Şiiler Hazreti Ali efendimizin birinci halife olması gerektiğini iddia ediyorlar. Kendilerine göre bazı deliller buluyorlar. Hâlbuki pek çok delil, Hazreti Ebu Bekir efendimizin 1. halife olmasının isabetliliğini, hakkaniyetini gösteriyor:
Birincisi, Hazreti Ebu Bekir efendimizin, Allah, Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) ve toplum nazarındaki yeri. Kur’an’da ikinin ikincisi diye ondan bahsedilir. (Tevbe Suresi, 9/40) Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) ona ayrı bir değer veriyordu. Hakkında övücü hadisler vardı. Hemen her işini önce onunla istişare ediyordu. Ayrıca pek çok insan onun vesilesiyle müslüman olmuştu. Sevildiği gibi aynı zamanda sayılan biriydi de. Hazreti Ebu Bekir efendimizin faziletine dair şu hadisleri nakledebiliriz:
Hz. Aişe anlatıyor:
“Ebu Bekr (radıyallahu anh), Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın yanına girmişti. Aleyhissalâtu vesselâm: “Müjde, (Ey Ebu Bekr!) Sen Allah’ın ateşten azad ettiği kimsesin!” buyurdular. İşte o günden itibaren Hz. Ebu Bekr, Atik (azadlı) diye isimlendirildi.” (Tirmizî, Menâkıb (3679)
Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor:
“Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Cebrail aleyhisselam yanıma gelerek elimden tuttu ve bana ümmetimin gireceği cennet kapısını gösterdi.” Hz. Ebu Bekr atılıp: “Ey Allah’ın Resulü! Ben o sırada seninle olmayı ne kadar isterdim, ta ki ona ben de bakayım!” dedi. Aleyhissalâtu vesselâm Efendimiz: “Ey Ebu Bekr, ümmetimden cenete ilk girecek kimse olman sana yetmez mi!” karşılığında bulundular.” (Ebu Davud, Sünnet 9)
Yine Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor:
“Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Nezdimizde bir eli(ihsanı) bulunan hiç kimse yoktur ki, o ihsan sebebiyle biz ona (misliyle veya daha fazlasıyla) karşılıkta bulunmayalım. Ancak Ebu Bekr bundan hariç. Çünkü, onun nezdimizde yardımı varsa da, onun karşılığını Kıyamet günü ona Allah verecektir. Bana Ebu Bekr’in malı kadar kimsenin malı faydalı olmadı. Ben müslüman olmasını teklif ettiğim herkesten bir zorluk gördüm. Ebu Bekr hariç. Zira o teklifim karşısında hiç tereddüd etmeden kabul etti. Eğer kendime bir dost (halil) ittihaz etseydim, mutlaka Ebu Bekr’i dost edinirdim. Haberiniz olsun, arkadaşınız Allah Teâla’nın dostu (halilullah’tır).” (Tirmizî, Menakıb (3662)
Bir hadise münasebetiyle Allah Resulü şöyle buyurdu: “Allah beni size (peygamber olarak) gönderdi. Size tebliğ ettiğim zaman hepiniz bana: “Sen yalancısın” dediniz. Ebu Bekr ise: “Doğru söyledin” dedi ve bana canıyla, malıyla yardımcı oldu. Siz arkadaşımı bana bırakırsınız değil mi?” buyurdular ve iki veya üç kere, bu sözü tekrar ettiler.
Ebu’d-Derdâ der ki: “Bundan sonra, (Rasulullah’ın hatırı için) Ebu Bekr’e hiç eziyet edilmedi.” (Buharî, Fezailu’l-Ashab 5, Tefsir, A’raf 3)
“Mescide açılan (hususi) hiçbir kapı bırakılmayıp, hepsi kapatılacak, sadece Ebu Bekr’in kapısı açık bırakılacak.” (Buharî, Fezailu’l-Ashab 3)
İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın hastalığı şiddetlenince, kendisine cemaate namazı kimin kıldıracağı soruldu.
“Ebu Bekr’e söyleyin, halka namazı o kıldırsın!” buyurdular. Hz. Aişe (radıyallahu anhâ):
“Ebu Bekr yufka yürekli bir kimsedir, senin yerinde namaza duracak olsa (dayanamayıp ağlar ve ağlamaktan halka kıraati duyuramaz, (namaz kıldırma işini) Ömer’e emretseniz!” dedi. Aleyhissalâtu vesselâm yine: “Ebu Bekr’e söyleyin, namazı kıldırsın!” buyurdular. Hz. Aişe önceki sözünü tekrar etti. Aleyhissalâtu vesselâm: “Ona (Ebu Bekr’e) emredin, namazı kıldırsın!” dedi ve: “Siz (kadınlar) kendi kafanıza göre düzende Hz. Yusuf’un kadın arkadaşları gibisiniz!” diye söylendi.” (Buhârî, Ezân 46]
İkincisi, Hazreti Ebu Bekir efendimizle Hazreti Ali efendimiz döneminde olan hadiselere baktığımızda Hazreti Ebu Bekir efendimizin birinci halife olması ne kadar isabetli olduğu anlaşılır. Onun zamanında çok fetihler oldu, 11 kadar büyük fitne hadisesi bastırıldı.. Hazreti Ali efendimiz zamanında ise pek çok karışıklık çıktı, fetihler durdu. Eğer o, birinci halife olsaydı ve o karışıklıklar daha o zaman çıksaydı belki de din diye bir şey kalmayacaktı. Burada kaderi programı iyi okumak gerekir. Haşa biz, o hadiseler Hazreti Ali efendimiz yüzünden oldu demiyoruz. Bilakis Hazreti Ali efendimiz, büyük bir kahramandı. Her işin üstesinden gelecek bir kabiliyetti. Fakat ona karşı o kadar diş bileyen ve rekabet hissiyle hareket eden insan vardı ki, bunları geri çevirmesi mümkün olmazdı, olmadı da. Dolayısıyla Hazreti Ali efendimiz, hakkında ittifak değil ihtilaf edilen bir insandı. 1. halife olsaydı, ihtilaflar daha o dönemde başlayacaktı. Bu da İslam’ın geleceği için felaket demekti.
Üçüncüsü, ne Hazreti Ebu Bekir efendimiz ne de Hazreti Ali efendimiz, isteyerek, arzulayarak halife olmadılar. Hazreti Ebu Bekir, halife seçilince, hutbeye çıkmış ve beni bu yükün altına siz soktunuz demişti. O, Hazreti Ömeri seçmek ve onu halife yapmak istiyordu. Hazreti Ömer erken davrandı ve elini Hazreti Ebu Bekir efendimizin elinin üstüne koyarak ben bu zata biat ediyorum dedi. O biat edince, çoğunluk da biat etti. Başta bazılarında bir kısım çekimserlikler olsa da daha sonra onlar da biat ettiler. Hazreti Ali efendimiz bu biatta 6 ay kadar gecikti. Bunun sebebi, Hazreti Ebu Bekir efendimizin halifeliğine karşı olmasından değildi, Hazreti Fatıma’nın hissiyatına saygısının ifadesiydi. Yoksa Hazreti Ali gibi ilim dağarcığı ve takva abidesi bir zatın, seçilen halifeye karşı isyan etmesi, makam sevdasına düşmesi düşünülemez. Bunu düşünmek ona karşı bir hakarettir. Biatin gecikmesi meselesini Hocaefendi şöyle açıklar:
Birincisi Hz. Ali, Hz. Fatıma validemizin vefat edeceğini biliyordu, çünkü Efendimiz söylemişti bunu vefatından önce. Hz Fatıma validemiz ile Hz. Ebubekir arasında Fedek arazisi konusunda bir anlaşmazlık olmuştu. Dolayısıyla Hz Fatıma validemizde Hz. Ebubekir’e karşı bir kırgınlık yaşandı. Bir Peygamber kızı. Hz. Ali efendimiz, böyle bir hanımını az kırgın olduğu bir zata biatla vefatında önce üzmek istemez. Dolayısıyla vefat edeceğini bildiği için de beklemiştir, onu kırmayayım diye.
İkincisi, Hazreti Ebu Bekir’in seçilmesi hadisesinde ortam gerilmişti, kutuplaşmalar olmuştu. Bir yanda Hz Ebubekir’e biat edenler var, bir yanda Hz. Ali tarafını tutan ciddi bir gurup var. Bir tarafta bundan faydalanmak isteyen münafıklar, yeni Müslümanlar var. Bunlar Hz Ali’ye, ‘Sen niye biat ettin, Haşimi gibi bir soydan geldiğin halde, Teymi gibi zayıf bir kabileden gelen Ebubekir’e biat ettin, niye böyle bir zelilliği kabul ettin?” gibi tahrik edici bir şey söylüyorlardı. Hz Ali de onların teklifini samimi bulmuyor hiçbir zaman ve “Benim buradaki meselem; kavga, savaş, kabile meselesi değil” diyordu. Böyle bir kutuplaşmada Hz. Ali hemen biat etseydi, arkasındaki insanlar Hz. Ali’yi dinlemezdi, onların muhalefetinin yatışmasını bekledikten sonra, o muhalefet yatıştı, ondan sonra gitti biat etti, bu defa biat etmeyen kalmadı.
Dördüncüsü, Hazreti Ali, diğer halifeler zamanında hiçbir karışıklığa sebebiyet vermedi, illa ben halife olacağım diye öne atılmadı. Bilakis, diğer üç halifeye yardım etti, onların şeyhülislamlığını yaptı. Eğer mutlaka kendisinin birinci halife olması gerektiğine inansaydı, Hazreti Ebu Bekir’den sonra yine itiraz eder ve diğer iki halifeye biat etmezdi. Hazreti Ali’nin, üç halife döneminde takiyye yaptığını iddia eden şia, farkına varmadan o kahraman, cesaret abidesi insana korkaklık isnad etmiş oluyor. Hâlbuki o Allah’ın arslanı lakabını almış bir zattır. Dolayısıyla Hazreti Ali’nin birinci halife olması gerektiğini iddia edenler, hem ona korkaklık isnadında bulunuyorlar hem de kraldan fazla kralcı davranıyorlar. O, birinci halifelik iddia etmezken, şia “yok sen birinci halife olmalıydın” diyorlar.
Beşincisi, Hazreti Ali efendimiz hakkında varid olan hadisi şerifler, onun şahsi faziletini gösterse de umumi fazilet Hazreti Ebu Bekir ve Hazreti Ömer’e aittir. Şahsi fazilet, o zatın halife olmasını gerektirmez. Nice büyük zatlar ve idareciler vardır ki, kendilerine en yakın hissettikleri insanları kendilerinden sonra idareye teklif etmemişlerdir. Demek ki onların faziletleri başka noktadadır. Hazreti Ali efendimiz ve mübarek neslinin faziletleri de, idarecilikte değil, gönül sultanlığındadır. Evet, bütün tarikatların başı, ilmin kapısı Hazreti Ali efendimizdir.
Altıncısı, Hazreti Ali’nin faziletiyle alakalı şianın uydurduğu bazı sözler de vardır. Bunlara aldanmamak gerekir. Sahih kaynaklarda, şianın uydurma sözlerine ihtiyaç bırakmayacak kadar Hazreti Ali’yi öven sözler vardır. Önemli olan bu rivayetleri iyi anlamak ve doğru yorumlamaktır.
Yedincisi, Hazreti Ali’yi sevdiğini ve onun birinci halife olması gerektiğini iddia eden şia gruplarından bazılarının (şiay-i hilafet), bugüne kadar başkalarıyla değil de hep Müslümanlarla uğraşmaları ve onları uğraştırmaları, onların hilafetten ne anladıklarını, Hazreti Ali’yi kendi ideallerine nasıl alet ettiklerini, İslam dünyasından intikam almak için Hazreti Ali efendimizi nasıl kullandıklarını apaçık göstermektedir. Bu durum onların davalarında samimi olmadığını da ortaya koymaktadır. Öyleyse onların ortaya attığı iddiaları tartışmanın da bir manası kalmamaktadır. Evet, uğraşılması gereken bir dünya varken, 6 asır boyunca Osmanlı’yı uğraştırmış olan şiaya masum bakılamaz. Bir batılının ifadesiyle, doğuda İran olmasaydı, bugün Avrupa, Osmanlı’nın bir eyaleti olurdu. Olmadı çünkü her zaman Osmanlı, İran’ın fitneleriyle karşı karşıya kaldı.
Bu konudaki enfes yorumları için, Bediüzzaman Hazretlerinin 4. Lema’sının okunmasını tavsiye ederiz.