Başkaları hakkında hüsnüzan etmek, ahlâk-ı hasenenin önemli fakültelerinden biridir. Şöyle düşünmeliyiz etrafımızdaki insanlar hakkında: ‘Allah’a karşı kimseyi tezkiye etmiyorum ama tavırlarına bakınca bence yahşi bir kula benzer. Allah’ın rahmetinden ümit ederim ki Cenab-ı Hak onu cennetiyle sevindirir.’ Evet, Hazreti Ömer gibi bir insan bile; ‘Dünyaya girdiğim gibi çıkmayı ümid ederim’ diyorsa herkesin başkaları hakkında düşüncelerini ve tavırlarını iyi ayarlaması lazım. Ne Cennet hâzini olalım, ne Cehennem zebanisi: Ne Cehennem’e insanları sokmaya çalışıyor gibi tavır alalım, ne de Cennet’e sevk ediyor gibi davranalım.
Öte taraftan hüsnüzan ettiğimiz insanların kayma ihtimaline binaen duada bulunmalıyız. Bazen hüsnüzanda ölçü ayarlanamadığı için olsa gerek ilgili kişilerin eliyle tokat yeme de mukadderdir. Mesela ben arkadaşlar arasında birisi iyi görünüyor, tavır ve tutumu samimi geliyorsa önce ona hüsnüzan beslemiş, fakat hemen ardından şöyle diyerek Allah’a yönelmişimdir: ‘Ya Rabbi! Sen varken hüküm bana düşmez. Ben bu kulun hakkında hüsnüzan ediyorum, bu mevzuda beni yalancı çıkarma!’
Evet, nazik bir mesele bu. Dikkatli olmak gerekir. Bakın hadiste bir kişinin akıbeti şöyle anlatılır; ‘İnsan sabahtan akşama kadar salih amel işler, işler belli bir noktaya gelir ki Cennet’le arasında bir adımlık mesafe kalmıştır. Ama akşam üzeri bir iş karıştırır ve Cehennem’i boylar.’ Veya bir başka Peygamber beyanında belirtildiği gibi insan said doğar, said yaşar, fakat şaki olarak yuvarlanır gider. Tersi de vaki, bir başkası da şaki doğmuş, şaki yaşamış ama said olarak gider. Bilemeyiz biz, dolayısıyla nihai hüküm veremeyiz, vermemeliyiz.