sûresi, 24/52; Müzzemmil Sûresi, 73/20. |
⇡4 | Müslim’in bir rivayetinde bu azap şeklinin dünya ölçüleriyle elli bin sene devam edeceği yer alır. (Müslim, zekât 24). |
⇡5 | Ali el-Müttakî, Kenzü’l-Ummâl, 6/293 (15758). |