Azerbaycan’ın milli şairi Bahtiyar Vahapzade, Orta Asya’daki Türk kolejleri hakkında şunları anlattı: “Bu güzel eğitim hizmetlerinin meyvelerine önümüzdeki senelerde hep birlikte şahit oluruz. Anlatılır ya, adamın birisi bir kapının kilidini kesmeye çalışıyormuş, bunu görüp yanına gelenler ‘Ne yapıyorsun?’ diye sorunca ‘Keman çalıyorum.’ diye cevap vermiş. Onlar ‘Ama sesini duyamıyoruz.’ deyince, ‘Yarından itibaren duymaya başlarsınız.’ demiş. Evet buralarda yetişen gençler yavaş yavaş hayatın içinde yerlerini alınca, insanlık için ne kadar faydalı oldukları görülecektir. Ben bu gidişattan işin hangi güzelliğe varıp dayanacağını tahmin edebiliyorum..”
Rusya’daki bir Türk kolejinin mezuniyet töreninde spikerliği Timofi isimli bir Rus öğrenci yapıyordu. Programın başında konuştuğu Türkçe’nin güzelliğinden herkes onun Türk olduğunu zannediyordu. Kibar, bilgili, nezih ve nezaketli bir hali vardı. Kendisine yapılan iltifat ifadelerini hep “Estağfirullah..”diyerek tercüme sırasında geçiştirdi. Yani onları hiç tercüme etmedi. Son derece mütevazı idi. O programa katılmış olan Gülay Göktürk, “Böyle bir evladım olmasını çok isterdim.” dedi. Timofi’ye “Eğer bir gün başbakan olursanız, ne yapmayı düşünürsünüz?”diye bir soru sorulunca, “Herhalde ilk işim, Rusya ile Türkiye arasındaki münasebetleri geliştirmek, bu iki ülkeyi birbirine yaklaştırıp dostluklarını kuvvetlendirmek olacaktır.” diye cevap verdi.
Umreye gitmiştik. Medine’de alışveriş için bir mağazaya girmiştik. Bizim Türk olduğumuzu gören mağaza sahibi “Sizin padişahlarınız çok istedikleri halde İslam âleminin bitmeyen problemleri dolayısıyla bir defa bile hacca gelemediler. Bugün daha büyük problemler var. Onları halletmeden siz art arda umreye geliyorsunuz. Ben anlamıyorum. Siz öncelikleri el uzatmanız gereken işlere verseniz ya.”dedi. Saygı duyduğumuz bir büyüğümüze “Şöyle toplu halde bir umreye gidebilir miyiz?” diye sormuştuk. “Yurtdışındaki okulların sayısı 500’e ulaştı mı ki, böyle bir şeyi arzu ediyorsunuz?” diye cevap vermişti. Bu mübarek günlerde, bu sohbetlerde geçen güzel mesajlar üzerinde düşünüp bir durum değerlendirmesi yapmak mecburiyetindeyiz.
Seneler önce Harem–i Şerif civarında hatim indirilecekti. Herkese Kur’an cüzleri dağıtılıyordu; fakat Türkler verilen cüzleri almıyordu. Bu işi organize eden zatın bu durum hoşuna gitmiş ve birkaç gün sonra Ali Ulvi Kurucu Hocaefendi’ye “Maşaallah Türklerin hepsi de hafız. Hatim cüzlerini onlar almadılar.” demiş. O da “Keşke öyle olsaydı. Onlar maalesef Kur’an okumasını bilmedikleri için almamışlardır.” deyince o zat “Bin sene Kur’an’ın bayraktarlığını yapan bu milletin torunları, nasıl olur şimdi Kur’an okumasını bilmezler?” diyerek yere yıkılır ve bir hafta sonra kahrından vefat eder.
Azerbaycan’da bir gece yangın çıkar. Türk kolejlerinde görevli birisi, sabah yangın yerine uğradığında her şeyin kül olduğunu, sadece ortada sapasağlam bir Kur’an–ı Kerim’in kaldığını görür. Son büyük depremde, yıkık binaların arasında geziyordum. Birden sayfaları açık bir Kur’an gördüm. Gözüme “İnne batşa Rabbike le şedid” (Senin Rabbinin darbesi çok müthiştir.) (Burüc Suresi, 85/12) ayeti ilişti. Ne müthiş bir ifade idi!..
Çanakkale Savaşı sırasında şehit olan Mehmetçiklerin göğüslerinden hep Kur’an–ı Kerim’ler çıkmıştı. Bir komutanımız “Yetiş ya Muhammed, Kur’an’ımız bu gidişle sahipsiz kalacak!..”diye ruh–u Muhammedi’den istimdatta bulunuyordu.
Bediüzzaman Hazretleri, “Çocuklarınıza siz Kur’an öğretirseniz, Allah bu ülkeyi korur!”diye yanına gelenlere nasihat ediyordu. Evet Allah, kendi Kelam–ı Kadim’inde “Muhakkak ki, Kur’an’ı Biz indirdik Biz. Ve muhakkak ki, onu Biz koruyacağız.”(Hicr Suresi, 15/9) buyurarak, Kur’an–ı Kerim’i koruması altına aldığını bildiriyor. Elbette ki, büyük bir rütbe olarak Kur’an’ın ezberlenmesi ve hafızların yetiştirilmesi mevzuunda olsun, onun manalarının dünyada duyurulması meselesinde olsun gayret gösterenler de yine İlahi hıfz ve muhafazanın güvenliği altında olacaktır.
Mevlana Hazretleri’ne, Molla Hüsameddin “Efendim, çok yorgunsunuz, hiç uyumuyorsunuz. Ne olur bu akşam olsun iyi bir istirahat buyursanız.”der. Mevlana “Peki, olur.” der. Molla Hüsameddin bakar ki, bütün gece Mevlana yine meşgul, hiç uyumuyor. Sabahleyin “Efendim, bu gece de uyumadınız.”deyince “Biz de uyursak halkı kim uyandıracak?” der. Bu güzel sohbetin vermek istediği mesajları inşaallah iyice anlayıp gereğine göre hareket ederiz.
*Abdullah Aymaz