Kur’ân-ı Kerim’de kâinatın, semaların ve yerin yaratılması mevzuunda, altı güne tekrar tekrar vurgu yapıldığını görüyoruz. Bir yerde, “Biz gökleri ve yeri altı günde yarattık” diyor. (Kaf Suresi, 50/38) Başka bir yerde semaların iki günde yaratıldığını söylüyor. (Fussilet Suresi, 41/9) Bir yerde de, küre-i arzın dört günde yaratıldığını anlatıyor. (Fussilet Suresi, 41/10)
Bundan anlaşılıyor ki, bu sistemlerin kendi zamanlarına göre tabi bulundukları bir yaratılış keyfiyeti var. Yani izâfi zaman anlayışı içinde her yaratılan şey, hangi zaman ölçüsüne tabi ise, tabi bulunduğu o zamanın ölçülerine göre bir zaman diliminde yaratılmıştır.
Küre-i arz, semalara nispet edildiği zaman, değeri, kıymeti itibariyle çok büyüktür. Çünkü mahlûkatın semeresi olan insana, bundan daha önemlisi de Hazret-i Muhammed’e (sallallâhu aleyhi ve selem) beşik olmuştur. Ama onun hacmi, cirmi ve büyüklüğü itibariyle aynı şeyi söyleyemeyiz. İşte küre-i arzın günleri de ona göre küçüktür. Meselâ bir günü belki eskiden on sekiz, on dokuz saatti. Şimdi yirmi dört saat olarak görüyoruz bunu. Yani dünyanın hareketi o kadar ağırlaşmış ve güneşin etrafındaki dönüşü o kadar yavaşlamıştır. Kim bilir belki ileride günlerin boyu daha da uzun olacak. Belki bir günlük zaman dilimi otuz saate, kırk saate ulaşacak.
Ama biz kendi zaman anlayışımızla semalara yükseldiğimiz zaman, orada durumu çok değişik göreceğiz. Allah “semalar” diyerek ifade ettiği şeyle, şayet Samanyolu, daha ötesinde başka büyük sistemler, bunların hareketi ve kendilerine göre bir devir yapıp bir gün meydana getirmelerini anlatıyorsa, burada semalar için ayrılan iki gün, dünyanın tabi olduğu zaman ölçüsüyle belki trilyon seneler eder. Çünkü her şeyin zamanı kendine göre olur.
Herhalde aya gidildiği zaman veya Venüs’e, Merih’e gidildiği zaman bizim dünyanın saati kullanılmayacaktır. Oralara göre bir saat yapmak gerekecektir. Yani onların dönüşüne, güneşle olan münasebetlerine göre zamanı tayin etme zorunluluğu doğacaktır.
Demek ki zamanımızı gösteren saat de bizim esas itibariyle zamanımız gibi izafîdir. Hakkında kesin bir şey söyleyemeyiz. Öyleyse -Allâhu â’lem- Cenab-ı Hakk, küre-i arzı ve güneş sistemini, küre-i arz ve güneş sisteminin tâbi bulunduğu zaman prensipleri içinde dört günde yaratıyor. Gökleri de göklerin tabi bulunduğu zaman prensibi, zaman ölçüleri içinde iki günde yaratıyor. Ama öyle iki gün ki, küre-i arzın milyar defa milyarlarca gününü yutar yine de doymaz.
Burada meselenin temelini kavramak için, zamanın izafi olduğunu, gün derken, hafta derken bunların genel geçer birer kural mahiyetinde olamayacağını anlatmaya çalışıyoruz. Kur’an’da da bu konuya açıklık getiren örnekler bulmak mümkündür.
Meselâ Allah (c.c) Yasin Suresinde, bizim kamerî günlerimizi tanzim ederken,
“Ay için de birtakım safhalar, duraklar tâyin ettik; dolaşa dolaşa, nihayet eski hurma salkımının çöpü gibi kuru, sarı, kavisli bir hâle gelir.”
ayetiyle ayın hareketlerine dikkatlerimizi çekiyor. (Yasin Suresi, 36/39) Ve sonra da güneşin harekâtını anlatıyor. Bunlarla, bizim için bir gün, bir ay, bir zaman ölçüsü veriyor.
Başka bir âyet-i kerimede de, meleklerin semalara doğru yükselmesini anlatırken; “Sizin günlerinizle böyle bir gün, bin sene yapar” diyor. (Hac Suresi, 22/47) Başka bir ayet-i kerimede de yine meleklerin Allah’a urûcunu anlatıyor. Orda da diyor ki, “Sizin sayıp döktüğünüz günlerle elli bin sene yapar.” (Meâric Suresi, 70/4)
Bundan anlaşılıyor ki, nezd-i ulûhiyette, Kur’ân-ı Kerim’in içinde de esasen, sabit bir zaman ölçüsü olamaz. Kâinatı bir saat gibi kuran ve çalıştıran Allah (celle celâlühû) hangi daire kaç saatte, kaç günde, kaç ayda, kaç senede, kaç milyon senede devrini tamamlıyor bunu biliyor. Öyleyse orada ayrı bir saat kullanıyor. Yani güneşte ayrı bir saat, Samanyolu’nda ayrı bir saat, Herkül burcunda ayrı bir saat, küre-i arzda da ayrı bir saat kullanıyor. Zaman mevzuunda meseleyi herhalde böyle anlamamız muvafık olacaktır.
Altı gün meselesine gelince, Allahu âlem burada anlatılmak istenen bir devir meselesidir. İşte bu büyük zaman parçaları içinde Cenab-ı Hakk, iki devirde semaları yaratmış, dört devirde de küre-i arzı yaratmış. Kur’ân-ı Kerim’de bu mesele ele alınırken bir yerde semaların arzdan evvel yaratıldığı, başka bir yerde de arzın semalardan evvel yaratıldığı anlaşılmaktadır.
Büyük tefsircilerimiz, müdakkiklerimiz bu işin te’lifini yaparken şu açıklamalarda bulunmuşlardır:
Bir yönüyle semaların bir derece ve bir keyfiyette teşekkül ve meydana gelmesi arzdan daha evvel, küre-i arzın onlardan kopması, ayrılması daha sonradır. Ardından küre-i arzın hayata müsait hale gelmesi ve sonra semaların tesviyesinde ise yeryüzü, öncelik arz etmektedir. Yani yaratılmanın bir taraftan semalardan başlayıp adeta bir kavis çizer gibi gidip yine semalarda bitmesi söz konusudur. Çünkü Allah yerde şu işleri yaptıktan sonra, “Sümme’s-tevâ ile’s-semâ (Sonra iradesini semaya tevcih buyurdu.)” buyuruyor. (Furkan Suresi, 25/59)
Bundan anlaşılıyor ki, Allah (celle celâlühû) küre-i arz ve semâvâtı, hususiyle küre-i arzın bağlı bulunduğu güneş sistemini, -eğer birinci kat sema ise- bu semayı tanzim meselesini beraber yapmış. Belki bizim zamanımız içinde, aynı zaman içinde yapılmış bunlar.