Kâr Haddi
İslam ekonomisini bir bütün olarak ele almak ve iktisatla ilgili her bir meseleyi bu bütünlük içinde değerlendirmek gerekir. Çünkü İslam’ın getirdiği ekonomi modeliyle diğer sistemlerin iktisadi anlayışları arasında temelde büyük farklar vardır. Hayatı, dünya hayatından ibaret sayan ve tek gayesi maddi refahı yüksek tutmak suretiyle ferdin dünyevi mutluluğu temin etmek olan sistemler için en başta gelen şey paradır, tüketimdir ve maddi refahtır. Gaye ve hedef bu olunca, hedefe götüren her şey de meşru görülecektir.
Hâlbuki İslam’ın getirdiği iktisat anlayışına göre mülk Allah’ındır. (Fâtır Sûresi, 35/13) Bizler ise birer emanetçiyiz. Yani elimizde bulunan bütün varlık bize mülk olarak verilmemiş, bilakis bize meşru dairede kullanmak üzere mübah kılınmıştır. Hatta sahip olduğumuz vücudumuz bile bizim değildir. Bundan dolayı kişinin intihar etmek suretiyle hayatını sonlandırması haram olduğu gibi, kasten herhangi bir organına zarar vermesi veya bir organını parayla satması da haramdır. Yani mülk Allah’ın olduğuna göre, emanetçisi olduğumuz bu mülkte yapacağımız bütün tasarruflarda Allah’ın emir ve nehiyleri birer pusula gibi olmalıdır. Bir müminin ticari hayatını şekillendiren temel disiplin meşruiyet olmalıdır. Yani o bütün ticari muamelelerinde haram-helal hassasiyetine fevkalade riayet etmeli, boğazından geçen her bir lokmayı helal yollardan kazanmalı ve kazandığı tek kuruşun bile ahirette hesabını vereceği düşüncesiyle ticari hayatını düzenlemelidir. Ferdiyetçilikten kurtularak, kendi mutluluğunun içinde yaşadığı toplumun huzur ve refahıyla ayrılmaz bir bütün olduğunu unutmamalıdır.
Durum böyle olunca bir müminin, malını saçıp savurmak suretiyle israfa girmesi, başkalarını aldatarak para kazanması, karaborsacılık yapması, faizli muameleye girmesi, malını yalan ve hileyle satması, değişik spekülasyonlarla suni fiyat artışı sağlaması, tekelciliğe gitmesi, sattığı malın ayıbını gizlemesi, alıcının cehaletinden istifade ederek ona yüksek fiyata mal satması, simsarlık yapması vs. dinimizce yasaklanan hususlar arasında yerini almıştır. Nisa suresinde geçen; “Ey iman edenler, birbirinizin mallarını haram yollarla yemeyiniz. Ancak karşılıklı rızaya dayanan, meşrû bir ticaret yoluyla olması durumu müstesnadır” (Nisâ Suresi, 4/29) ayeti kerimesi bu konuda temel bir ölçü getirmektedir.
Bu kısa mukaddimeyi yazmamızın sebebi, İslam’da kâr haddini değerlendirirken meseleye bir bakış açısı kazandırmaktır. Evet, İslam alışverişlerde kesin bir kâr haddi koymamıştır. Yani ne Kur’an’da ne hadislerde ne de sahabe uygulamasında böyle bir kâr sınırı getirilmemiştir. Bilakis Allah Resulü (sallallahü aleyhi ve selem), fiyatlar artmaya başladığında bu duruma müdahale etmesi üzerine kendisine başvuran Sahabe Efendilerimize şöyle demiştir: “Şüphe yok ki, fiyat tayin eden, darlık ve bolluk veren, rızıklandıran ancak Allah’tır. Ben sizden hiç kimsenin mal ve canına yapmış olduğum bir haksızlık sebebiyle hakkını benden ister olduğu halde, Rabbine kavuşmak istemem” (Ebû Dâvud, Bûyû’ 49; Tirmizî, Bûyû’ 73).
Diğer taraftan Hakîm b. Hizâm (r.a) ile Allah Resülü (sallallahü aleyhi ve selem) arasında cereyan eden şu hadise de bize bu konuda fikir vermektedir. Peygamber Efendimiz (sallallahü aleyhi ve selem) kendisine kurbanlık bir koyun almak üzere Hakîm b. Hizâm’a (r.a) bir dinar vererek çarşıya gönderir. O da bu parayla satın aldığı iki koyundan birisini tekrar bir dinara satar ve elinde bir dinar para ve bir koyunla Allah Resulü’nün (sallallahü aleyhi ve selem) yanına gelir. Bunun üzerine Allah Resulü Hakim b. Hizam’a hiçbir müdahalede bulunmadığı gibi O’na hayır duada bulunmuştur. (Ebû Dâvûd, Büyu’ 28; Tirmizî Büyu’ 34)Buna göre Peygamber Efendimiz (sallallahü aleyhi ve selem) Hâkim b. Hizam’ın elde ettiği yüzde yüzlük bir kara karşı çıkmamıştır.
Aslında alış-verişlerde kesin bir kâr haddinin getirilmemiş olması, ticari hayatın daha canlı ve daha verimli olması adına oldukça önemlidir. Eğer alış-verişlerde yüzde üzerinden belirli bir kâr haddi konulsaydı, ticari hayat birçok zorluklarla karşılaşılacak ve mağduriyetler yaşanacaktı. Çünkü bir maldan elde edilen kâr doğrudan o malın alış fiyatıyla alâkalıdır. Bu ise duruma göre çok farklılık gösterir. Yani aynı cins ve kalitedeki bir malın maliyeti değişik sebeplere bağlı olarak farklılık gösterir. Mesela bir tüccar bir malı; toptan alarak, peşin para ödeyerek, yurtdışından getirterek, kendi imal ederek veya nakliyesini kendisi gerçekleştirerek piyasadan daha ucuza mâl edebilir. Hatta dükkânının kira olup olmaması, satışlarının miktarı ve bir mala eklenebilecek diğer masrafları da düşündüğümüzde mesele daha da iyi anlaşılır. Şimdi malların alış fiyatının bu kadar değişebileceğini göz önüne aldığımızda, alış-verişlerde belirli bir kâr oranı belirleyerek bunu bütün tüccarlara teşmil etmek doğru olmayacaktır.
Bundan dolayı İslam dini ticari hayata dair getirdiği prensiplerle temelde Müslümanlar arasında sağlam bir ticaret ahlakının oluşmasını hedeflemiş, onları mürüvvetli olmaya, adaletli ve hakkaniyetli davranmaya davet etmiş, onlarda fedakârlık, merhamet ve îsar ruhunu geliştirmiş ve sonra da fiyat ayarlamasını piyasa şartlarına ve onların vicdanlarına bırakmıştır. Yani İslam’da fiyatlar dışarıdan bir baskıyla değil, doğal şartlar içinde, serbest bir rekabet ortamında ve her türlü aldatma ve hileden uzak olarak kendiliğinden gelişir. Diğer yandan örf ve adetlerin belirlediği makul ölçülere göre hareket etmek de mürüvvetli davranmanın bir gereğidir.
Bununla birlikte piyasada değişik suistimaller olduğunda, karaborsacılar devreye girerek halkı mağdur ettiklerinde, özellikle halkın zaruri ihtiyaçları sayılabilecek mallarda aşırı fiyat artışları yaşandığında devletin her zaman için fiyatlara müdahale etme yetkisi vardır ki, İslam hukukunda buna “narh” denir. Narh bir bakıma, bozulan piyasa şartlarının yeniden istikamet bulması adına ve halkın zarar görmesini engelleme adına devletin görevlendirdiği yetkili merciler tarafından yapılan bir müdahaledir. Normal bir piyasanın cari olduğu ortamda böyle bir kısıtlamadan bahsedilemez. Yani narh, bir bakıma zaruretten veya maslahattan dolayı ortaya çıkmış bir uygulamadır. Devlet böyle bir fiyat sınırlaması getirdiği takdirde buna uymak gerekir.
İslam iktisadı, müminlerin ahlakî yapılarıyla ayrılmaz bir bütünlük teşkil ettiğinden dolayı, Peygamber Efendimiz’in (sallallahu aleyhi ve sellem) ifade buyurduğu hadisi şerifleriyle sağlam bir ticaret ahlâkının oluşmasını hedeflemiştir. Bunlardan bazıları şu şekildedir:
- “Bizi aldatan, bizden değildir.”(Müslim, İman, 164; Ebu Davud, Büyu, 50)
- “Doğru sözlü ve güvenilir tüccar, âhirette peygamberler, sıddîkler ve şehitlerle beraber olacaktır.”(İbni Mâce, Ticârât, 1)
- “Sözü ve muamelesi doğru tüccar, kıyamet gününde arşın gölgesi altındadır.” (İbni Mâce, Ticârât 1)
- “Bir kimse, gıda maddelerini toplayıp günün rayiç fiyatı ile satsa sanki onu yoksullara ve ihtiyaç sahiplerine ücretsiz dağıtmış gibi ecir alır.” (İbn Mâce, Ruhûn 16)
- Nitekim Allah’ın Elçisine en üstün kazancın hangisi olduğu sorulunca şöyle cevap vermiştir: “Kişinin elinin emeği ve mebrûr alış-veriştir.” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 3/466)
- “Ey tüccar topluluğu! Hiç kuşkusuz, alış-verişe boş söz ve yalan yere yemin çokça karışır. Bu yüzden, bu eksikliği sadakalarınızla telafi ediniz!” (Ebu Davud, Büyû 1)
- Alış-verişlerinde kandırıldığını söyleyen bir sahabiye Peygamber Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) “Bir şey alıp sattığında ‘kandırma yok’ de” tavsiyesinde bulunmuştur. (Buharî, büyu, 48; Müslim, büyu, 12)
Sahabe Efendilerimiz, Peygamber Efendimiz’in (sallallahu aleyhi ve sellem) bu ve benzeri tavsiyelerini hayatlarına hayat kılmışlardır. Ashab-ı kirâmdan Cerir b. Abdillah el-Becelî bir at satın almak ister ve bir satıcıyla pazarlığa girişir. Satıcı atın 500 dirhem olduğunu söyler. Cerir, satın almak istediği atın daha fazla edeceğini söyleyerek 600 dirhem verebileceğini ve fiyatı 800 dirheme kadar da arttırabileceğini ifade eder. Satıcının atının bu kadar değerli olup olmadığını sorması üzerine de, “At, belki 800 dirhemden de fazla edebilir, fakat ben daha fazla veremem” diye cevap verir. Bu hadiseye şahit olanlar Cerîr’e atı 500 dirheme satın alması mümkün iken fiyatı niçin bu kadar yükselttiğini sorduklarında Cerîr şu cevabı verir; “Biz, alış-verişlerimizde hile yapmayacağımız hususunda Allah Rasûlüne söz verdik” (İbn Hazm, el-Mûhallâ, s. 454).
Sonuç olarak İslam alışverişlerde bir kar haddi getirmemiştir. Ancak vicdanı temiz, gönlü duru ve ahlakî yönden sağlam fertler yetiştirmeyi hedeflemiş ve alışverişlerin her türlü hileden, yalandan, faizden uzak; hakkaniyet ve adalet ölçülerinde gerçekleştirilmesini ideal bir gaye olarak önümüze koymuştur.