Hz. Ömer (radıyallâhu anh), nübüvveti en iyi anlayan ilk iki kişiden biridir. Adaletin temsilcisi olan bu devâsâ kâmet, sünnete olan bağlılığından dolayı Haceru’l-Esved’i öpmüş ve sonra da “Ey taş biliyorum ki, sen bir taşsın, ne fayda ne de zarar verebilirsin. Eğer Allah Rasulü’nün seni öptüğünü görmeseydim seni asla öpmezdim.” demiştir. Zayıf sayılan bazı hadis rivayetlerinde, o esnâda Hz. Ömer’in arkasında bulunan ve onun bu sözünü işiten Hz. Ali ona: “Ya Ömer! Onda saklı bulunan sırları bilseydin şimdi böyle seslenmezdin!” mukabelesinde bulunur. Hatta bazıları bu hâdiseye bir ekleme yaparak, Hz. Ali’nin bu sözü üzerine Hz. Ömer’in “Ali olmasa idi, Ömer helâk olurdu.” dediğini rivayet ederler.
Muhaddisler, Hz. Ömer’in bu tavrına daha ziyade sünnete ittiba zaviyesinden yaklaşmışlardır. Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) Kâbe’nin dört köşesini de öpüp, istilam (selâmlamak) yapması konusunda ihtilaf vardır. Muhaddislerin çoğunluğuna göre Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) sadece Kâbe’nin güney kenarındaki iki köşeyi, yani “rükn-ü yemânî” ile “rükn-ü hacer“i öpmüştür. (Buhârî, hac 59; Müslim, hac 242.) Haceru’l-Esved’in bulunduğu köşe (rükn-ü hacer), tavafın başladığı köşedir ve onu öpmek sünnettir. Şayet öpmek, mümkün değilse bir sopa veya baston ile dokunup onun dokunan kısmını öpmek; bu da mümkün değilse en azından Haceru’l-Esved’e doğru elleri kaldırarak onu öper gibi işaret yapıp tekbir ve tehlil getirmek, böylece o mânâya karşı bir tavır sergileyerek değişik zâviyeden sünnete saygımızı ortaya koymak gerekmektedir.
Nihayetinde bir taş olan Haceru’l-Esved’in öpülmesi, bir taşın takdis edilmesi gibi bir anlayışa sebebiyet verebilir; verebilir ve herkes o taşı bu duygu ve bu düşüncelerle öpmeye kalkışır. Daha sonra da bundan bir hayli hurâfe doğar. Ve böylece Kâbe, hak ve hakikate açık olmanın yanında şeytanların da oyun oynadığı bir yer haline gelir. Çünkü şeytanlar, kalbin etrafında dönüp durmakta ve onun zayıf taraflarını yakalamaya çalışmaktadırlar.
Esasen kalb de insan hissiyatına göre bir Kâbe’dir. Kalbin etrafında şeytanların menzilleri ve mazgal delikleri vardır. Kalbde takdis edilecek şeylere dair öyle küçük menfezler vardır ki, “doğru şeyler” takdis edilirken, takdis edilmemesi gereken başka şeyler de takdis edilerek saygı ve ta’zimin yanında her zaman kaymalar olabilir. Meselâ makam-ı İbrahim’e, Haceru’l-Esved’e, Kâbe’nin kapısının eşiğine ve zeminine yüz sürülüp, gözyaşı dökülmesi, küçük vesilelerin büyük hedeflere bağlandığı yer ve tavırlardır. Bu, bazı insanların, bir kısım nesnelere karşı, o nesnelerin verasında Allah’ın rızasını hedefleyip saygı duyması demektir. Fakat kişi, böyle bir saygı esnasında dengeyi muhafaza edemeyip takdis ettiği bu şeylerde dengeyi koruyamazsa, başka şeylere de olduğundan fazla saygı göstererek büyük bir inhirafa düşebilir.
Burada bir hâtıramı naklederek mevzuu daha da müşahhaslaştırmak istiyorum. Hac’da bulunduğumuz günlerde, bir arkadaşımla birlikte Kâbe’nin mahfilinde bulunuyorduk. Kâbe’nin yanındaki minberin üzerine bir branda örtülmüştü ki, Kâbe’nin etrafa mehâbet gamzettiği böyle bir atmosferde, üstüne brandanın da örtülmesiyle o minber, şeâirden bir nesne gibi dimdik duruyor ve gayet heybetli görünüyordu. O esnada içime doğan duyguları “İster misin bu haliyle minber, şu meçhul, müphem ve muğlak görünümünden dolayı birisi gelsin de, ona elini sürsün ve sonra oraya bir el sürme faslı başlasın.” diyerek arkadaşıma bir tahminimi arz ettim. Ben daha sözümü bitirmemiştim veya birkaç saniye geçmemişti ki, oradakilerden birisi gelip brandaya elini sürdü; sonra da onunla yüzünü-gözünü sıvazladı. Onun ardından birdenbire o minber, tavaf edilecek yerlerden birisiymişçesine takdise başlandı; öyle ki, oraya gelen herkes önce onu sıvazlıyor, sonra da elleriyle yüzünü-gözünü.
Oysaki o kudsî mekânlarda Allah’ın emrettiği belli mânâlar ifade eden şeylere karşı yine Allah’tan ötürü saygı duymak gerekir. Hatta bunlar bile, birer imtihan vesilesi olarak da değerlendirilebilirler. Hac esnasında mânâsını ruhumda tam duyamadığım şeylerden birisi de “şeytan taşlama” hâdisesidir. Orada herkesin şeytanı temsil eden taşa taş attığını görünce, elimdeki taşları teker teker ben de oraya doğru fırlattım. Fakat kafam, akıl ve mantık çerçevesinde düşündüğünde bu türlü şeylere “evet” demeyeceğinden orada ruhumu saran duygularımı dile getirdim ve “Rabbim ben tamamen Sana teslimim; bunu da Senin için yapıyorum.” dedim.
İnsan, yukarıda da ifade edildiği gibi, ibadetlerini bu inanç içinde yaparken bile, şeytanın kullanabileceği çok menfezler olabilir ve bu aralıklardan insan onun tuzaklarına düşebilir. İşte o büyük basîret âbidesi Hz. Ömer, avamca anlayışı, tevhid çizgisine getirmek için -mânâ olarak-, “böyle taşta, toprakta bir kutsiyet aramayın. Allah Rasulü, onu öpmüştür. Eğer O, öpmeseydi ben de öpmezdim. Zira Haceru’l-Esved’i öpmek, O öptüğünden dolayı sünnettir.” diyerek, aklın hür olduğu nokta ile teslim olduğu noktayı birbirinden ayırmıştır. Hz. Ömer’in sözü bu zâviyeden değerlendirildiğinde, onun yerinde söylenmiş bir söz olduğu daha iyi anlaşılacaktır.
Kaynak: Prizma 4, “Tevhid İnancı“