Soruda, ayrı ayrı ele alınması gereken iki konu var:
- Kurban kesmek yerine tasaddukta bulunmak
- Kurbanın hükmü, üç mezhepte sünnet olması
İlkinden başlayalım.
Kurban kesmek yerine tasaddukta bulunmak
İslâm’da ibadetler; Rabbimizin rızasını kazanmak için yaptığımız, O’na kulluğumuzu arz etme mahiyetini taşıyan, şekil şartlarını da yine Rabbimizin belirlediği fiillerdir. Şekil şartları derken, ibadetin nasıl, ne zaman, nerede yapılacağı gibi hususları kastediyoruz. Bu manada ibadetlerin keyfiyetleri “taabbüdî”dir; yani Cenab-ı Hakk’ın bildirmesiyle bilinir. Hikmetleri, faydaları aklen değerlendirilir olsa da hüküm bunlara değil, Allah’ın emrine ve bunun tezahürü olarak da Peygamber Efendimiz’in (sallallahu aleyhi vesellem) söz ve uygulamalarına dayanır.
Allah’ın emrettiği şekilde yapılması gereken ibadetlerin yerine herhangi bir şeyin konması düşünülemez. Yerine konacak şey başka bir ibadet olsa da. Farz/vacip bir ibadetin yapılmamasını caiz kılacak şey, bir mazeret durumu olabilir. Bir mazeretin ibadeti yapmamayı mübah kılması için gerekli durumlar da, ibadetlerin rükün ve şartlarının anlatıldığı eserler olan fıkıh kitapları ve ilmihallerde belirtilmiştir.
Kurban da; şekil ve şartları belli olan ibadetlerden biridir. Kurbanın birkaç çeşidi vardır. Soruda sorulan, Kurban Bayramı’nda kestiğimiz kurban, Hanefî mezhebinde fetvaya esas teşkil eden görüşe göre vacip, diğer üç mezhebe göre ise sünnet-i müekkededir.
Diğer mezheplerin görüşünün üzerinde, sorunun ikinci kısmını ele alırken duracağız. Hanefîmezhebinde vacip bir ibadet olan kurbanın yerine başka bir ibadet konulamaz. Her ibadetin ayrı yeri vardır. Kurban kesmesini vacip kılacak maddi imkanlara sahip Müslümanların bu ibadeti ifa etmeleri mutlaka gereklidir.
Kurbanın sünnet-i müekkede olduğu görüşü
Yukarıda da söylediğimiz gibi kurban, Hanefî mezhebinde vacip olsa da diğer üç mezhebin genel görüşüne göre sünnet-i müekkededir. İlgili eserlerde belirtildiği üzere sünnet ikiye ayrılır: Sünnet-i müekkede (kuvvetli sünnet) ve sünnet-i gayri müekkede (o kuvvette olmayan sünnet). Sünnet-i müekkede, Peygamber Efendimiz’in (sallallahu aleyhi vesellem) çoğunlukla yaptığı, nadiren terk ettiği ya da istisnai durumlar dışında hiç terk etmediği davranışlardır. Nitekim kurban ibadetini hiç terk etmemiştir -ki Hanefî mezhebinin kurbanı vacip görmesinin sebeplerinden biri de budur-. Sünnet-i müekkedenin yapılması insana sevap kazandırır ancak yapılmaması durumunda bir günah işlenmiş olmaz.
Sünnetin yapılmamasına günah terettüp etmemesi, bazı Müslümanları tekâsüle sevk edebilmektedir. Halbuki işin sadece bu tarafının düşünülmesi bir gaflettir. Zira sünnetin yapılması insana sevap kazandırır, Allah’a yaklaşma yolunda çok önemli bir vesiledir. Allah’a yakınlık kazanma, O’nun rızasına nail olma, insanın en önemli ihtiyacıdır. Sünneti ihmal eden, bu fırsatı tepmiş olur. Dolayısıyla sünnetlerle ilgili olarak düşünülürken, yapılmadığı takdirde günah olup olmayacağı değil de, yapıldığı takdirde elde edilecek manevi kazanç ve terk edilmesinin bu kazançtan mahrumiyet olduğu zaviyesinden bakılması daha doğru olacaktır. Bu açıdan, sünnetin, özellikle de müekkede olanının tarifi olarak şöyle de söylemek mümkündür: Yapıldığında büyük sevap, mükafat ve inşaallah Allah’ın rızası, yapılmadığı takdirde ise bu mükafattan mahrumiyet söz konusu olan fiillerdir.
Öte yandan, sünnet-i müekkedenin terk edilmesinin günah olduğunu düşünen de birçok ulema vardır. [1]Bkz. Kâsânî, Bedâiu’s-Sanâyi, 1/147; Zuhaylî, el-Fıkhu’l-İslâmî ve Edilletuh, 1/362; Ruaynî, Mevâhibü’l-Celil, 1/539; Uleyş, Minehu’l-Celil, 2/488))) En azından, bir sünnetin … Okumaya devam et Efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyururlar:
“Maddi imkanı olduğu halde kurban kesmeyen kimse, namazgâhımıza uğramasın!” (İbn Mâce, edâhî 2; Ahmed b. Hanbel, Müsned, 14/24)
Hanefîler’in kurban gibi bazı ibadetlere vacip, diğer mezheplerin sünnet demesi, şöyle bir durumun da sonucudur: Hanefîler, mutlak surette yapılması gereken fiilleri, farz-vacip şeklinde iki kısımda mütalaa ederler. (Burası yeri olmadığı için detaylarına girmeyeceğiz. Arzu edenler, usul-i fıkıh, fıkıh ve ilmihal kitaplarının girişlerine bakabilirler.) Diğer mezheplerde bu ayrım çok görülmez. Onlarda, mutlak surette yapılması emredilen fiiller vacip (veya aynı manada olarak farz) adını alır, bunun bir alt mertebesinde de sünnet-i müekkede vardır. Yani Hanefî terminolojisinde vacip, farz ile sünnet arasında bir ara hüküm/kavramdır. Diğer mezhepler bu kavramı kullanmadıkları için, Hanefîlerin vacip hükmünü verdiği bazı ameller (kurban gibi) onlarda sünnet, bazıları da (namazda Fatiha okumak gibi) farz olarak değerlendirilmiştir. Hanefîlerin vacip hükmünü verdikleri amellere yükledikleri bazı hükümlerin diğer bazı mezhep ve ulema tarafından sünnet-i müekkedeye yüklendiğini görüyoruz. [2]Mesela Hanefî mezhebinin, namazda bir vacibin sehven veya kasten terk edilmesi durumunda yapılması gerekenler, diğer bazı ulema ve mezheplerce sünnetin terkiyle ilgili olarak söylenmiştir. … Okumaya devam et
Bu zaviyeden bakıldığında, aslında ibadetin hükmü, onun yapılıp yapılmamasının ibadet hayatındaki tesiri noktasında aslında aralarında çok fazla fark olmadığı görülmektedir.
Bir de meselenin şu yönü var: Yeterli maddi imkanlara sahip olan kimse, tasadduk etme, muhtaçlara yardımda bulunma noktasında yapabileceği pek çok şey, şahsi hayatı adına feragatte bulunabileceği pek çok harcama kalemi bulabilir. Bunun için, yılda bir defa vacip olan kurbanı feda etmeye ihtiyaç yoktur. Kaldı ki insanların ete de ihtiyacı vardır. Bununla ilgili olarak onca organizasyon yapılmakta, bu vesileyle maddi imkân sahipleriyle ihtiyaç sahipleri buluşturulmaktadır. Yılda sadece bir defa Kurban Bayramı’nda et yiyen insanlar vardır. Yani kurban, ihtiyaçların giderilmesi adına da önemli bir vesiledir.
Aynı zamanda, Kurban Bayramı’nı idrak etme, kurban keserek Rabbimize olan kulluğumuzu bu vesileyle de hatırlama, dinin şeâirinden olan bu ibadeti hayatımızda görme, çoluk çocuğumuzun da bu dinî/manevi tören ve kutlamaya şahit olması da çok önemli manevi ihtiyaçlardır. Müslümanın hayatında bunların da ayrı bir yeri vardır ve bir başka şeyle doldurulamaz. Kurban kesmemek suretiyle muhtaçların ihtiyacını göreceğini düşünme, kurbanı fuzuli bir şeymiş gibi telakki etme manasına gelir ve bu da çok yanlış bir yaklaşımdır.
Hele insanların kurban için verdiği paraları, onların haberi olmadan başka yardım faaliyetlerinde kullanma, hem aslı itibariyle hem de insanları aldatma olması yönüyle kabul edilemeyecek bir şeydir ki bu başka bir yazının konusudur.
Özetleyecek olursak: Her bir ibadette olduğu gibi kurbanın da dinimizde ve dinî hayatımızda ayrı bir yeri vardır; bir başka şey onun yerine ikame edilemez. Kurban kesmenin başka mezheplerde sünnet olması, bir yönüyle kavramsal bir farklılıktır, kurbanın dinimizin önemli bir ibadeti olduğu hususunda İslâm alimleri ve mezhepler arasında herhangi bir ihtilaf yoktur. Sünnetler, terk edilecek şeyler değildir. Bilakis bizim için çok önemli Allah’a yakınlık vesileleridir.
Dipnotlar
⇡1 | Bkz. Kâsânî, Bedâiu’s-Sanâyi, 1/147; Zuhaylî, el-Fıkhu’l-İslâmî ve Edilletuh, 1/362; Ruaynî, Mevâhibü’l-Celil, 1/539; Uleyş, Minehu’l-Celil, 2/488))) En azından, bir sünnetin her defasında yapılıp yapılmamasında olmasa da, o sünnetin tamamen hayatımızdan çıkarılması manasına terk edilmesinin bir Müslüman için kabul edilemez bir durum olduğu da üzerinde durulması gereken bir husustur. Kurbanı sünnet gören mezhep ve ulema da, gücü yeten kimsenin kurban kesmemesinin hoş karşılanmadığını belirtmişlerdir. (((Bkz. İbn Kudame, el-Muğnî, 9/435 |
---|---|
⇡2 | Mesela Hanefî mezhebinin, namazda bir vacibin sehven veya kasten terk edilmesi durumunda yapılması gerekenler, diğer bazı ulema ve mezheplerce sünnetin terkiyle ilgili olarak söylenmiştir. Örnek olarak bkz. Uleyş, Minehu’l-Celil, 1/314 |