Bir sahabi, Peygamber Efendimiz’e (sallallahu aleyhi ve sellem) sorar: “Ey Allah’ın Resûlü, hanımlarımızın bizim üzerimizdeki hakkı nedir?” Efendimiz cevap verir: “Kendi yediğinden ona da yedirmen, kendi giydiğinden ona da giydirmen, yüzüne vurmaman, onu kötülememen, evin içi hariç onu terk edip gitmemen.” (Ebû Dâvud, nikâh 42).
Şefkat Peygamberi (sallallahu aleyhi ve sellem), kadının kocası üzerindeki haklarını bir iki maddeyle öz olarak ifade buyurmuşlardır. Diğer bazı hadis-i şeriflerde diğer bazı hususlara da temas ederek işin ahlâkî tarafını anlatan tavsiyelerde de bulunmuştur. Mesela bir hadislerinde: “Bir mümin, hanımındaki hoşlanmadığı bir huya karşı hoşnutsuzluğunu onu defterden silecek bir kin derecesine vardırmasın zira beğenmediği bir huyla karşılaşsa bile, nasıl olsa bir başka huyunu beğeniyordur.” (Müslim, radâ 61) buyurmuşlardır. Bu hususa işaret eden şu mübarek beyan da bize gayet açık mesajlar verir: “Onlarla (hanımlarınızla) hoşça, güzelce geçinin. Şayet onlardan hoşlanmayacak olursanız, olabilir ki bir şey sizin hoşunuza gitmez de Allah onda birçok hayır takdir etmiş bulunur.” (Nisâ Sûresi, 4/19).
Kur’ân, umumîlik ifade eden lafızlarla, hanımlarla iyi geçinmemizi emrederken, Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), bazen: وَاسْتَوْصُوا بِالنِّسَاءِ خَيْراً فَإِنَّمَا هُنَّ عَوَانٍ عِنْدَكُمْ لَيْسَ تَمْلِكُونَ مِنْهُنَّ شَيْئاً غَيْرَ ذٰلِكَ “Kadınlarınıza karşı hayırhah, nasihatçi olun zira onlar sizin elinizde emanettirler. Onlara iyi davranmaktan başka hakkınız yok.” (Tirmizî, radâ 11) şeklindeki yumuşatıcı beyanlarıyla, bazen de: فَلَا تَبْغُوا عَلَيْهِنَّ سَبيلًا “Onların aleyhine yol aramayın.” (Nisâ Sûresi, 4/34) şeklindeki ikazlarıyla ümmetini, hanımlara karşı hassas olmaya davet etmiştir zira kadın hassas bir yapıya sahiptir. Çabuk kırılır, çabuk sevinir, çabuk üzülür… Onların bu yapısını dikkate almamızı isteyen Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), bir erkek açısından meselenin ne kadar zor olduğunu bildiği için sık sık ümmetine bu konuda açıklayıcı beyanlarda bulunmuştur. Bu beyanların geneline baktığımızda, bir taraftan erkeğin hassasiyete davet edildiğini, bir taraftan da işin sevap yönünün nazara verildiğini görürüz. Mesela bir hadislerinde şöyle buyururlar:
- أَكْمَلُ الْمُؤْمِنينَ إيمَانًا أَحْسَنُهُمْ خُلُقًا وَخِيَارُكُمْ خِيَارُكُمْ لِنِسَائِهِمْ خُلُقًا “Mü’minlerin iman bakımından en kusursuzu, ahlâkı en güzel olanıdır. Ahlâkı en güzel olanınız da kadınlarına en güzel davrananınızdır.” (Tirmizî, radâ 11)
Bu hadiste, ahlâk gibi kazanılması çok zor olan bir değerin, insanın hanımına güzel davranmayla elde edebileceğine şahit oluyoruz. Bu, erkek için öyle büyük bir müjde ve saadettir ki başka bir yerde bu saadeti bulmak neredeyse mümkün değildir. Aile içi sırların dışarıya taşmaması gerektiği konusunda da Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) erkekleri şöyle ikaz eder: “Şüphesiz ki Kıyamet günü, Allah’ın en çok ehemmiyet vereceği emanet, kadın-koca arasındaki emanettir. Kadınla koca birbiriyle içli dışlı olduktan sonra, kadının sırlarını erkeğin neşretmesi, o gün en büyük ihanettir.” (Müslim, nikâh 123) Elbette, aynı hassasiyet kadının da vazifesidir.
Kadının kocası üzerindeki hakları konusunda, işin hem hukukî hem de ahlâkî yönünü özellikle hadis-i şeriflerde açıkça görüyoruz. Her meselede olduğu gibi bu meselede de bir taraftan hak-hukuk gözetilirken bir taraftan da ahlâk elden bırakılmıyor, iyi niyetli olunduğu hâlde hakkın yerine getirilemediği durumlarda ahlâk devreye giriyor ve oluşan boşluğu dolduruveriyor. Mesela kadının yapması gereken ve iş bölümünde kendisine düşen işleri yapamadığında erkek, hanımına yardım ediyor/etmeli. Bu husus Peygamber Efendimiz’in (sallallahu aleyhi ve sellem) bizzat hayatlarında tatbik edilmiştir. Âişe Validemize soruyorlar: “Peygamberimiz, evinde ne yapardı?” diye. Âişe Validemiz cevap veriyor: “Elbisesini ve ayakkabılarını diker, davarları sağar, evin hizmetinde bulunur, ezanı işitince de mescide giderdi.” (Buhârî, Edebü’l-Müfred, s. 190).
Bilemiyoruz belki de bu işleri Âişe Validemiz yapmak istiyordu ve yapacak durumdaydı ama Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) kendi işini kendi yapıyor ve başkasına – hanımı da olsa- yük olmak istemiyordu. Hâlbuki Efendimiz’in (sallallahu aleyhi ve sellem) yaptığı o işleri en azından örfen ev hanımının yapması icab ederdi. Ancak, tevazuun zirvesindeki Efendiler Efendisi (sallallahu aleyhi ve sellem), bu haliyle ev hanımlarına yardım etmek istiyordu.
Öyleyse bugün, evde birtakım işleri yapmayı, hanıma yardım etmeyi kılıbıklık olarak görenler, eş olmanın ne demek olduğunu bilmiyorlar demektir. Hâlbuki Efendimiz’e (sallallahu aleyhi ve sellem) baktığımızda bir eş olarak ev içerisinde yapmadığı iş kalmamıştı. Evet, her hususta olduğu gibi bir eş olarak da bize en güzel rehber olan Efendimiz’e (aleyhissalâtu vesselam) bakmalı, kocalığı ve mükemmel bir eş olmayı O’ndan öğrenmeliyiz.
Aslında uzun uzadıya bu meseleyi anlatmaya hacet kalmayacak kadar hadis-i şerifler açıktır. Gerisi uygulamaya bakmaktadır.
Evet, erkek evine bakacak, eşini ve çocuklarını nafakasız, aç açık bırakmayacak, onları koruyup kollayacak fakat “Benim yapmam gerekenler bunlar, gerisine karışmam.” demeyecek, elden geldiğince evindeki işlere el atacak ve hanımını rahatlatacaktır. Böylece hukukî sahayla ahlâkî davranışları bir araya getirmiş, güzel bir yuva kurmuş olacaktır. Daha önce de dediğimiz gibi batı kültürünün tesiriyle bugün maalesef bazı kesimlerde aile içerisindeki fertlerin hakkı-hukuku konuşulmakta (belki bu da tam konuşulmamakta) ama işin ahlâkî boyutu unutulmaktadır. Hak hukuk derken de işi daha ziyade ekonomik alana kaydırmakta, şahsî olarak maddî gelire sahip olan bir aile ferdi, kendini hür ve özgür kabul etmektedir. Hâlbuki yuva dediğimiz müessese, fertlerin herhangi bir sebeple dağılmaları, birbirlerinden uzaklaşmaları için değil, birbirleriyle iyice kaynaşmaları, her vesileyi kaynaşıp bütünleşme yolunda kullanmaları için kurulmuştur. Diğer türlü, aile içinde herkes kendi havasında olsa, bildiğince davransa, istediği gibi tüketse, o zaman evlenmenin bir yuva kurmanın esprisi kalmaz. Bu yüzden diyoruz ki aile her ne kadar bazı hukukî değerler üzerinde oturmuş olsa da onu esas bir arada tutan sevgidir, saygıdır, karşılıklı anlayıştır, iyi niyettir. Konuyu Bediüzzaman Hazretlerinin veciz bir ifadesini burada da tekrar ederek bitirelim. Karı-kocayı kastederek der ki: “Evet, insanın en fazla ihtiyacını tatmin eden, kalbine mukabil bir kalbin mevcut bulunmasıdır ki her iki taraf sevgilerini, aşklarını, şevklerini mübadele etsinler (paylaşsınlar) ve lezaizde (sevinçte) birbirine ortak, gam ve kederli şeylerde de yekdiğerine muavin ve yardımcı olsunlar.” [1]Bediüzzaman, İşârâtü’l-İ’câz, s. 147.
Dipnotlar
⇡1 | Bediüzzaman, İşârâtü’l-İ’câz, s. 147. |
---|