Allahu Teala Malikü’l-Mülk’tür ve mülkünde istediği gibi tasarruf eder. İnsanı yaratan ve bulunduğu konumda onu var eden Allah’tır. Yani bizlere verilmiş birçok nimet vardır ki, bizim irademizin dışındadır. Mesela, bizler hangi ülkede doğacağımıza, kimlerin anne ve babamız olacağına, şekil ve şemailimizin nasıl olacağına, cinsiyetimizin tespitine, içinde doğup neşet edeceğimiz ailenin maddi durumunun veya dininin ne olacağına karar veremeyiz. Daha bunlar gibi birçok mesele vardır ki, hiçbir dahlimiz ve tercihimiz olmadan bidayette bizim için Cenab-ı Hakk tarafından belirlenmiştir.
Fakat insanın sorumluluğunun başlaması bundan sonra olacaktır. Ve bidayette kendisi için takdir edilen durum ve şartların, aleyhinde veya lehinde olması, kişinin, Allah’ın vermiş olduğu iradeyi ne yönde kullanacağına bağlıdır. Dolayısıyla bizler başlangıç aşamasında bir kimse hakkında kendisine mevhibe nevinden verilen (önceden verilmiş) nimetlere bakarak veya görünüş itibariyle içinde bulunduğu olumsuz durumdan yola çıkarak karar verecek olursak hata edebiliriz. Çünkü zahirde bize göre iyi veya kötü olan nice durumlar vardır ki, işin hakikati hiç de bizim değerlendirmelerimize uymayabilir. Yani bizim hayır gördüğümüz şeylerde şer olabilirken, şer gördüğümüz şeylerde de hayır olabilir. Çünkü kişinin başlangıç itibariyle içinde neşet ettiği durumların, onun hakkında şer veya hayır olması, o kişinin iradesini Cenab-ı Hakk’ın iradesi istikametinde kullanıp kullanmamasına göre farklılık gösterecektir. Mesela, zenginlik veya fakirliği ele aldığımızda, bu her iki durum için de mutlak olarak iyi veya kötü dememiz mümkün değildir. Çünkü aynı mala mülke sahip olan iki kimseden birisi, bu imkânlarını Ümmet-i Muhammed’in terakkisi yolunda kullanarak Allah yolunda bir yükselişe geçerken, diğeri, bunu başkalarına karşı bir tahakküm ve gurur vesilesi yaparak baş aşağı düşebilir. Yine Müslüman bir aile ve çevrede yetişen birisi için, (Allah muhafaza) ülfet ve ünsiyetin etkisiyle veya farklı sebeplerden dolayı küfür ve dalâlet bataklığına düşmesi mümkün iken, İslamiyet nurunun parlamadığı bir ailede yetişen bir kimse için de, ihtida etmesi ve çevresinde meydana getireceği tesirlerle birçok kişinin de hidayetine vesile olması pekâlâ mümkündür.
Meselenin bir diğer boyutu da, dünyanın bir imtihan yeri olmasıyla ilgilidir. Buna göre Allah’ın imtihan şekilleri farklı farklı olduğundan, herkesin imtihanı da bir olmayacaktır. İçinde bulunduğumuz şartların iyi veya kötü olmasının, dünyanın ahirete nispeten kısalığı ve geçiciliği düşünüldüğünde, çok önemli olmadığı görülecektir. Yani önemli olan netice itibariyle ahiret hayatının hoş ve güzel olmasıdır. Bu anlamda Kur’an’da verilen örneklere baktığımızda, Ashab-ı Kehf gibi Firavunun Hanımı gibi veya Firavunun çevresinde olup da iman eden diğer bir kimseden bahsedilir ki, bunlar her ne kadar dünya hayatı itibariyle istedikleri bir ortamı bulamasalar da, ahiret hayatlarını kurtarmışlardır. Bunun tam tersi de mümkündür. Hz. Nuh Aleyhisselam’ın oğluna veya Hz. Lut Aleyhisselam’ın hanımına baktığımızda bu durumu açıkça görebilir. Efendimizin (s.a.s) çevresinde de bu gibi kişiler olmuştur. Onun en yakın amcası iman edemeden dar-ı bekaya göç ederken, yıllarca onun amansız düşmanı olan Ebu Süfyan gibi kimseler iman etmişlerdir.
Neticede kişi nasıl bir çevrede yetişirse yetişsin, Allahu Teala bizlerin doğru yolu bulup Ona hakkıyla ibadet edebilmemiz için Mukaddes Kitapları indirmiş ve bununla da kalmayıp onları açıklayıp hayatında canlı birer örnek halinde bize takdim edecek Kutlu Elçilerini göndermiştir. Bu durumda kullara düşen de, bu mesaja karşı kulaklarını kapayıp ilgisiz kalmak değil, bir arayış içine girerek kendisini hidayete ulaştıracak olan bu kutsal kaynağa sahip olmaya çalışma olmalıdır. Ayrıca insana verilen akıl da, belli ölçüde yine Cenabı Hakk’ın kâinata yerleştirdiği deliller sayesinde Onu bulmaya tanımaya ve ahiretin varlığını kavramaya yetecektir.
Bütün bunlarla beraber unutulmaması gereken bir nokta vardır ki, o da herkesin içinde bulunacağı durum ve konuma göre hesaba çekileceğidir. (Allahu a’lem) İslamiyetin bütün müesseseleriyle hayata geçirilip, dini mübini İslam’ın hakkıyla yaşandığı bir yerde neşet edenle, iman ve İslam adına karanlıkların hâkim olduğu bir yerde doğup büyüyenin hesabı aynı olmayacaktır. Fakat bu gibi konularda biz tamamıyla meselenin hakikatına vakıf olamayız. Bütün bunların yanında, hiç aklımızdan çıkarmamamız gereken bir nokta var ki, o da Allah’ın Âdil ve Hakîm olduğu ve her işini adalet ve hikmetle yaptığı gerçeğidir.