İslâm’ın herhangi bir emrini yapmamak küfür değildir ama, en küçük bir emri dahi olsa onu dahi hafife almak küfürdür. Tesettür mevzuunda Kur’ân’da değişik âyetler mevcut.. aynı zamanda tesettürü ifade eden bazı hadisler de var ki bunlar pek çoğu itibarıyla mütevatirdirler. Âyeti ve âyetin hükmünü inkâr eden kâfir olur. Hadisin mütevatirini inkâr mevzuunda ise ulema, “fîhî nazar” demişlerdir. Kuvvetli bir ihtimal ile, mütevatiren ifade edilen hadisteki bir hakikati inkâr eden veya hafife alan kimse de kâfir olur. Kaldı ki elfâz-ı küfrü anlatanlardan İmam Birgivî’nin Tarikat-i Muhammediye adlı eserini Berîka ismiyle şerheden İmam Hâdimî, elfâz-ı küfrü saydığı yerde şöyle demektedir:
Efendimiz’den açık nassla gelen hususlar şöyle dursun, zayıf dahi olsa O’na nispet edilen şeyi hafife alan kâfir olur. Meselâ, “Efendimiz şundan hoşlanırdı.” Buna karşılık birisi, “O hoşlanırdı ama ben hoşlanmıyorum.” derse küfre düşer.[1]Hâdimî, Tarikat-ı Muhammediye Şerhi: Berika 2/448. Bir insan o tür bir şeyden hoşlanmayabilir. Ancak burada mesele Efendimiz’e nispet edildiği için, bir kimsenin böyle bir tepkisi, Allah Resûlü’nü hafife almayı işmam ettiğinden böyle bir tepki o kişiyi küfre götürür.
Bir de doğrudan doğruya Efendimiz’in eliyle tahkim edilmiş bir mevzuda, vâzı-ı şeriat gibi “Hayır, bu öyle değil de böyle olmalı!” diyen kimse de küfre düşer. Binaenaleyh “Bu zamanda tesettür olur mu?” diyen bir insanın durumu tehlikelidir. Ancak, “Bu zamanda kadını ille de siyah çarşafa sokmanın bir mânâsı yoktur!” deme aynı değildir. Çünkü tesettür ne çarşaftır ne mantodur ne de başka bir şey; tesettür, kadının tepeden tırnağa, başka erkekleri tahrik etmeyecek şekilde kapanmasıdır. Bu, siyahla olabileceği gibi beyazla, maviyle veya pembeyle de olabilir. Ancak şu bilinmelidir ki, zâtî tesettürü inkâr veya hafife alma dine karşı çıkma sayılır.
Ne var ki bu mevzu fazla kurcalanarak insanlar küfre zorlanmamalıdır. –Allah muhafaza buyursun!– şer’î kıstaslar olmadığından çoğu kimse bu konuda küfre gidebilir. Her şeyden önce akidenin iyice güçlendirilmesi gerekir. Evet, insanlarda dini duygu ve düşünce öyle râsıh hâle gelmelidir ki, onlar dine ait herhangi bir meseleyi konuşurken başlarında kuş varmış gibi konuşmalı, onu uçurup kaçırırım diye ödleri kopmalıdır.
Evet, evvelâ, insanları bu hâle getirmek gerekir. Laubali bir insanla, dinin teferruatına ait meseleler konuşulmaz. Böyle bir kişi meseleyi keser atar ve dalâlete düşer. Bu sebeple tesettürü hafife alan kimseyle münakaşaya girişilmemelidir. Zira böyle bir insanın derdi daha büyüktür; büyüğü bırakıp daha alttaki konularda münakaşa ve tartışma, maksadın aksiyle sonuçlanır.
Meselenin bir diğer yönü de şudur: Tesettürün, zamanla, mekânla, şartlarla hiçbir alâkası yoktur. İnsan acayip kılık ve kıyafete de girse yine kafası çalışabilir. Meselâ, diyelim ki bir ülkede kadın-erkek herkes başlarına kalpak giymektedir. Bu ülkede başına kalpak giyen kimse aptallaşmamış, aptallaşmak bir yana sanayii ve tekniğiyle çok ileriye gitmiş de olabilir. Düne kadar Avrupa başını kapatıyordu. Onların başlarını kapatmaları, gelişmelerine mâni olmadı; açılıp saçılmaları da daha farklı bir performans sergilemelerine…
Ayrıca ben, medeniyet mefhumuyla da bu meseleyi telifte zorlanıyorum ve “Medenî insan açık gezer.” sözünü kabul etmiyorum. Medeniyet, eski devirlere nispeten onlardan uzak olmak, onların tarz-ı hayatından berî olmak ise, tam aksini düşünmek de mümkündür. İslâm, tesettürü getirmiş; tesettür, kadını bir mânâda daha cazip hâle getirmiş, içlerde ona karşı hürmet hissini güçlendirmiş ve zamanla o, kadının sevdiği bir kıyafet hâline gelmiştir. Diğer bir açıdan, eğer medeniyet, çok eski devirlere ait şeylerden uzaklaşma ise, bugünkü durum, İslâm’dan evvel cahiliye devrinde de yaşanıyordu. Bu itibarla da meseleyi bir kısım ön kabullere bağlayarak “Şu medenî, şu ise gayr-i medenî” demek fevkalâde yanlıştır.
Şimdilerde kadının kılık ve kıyafetine şiddetle reaksiyon gösterenler acaba neyi müdafaa ediyorlar ve niçin bu mevzuda ısrar ediyorlar? Bunu anlamak mümkün değildir. Bana öyle geliyor ki bu düşünce sahipleri, başkaları hakkındaki hükümlerde başkalarının oyununa geliyorlar ki, bu da delilsiz, mesnetsiz bir kısım iddialara kalkışmak demektir. Mü’min, iddia ettiği şeylerde bir delil insanıdır. Binaenaleyh yobazlık, mü’minin semt-i nâsûtîsinden fersah fersah uzak olmalı, mesnetsiz iddialara girmemeli, hak ve insaftan ayrılmamalıdır. Cenâb-ı Hak bizi basiretten mahrum etmesin!. İsterseniz, “İnsaf, dinin yarısıdır.”[2]el-Âlûsî, Rûhu’l-meânî 1/43. deyip bu hususu da noktalayalım.
Kaynak: Çizgimizi Hecelerken
Dipnotlar